Paylaş
Yasa ile neler mi olacak?
Tasarının kabul edilmesiyle PKK ile siyasi iktidar arasındaki OSLO görüşmeleri (yürürlükteki TCK’ya göre suç teşkil etmektedir. Sorumluların yargı önüne çıkarılması zorunludur) yasalaşırsa suç olmaktan çıkarılmış olacak.
Terör örgütü lideri ile İmralı-Kandil hattındaki haberleşmenin, terör örgütüne talimatların bu yolla iletildiği, güvenlik görevlilerinin ve sivil ölümlerin bu süreçte de devam ettiği göz önüne alınırsa, siyasi iktidar mensupları terör örgütünün hiyerarşik irtibatını sağlamış olmaları nedeniyle hukuki sorumluluk altındadır.
-Yasa tasarısının TBMM tarafından kabul edilmesiyle, yukarıda bahsedilen sorumluların yargı önüne çıkarılmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
-Türkiye Cumhuriyeti, milli mücadelenin meşruiyet organı ve örgütü olan, milletin temsilcilerinin teşkil ettiği TBMM tarafından üniter yapı, ulus devlet temelinde kurulmuştur. Olağanüstü çabalar sonucu ‘istiklal’e ulaşılmıştır.
Tasarı Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanırsa, Türkiye’nin bölünmesi ve Kürdistan’ın kurulmasının yasal temeli, uluslararası meşruiyeti ortaya çıkarılmış olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti gönüllü olarak milli devletten vazgeçip, parçalanmayı kabullenmiş mi olacaktır.
TBMM’nin kurduğu...
TBMM tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yine TBMM tarafından hukuken tasfiyesi ile TBMM dünyada ilk defa dağılmasını, tasfiyesini oylama ile gerçekleştirilen Meclis olma unvanına sahip olacaktır!
Av. Hüseyin ÖZBEK-İstanbul
Barosu Genel Sekreteri
1920’den 1994’e
23 NİSAN 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) milli mücadelenin meşruiyet organıydı. Meclis’in vekilleri bağımsızlık, özgürlük için parmak kaldırırlardı. Kurtuluş Savaşı zaferinin ardından kalkan o parmaklar Mustafa Kemal Paşa’yı cumhurbaşkanı yapmıştı. Üniter yapı, ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Cumhuriyet’in kuruluş kodlarının da simgesiydi.
Bazı hukukçulara göre, TBMM’de bugün kalkacak parmaklar, ilk dönem vekillerinin kurduğu “Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi” ile “Kürdistan’ın doğumunun” oylayacağı iddia ediliyor ve şöyle yorumda bulunuluyor: “PKK’nın meşrulaştırılması ile Fırat’sız, Dicle’siz, GAP’sız Türkiye’nin oylanmasında bakalım parmaklar nasıl kalkacak?”
H.Ö.
Eşit koşulların olmadığı bir yarış
BEKLENDİĞİ üzere AKP Mehmet Ali Şahin’in sunumuyla cumhurbaşkanı adayını Tayyip Erdoğan olarak ilan etti. Siyasal iletişim hocası Serdar Taşçı’ya ‘Cumhurbaşkanlığı için Tayyip Erdoğan ve diğerlerini’ sorduk. Dedi ki:
Bir siyasal iletişim hocası olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, diğer iki adaylık (İhsanoğlu ve Demirtaş) açıklamasının aksine hem organizasyon açısından hem retorik açısından kıyaslanmaz zenginlikte bir adaylık açıklaması oldu.
‘İktidarın maddi gücü var, o yüzden bunu yapabiliyor’ açıklamalarını haksız buluyorum. Ortada çok başarılı bir iletişim çabası var. AKP kitle iletişiminin gücünü kavramakla yetinmiyor, o gücü en etkili biçimde kullanma yöntem ve araçlarını da uyguluyor.
Üç adayın ekranlara yansıyan görüntüleri kıyaslandığında iyi bir aday olmasına rağmen İhsanoğlu’nun, Erdoğan ve Demirtaş’a kıyasla ne kadar hazırlıksız olduğunu anlamak zor değil.
Plansız ve silik bir tonda ekrana çıkmanın iyi bir reklam olmadığı kanaatindeyim.
12 yıldır ülkeyi (İstanbul’u sayarsak 20) yöneten Başbakan’ın hâlâ ‘Eski Türkiye’ diyerek propaganda yapabilmesinin bir muhalefet eksiği olduğu düşüncesindeyim.
Yeni siyasetçi İhsanoğlu’nun ılıman, ortacı ve ne şiş yansın ne kebap yaklaşımlarının ondan beklentileri karşılayamayacağı açık.
Daha önce defalarca yazdım; illa Erdoğan olması, dayatması ters teper ve bu inat Erdoğan’ın oyunu arttırır.
