Paylaş
Bilmeyenlere kısaca anlatalım.
Bu yıl 48’incisi gerçekleştirilen ITB Berlin Fuarı’na Türkiye her yıl olduğu gibi yine Kültür ve Turizm Bakanlığı organizasyonu ile 3.2 No’lu salonda katıldı.
Salonun düzenlemesi ve katılacak firma kurum ve kuruluşları bakanlık belirliyor. Bakanlık bu yıl Türkiye bölümünü kendine göre belirlediği bölgelere göre gruplandırmıştı.
ITB Berlin Fuarı’nın Türkiye bölümünde her standın üzerinde o il, ilçe ya da firma, kurum-kuruluşun adı yazılıyken Diyarbakır standının üzerinde farklı bir şey yazılmıştı.
Birbiriyle ilgisi olmayan il, ilçe ve beldelerin bazı şehirler altında toplandığı bu düzenlemede Adana bölgesinde yer verilen şehirlerden Diyarbakır standının üzerinde ‘Diyarbakır Government’ yazıyordu.
Yani ‘Diyarbakır Hükümeti’. (NOT: Diyarbakır Valiliği yazılmak istendiyse de yanlış çeviri olduğu açık.)
Paralel devlet ve özerklik tartışmaları yapıldığı bu günlerde bakanlığın organize ettiği fuarda Türkiye’nin bir ili olan Diyarbakır standının üzerine ‘Diyarbakır Government’ yazısını görenler bunu skandal olarak değerlendiriyordu.
Olay skandalın ötesinde
Bu olay, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’tan sonra aklına gelen, devletin her alanına kendi eliyle yerleştirdiği F tipi yapılanmanın oluşturduğu ‘paralel’ devletin yine AKP’nin bilgisi dahilinde yurdumuzun bir bölgesinde yürütülen bir diğer paralel devlet uygulamasının Berlin’de su yüzüne çıkan halidir.
Bu olay, AKP iktidarının MİT aracılığı ile İmralı Adası’nda tutuklu olan terör örgütü PKK’nın başı Apo ile yürüttüğü görüşmelerde seçim sonrası için verdiği iddia edilen özerklik sözü ile ilgili kamuoyunu hazırlayıp alıştırmanın yeni bir adımı mı?
Bu durumu fuarın ilk günü stantları gezmeye gelen AB’den sorumlu Devlet Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da gördü, ama bir itirazı da olmadı.
‘Diyarbakır Government’ yazısı fuarın açıldığı 5 Mart’tan 8 Mart’a kadar öylece durdu.
Ta ki konu turizmgazetesi.com’da haber oluncaya kadar. Bu kez bakanlık apar topar Diyarbakır yazısının altındaki ‘government’ı sildi.
Bu olay Kültür ve Turizm Bakanlığı makamına getirilen Ömer Çelik’in esas görevi hakkında bazı soruların yeniden gündeme gelmesine neden olacak.
Biz Sayın Çelik’in mensubu olduğu partideki konumu ve Bakanlar Kurulu’nda görülenden daha önemli işleri olduğunu biliyorduk.
Nitekim göreve geldiğinden bu yana sektöre yaklaşımından hareketle biz onun ‘Suriye’den sorumlu Turizm Bakanı’ olduğunu daha önce söylemiştik.
ITB Berlin’deki ‘Diyarbakır government’ olayı, eğer Sayın Çelik’in bilgisi dışında gerçekleştiyse o başka. Ama bundan haberi varsa o zaman bu vesile ile kendisinin bir görevini daha öğrenmiş olduk...
Gerçi bu görevlerin turizm ile ilgisi yok. Oysa bu yazının konusu turizm fuarı ve Turizm Bakanlığı olmalıydı...
Berlin Fuarı’ndaki ‘Paralel devlet’imiz
Zafer Bey haklıdır!
ESKİ Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Bey, Tarsus’ta yaptığı bir seçim mitingi konuşmasında şunları söylemiş: “Nasıl bir zihniyetle mücadele ettiğimizi bu millet çok iyi görüyor. Sizlere anlatacağım çok şey var. Ama bunları bize bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım. Ama bunları yapan Müslümanım diye geçiniyorsa yazıklar olsun.”
Yani Bay Çağlayan diyor ki, Yahudiler, ateistler, Mecûsiler insan düşmanıdır. Bunu okuyup pes dememek, bunu okuyup kendisini toplum düşmanı ilan etmemek ne mümkün? Böyle tüm toplulukları külliyen tahkir eden bir cümleyi söyleyen bir insan nasıl serbest dolaşmaya devam eder anlamak mümkün değil. Bir de kendisinin çok kısa bir zaman önce ülkemizin bir bakanı olduğu aklıma gelince, inanın fena oluyorum. İyi ki ayrılmış!
Ama bu cümleyle Bay Çağlayan şunu da ima ediyor ki, onun için kendisine müteşekkirim: Dinler insanları birbirine düşman eder. En azından burada Zafer Bey haklıdır. Tarihin her sahifesi kendisine hak vermektedir.
Prof. Dr. A. M. Celâl ŞENGÖR
Başbuğ neden cumhurbaşkanı olmaz
Arkadaşın hassasiyetine saygı duyarım ama önemli olan retorik değil siyasi tavırdır.
Gezi olaylarında Başbuğ, Silivri’de yatıyordu, emekli düzeninde değil, “mapus” düzenindeydi. Çıkışta, iktidara söz söylememesi önemli değil, esas olan, söyledikleri. Kendisini mahkûm edenleri, “26 ayımı çaldılar” ithamı ile adeta hırsızlıkla suçladı. Emekli de olsa, bir Genelkurmay Başkanı’nın kendisini yargılayanları hırsızlıkla suçlaması, bir hukuk devletinde sözün bittiği yerdir, “içerdekiler de çıkacak” demesi ise iktidar dahil bugünün muktedirlerine “altı okka” muhtıra vermek ile eşdeğerdedir. (Büyükanıt’ın ‘çakma muhtırası’ yanında) Bu sözler, müebbed yemiş ve Yargıtay hükmünü bekleyen, yaşlı bir general için yeterince cesaret ihtiva etmektedir.
Cumhurbaşkanı olma hakkı bakımından ise, bu iktidar sistemi içinde, hapis yatmış ve müebbet mahkûmiyet hükmü ile bedel ödemiş bir kişi olarak kimseden bir eksiği yoktur. Bazı çevrelerce aday olarak değerlendirilmesi siyasal saflaşmada normaldir.
Sivil siyaset inancımızı muhafaza ederek, bu gerçekleri de tespit etmek durumundayız.
Sühan ÖZKAN-Hukukçu
Paylaş