Bugünkü konuşmasını öyle bir retorikle yaptı ki; sanki % 10 seçim barajı ve YÖK’e kadar 12 Eylül darbe kurumlarına yaslanmıyormuş gibi hem klasik tabanını ‘tutkal etkisi’ ile sağlamlaştırdı hem de statüko karşıtlarına ‘Vay anasını garibin başına ne çoraplar örmüş sistem’ duygusu yaratarak demokratik vicdan oluşturdu.
İhsanoğlu ise 90’larda kalmış bir laiklik ve Atatürkçülük kavgası üzerine çekilerek ve odaklanarak ne kadar Atatürkçü olduğunu ispatla uğraşıyor.
İhsanoğlu, ülkemizi hepimizden çok sevdiklerini iddia eden ve toplumda karşılığı olmayan marjinal ulusalcıların oyununa kapılıp ‘Atatürkçülük’ tartışmasına devam ederse oyunu baştan kaybeder. Ama eğer, daha çağdaş, daha özgürlükçü ve adil bir devlet yönetimi iddiası ile toplumla buluşursa şansı olabilir. Aksi halde Yeni Türkiye’de, Erdoğan’ın ‘Eski Türkiye düşmanlığı’ tutar.”
Vesayet ve kudsiyet… Erdoğan’ın ‘demokrasi tramvayı’ artık depoya!..
PARTİSİNİN hazırladığı gösterişli bir törenle, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığı açıklandı. Erdoğan, artık, uzunca sayılacak yıllara yayılan siyasi mücadelesinin son durağına gelmiş bulunuyor. Erdoğan, demokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanarak siyasi kariyerini geliştirdi ve son merhale olarak, cumhurbaşkanlığı seçimine giriyor. Cumhuriyet tarihinde dini "siyasal olarak" en uç noktada kullanan bir siyasi akımın, halkta en çok karşılık gören siyasetçisi olarak, cumhuriyetin ana aksını etkiledi. Türkiye bugün 12 yıl öncesinin Türkiyesi değil… Toplumsal doku değişti, dindar/muhafazakar olarak tanımlanan, özünde, çoğunlukla cumhuriyet değerleri ile uyuşmayan zihniyet bütün toplum katmanlarında ve bürokratik mekanizmalarda etkili hale geldi.
Sadece Erdoğan’a bağlı bir medya ve bir sermaye sınıfı oluşturuldu
Çankaya’ya giden yolu yarıladığını düşündüğü için olsa gerek, söylemi değişti, MÜSİAD’ın iftarında, "ezelden gelip ebede giden kutlu bir davanın mensuplarıyız" dedi.
Aday gösterildikten sonra yıllardır yaptığı mağduriyet söylemini tekrarladı ve artık iyice ‘kabak tadı’ veren ‘vesayet’ iddialarına değindi ve seçilmesi durumunda vesayet dönemlerinin sona ereceğini ileri sürdü. Seçilmesi haline adeta kudsiyet izafe etti ve her şeyin ‘güllük gülistanlık’ olacağın iddia etti. Yeni Türkiye’nin ayak seslerinden bahsetti, adeta siyasi parti lideri bir başbakan, bir cumhurbaşkanı adayı gibi değil, ‘El Ezher Müftüsü’ edasıyla konuştu, din vurgusu artık iyice siyasetin önüne geçmiş gözüküyor… ‘Siyasi cihat’ın son hedefi olan, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa Çankaya’yı bir ‘fetva makamı’ olarak kullanacağını tahmin etmek zor değil…
Erdoğan, cumhurbaşkanlığı durağında, kendisini bugünlere taşıyan demokrasi tramvayından, muhtemelen inecek ve demokrasi tramvayı depoya çekilecek, ‘kendisinin jargonuyla’, bundan sonra Allah yar ve yardımcımız olsun.
S.Ö.
İstanbul’a acil su planı şart
İSTANBUL’da yağışların az olması nedeniyle aylardır baş gösteren meteorolojik kuraklık barajlardaki su doluluk oranının yüzde 23,87’e düşmesiyle hidrolojik kuraklığa dönmek üzere. B planı Sakarya’dan… Orman ve Su İşler Bakanı Veysel Eroğlu, en başından beri yaz aylarında su sıkıntısı yaşanması ihtimaline karşı “A,B,C planımız var” diyordu.İki gün önce B planını açıkladı. Buna göre, İSKİ, Sakarya Nehri’nden Melen hattıyla İstanbul’a su taşımaya başladı. Su alma noktası, Karasu İlçesinin Tuzla Mahallesi’nde bulunuyor. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Başkanı Emine Girgin ve ‘Su Politikaları Uzmanı’ ve eski DSİ Yöneticisi Dursun Yıldız, Sakarya’da getirilecek suyun sadece bu yazı kurtaracağını ancak kalıcı bir çözüm olmadığını belirttiler. Kaçak su kaybına karşı önlem alınması ve ekolojik çözümler üretilmesi gerektiğine dikkat çektiler.
SU HAVZALARI TEHLİKEDE
Emine Girgin, kuraklığa karşı su havzalarının korunması gerektiğini ancak 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi büyük projelerle su havzalarının yok edildiğini belirtti.
“Önce Melen’den su getirdiler. Ama yetmedi şimdi de Sakarya’ya yöneldiler. Başka havzalardan su taşımakla İstanbul’un su sorunu kalıc olarak çözülemez, en fazla bu yazı kurtarırlar. Üstelik bu taşıma su diğer havzaları da yok ediyor. Ayrıca İstanbul’u etkileyen meteorolojik kuraklık Melen ve Sakarya gibi bölgeleri de etkiliyor.
TERKOS’TA BÜYÜK TEHLİKE
“Öncelikle İstanbul’un su havzalarının korunması gerek. Ancak kentin en önemli su havzası Terkos Gölü 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi mega projelerle yapılaşmaya açılarak yok edilecek. Bunun yanında Türkiye’de yüzde 30 gibi şebekelerde kaçak su var. Bunun düzeltilmesi için de bir çalışma yapılmıyor.”
SPEKÜLASYON YAPILMAMALI
Dursun Yıldız, durumun daha da kötüleşmesini önlemek için Melen Barajı tamamlanana kadar ‘Tasarruflu Acil Su Yönetimi Planı’ uygulanması gerektiğini belirtti.
“DSİ Melen projesini 10 yıl önce planlayıp yapmasaydı İstanbul şimdi susuzdu. Bugün de uzun erimli ve sürdürülebilir plana ihtiyaç var. Bu günlerde Sakarya Nehrinden yapılan takviye acil çözüm olarak kullanılabilir. Ancak sürekli olmaz.
“İstanbul bu yazı atlatsa bile önümüzdeki su yılında boş depolarla girecek. Önümüzdeki yılın kurak geçmesi durumunda su krizi çıkar. Ancak akılcı ve bilimsel çözümler aranmalı. Su sorunu spekülasyondan uzak ele alınmalı. Çözüm önerileri ise ekosistemi bozmayan sürdürülebilir öneriler olmalı.
“İstanbul’a halen günde 2,5 milyon m3 su veriliyor. Bunun şebekede kaybının en aza indirilmesi çok önemli. Bugünkü durumun daha da kötüleşmesini önlemek için İstanbul’da Melen Barajı tamamlanana kadar ‘Tasarruflu Acil Su Yönetimi Planı’ uygulanmalı.”
Dursun YILDIZ
Sivas katliamının 21. yılında laikliğin önemi
21 yıl önce 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta Madımak Otelinde yakılarak katledilen 35 toplumcu, yurtsever, aydınlanmacı yazar, aydın ve ozanımızı unutmadık, unutmayacağız. Onları yakan ve yaktıranlar, aydınlanma ve bilim düşmanı dogmatizmin karanlığının sürmesini isteyenlerdir.
Sivas katliamı, 16 Şubat 1969 tarihindeki Kanlı Pazar’dan, 1 Mayıs 1977 katliamından, Aralık 1978’deki Maraş katliamından, Mayıs 1980’deki Çorum katliamından 1993’e ve günümüze dek uzanan anti-demokratik yapı ve katliamcı geleneğin en vahşi icraatlarının arasında yer almıştır. Bu gelenek ülkemizdeki ilerici, aydın kesimlere karşı tahammülsüzdür, zira toplumun aydınlanmasını istememektedir. Sivas katliamı öncesi ve sonrasında, Orhan Yavuz’dan Bedrettin Cömert’e, Turan Dursun ve Hrant Dink’e kadar birçok aydın, demokrat insan bu nedenle katledilmiştir. Dinci-mezhepçi gericilikle milliyetçilik iç içe geçmiş bir şekilde sömürü zincirine, emperyalizme ve faşizme hizmet etmektedir.
21 yıl önce Sivas’ta gerici-yobaz bir güruhu aydın ve sanatçılarımıza karşı kışkırtıp katleden gericilik, bugün de benzer yalanlar ve kışkırtmalarla işbaşındadır. Türkiye’ye aydınlanma ateşini yayan insanlar hemen her dönem camilere, Kuran’a, ulusal bayrağa karşı eylem yapacakmış/yapıyormuş gibi gösterilmiş, güdülmeye açık bir güruh böylece halkın yanında saf tutanların üzerine yönlendirilmiştir. Benzer yalan, tahrik ve kışkırtmaların Taksim Gezi Parkı direnişi sırasında bizzat iktidar ve yandaşı medya tarafından yapıldığı ancak gerçeğin üzerinin örtülemediği bilinmektedir.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası, Sivas katliamının 21. yılında gericiliği ve faşizmi lanetlemekte, bağımsız, eşit, özgür, demokratik, laik, başka bir dünya ve başka bir Türkiye özlemini kamuoyu ile paylaşmaktadır.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu
Paylaş