Paylaş
SİYASET bilimcisi Serdar Taşçı’ya “Türkiye’nin cumhurbaşkanı tercihi ve muhalefet sorunu üzerinde ne düşünüyorsun” dedik. Çünkü 2 Temmuz’da cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili öngörüleri yazdığı yazıda, ‘Anti-Erdoğan’ paktının ve ‘Çatı Aday’ çabasının Erdoğan’ı güçlendirerek ilk turda cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayacağını dile getirmişti. Dün tam bu sonuç alındı.
Taşçı’yı okuyoruz:
Cumhurbaşkanlığı seçimini kullanılan oyların % 52’sini alan Erdoğan’ın kazanması olumlu ve olumsuz pek çok tepkiyle karşılandı. Olumlu tepkinin başını ‘siyasi ve ekonomik istikrarın devamı düşüncesi’ çekerken, olumsuz tepkiler: 1) Zaten devlet imkânlarını kullanıp muhalefetçe ‘haksız’ bir kampanya yürüttüğü düşünülen Erdoğan’ın seçime katılımın düşük olması nedeniyle zorla % 50’yi aştığı ve 2) Muhalefetin yanlış aday gösterip yetersiz örgütlendiği noktasında odaklandı.
Şimdi bu iki eleştiriyi yorumlayalım:
Rejimin adı demokrasi olduğuna ve demokraside lehte oy verme kadar aleyhte oy verme ve hatta oy vermeme söz konusu olduğu için sandığa gitmeyen seçmene kimsenin kızma hakkı yoktur.
Oy vermeyenleri dahil edip Erdoğan’ın % 52 oyunun aslında % 37 olduğunu savunmak da demokrasi düşüncesi ile bağdaşmaz. Tersini düşünürsek, muhalefet adaylarından biri bu katılım oranıyla seçimi alsaydı aynı tezler ona karşı kullanılacak mıydı? Hayır.
Katılımın düşük olması nedeniyle, cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ı seçimden mağlup çıkmış ilan etmek veya oy vermeyenleri CHP veya MHP seçmeni sanmak ise ayrı bir garabet.
‘CAHİL VE DUYARSIZ’
Aslında oy vermemek ile seçime katılmamak farklı şeylerdir. Oy kullanmaya gitmeyen seçmenin belli bir kısmı bilinçli bir tercihle bu seçime katılmış da sayılabilir. Seçmenin bu mesajını hem iktidar ve muhalefet olarak her partinin hem siyaset sosyolojisinin okuması gerekiyor. Özellikle muhalefetin bu mesajı iyi okuyup kendi iç kısır çekişmelerini aşıp gerçek anlamda yeniden yapılanması gerekiyor.
Demokrasi lehte ve aleyhte sonuçlar doğurur. Her iki sonuç da iyidir. İlkinde sistem işler, ikincisinde sistemin işlemediği görülür. Sistemin işlemediği görülünce bunun nedenleri bulunur ve o nedenler yok edilmeye çalışılır. Muhalefet partileri şimdi bununla başa çıkmak durumundalar. Bununla uğraşmayıp halka ‘cahil veya duyarsız’ diyerek demokraside yol almak mümkün olmuyor. Bir kişinin 3 genel, 3 yerel, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı olmak üzere üst üste 9 seçimi kazanması da bunu doğruluyor.
Muhalefetin başarısızlığını:
1) Seçimi kazanana küfrederek... 2) Halka cahil ve duyarsız diyerek... 3) Hız alamayıp ‘Demokrasi bu mu ya’ diyerek yorumlamak da hiçbir makuliyet ve pratik fayda içermez. Yine muhalefetin parti örgütleri ve politikalarını tartışmadan hemen seçim başarısızlığı anında adaylarına ilişkin tartışma başlatmaları ya da liderlerine ‘istifa çağrısı’ yapmaları da hiçbir pratik fayda taşımaz.
Herkes için adalet, demokrasi ve özgürlük istiyorsak, ki güçlü ve yeni Türkiye ancak böyle olur; ister sağ ve liberal, ister sol ve sosyal demokrat, isterse de muhafazakâr olsun, her siyasi partinin: 1) Demokrasi 2) Dünyadaki gelişmeler 3- Halkın duyarlılıkları ile ilişkilerini sıkılaştırmaları gerekiyor. Aksi halde her şey lafta kalır: Demokrasi, Adalet, Özgürlük, Barış, Kardeşlik... Güçlü Erdoğan’ın önünde zorlu bir mücadele dönemi var.
Pirus zaferi!..
BAŞBAKAN son seçimi de kazandı, sandıklarda hiç kaybetmeden Cumhurbaşkanlığı’na çıkıyor.
Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri tabii siyasi atmosferin içinde değil, ağırlıklı olarak cemaat yapılanmasının hedefe konduğu ve yolsuzluk iddiaları arasında cereyan etti. Başbakan, kurucusu ve sürükleyicisi olduğu siyasi hareketin temel motivasyonunu, yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele üzerine kurdu.
Düzmece olduğu Anayasa Mahkemesi’nce saptanan davalar ile vesayet kavramı ile kodlandırılan yasaklar, ki başta türban geliyor, gündemden düştü, eğitim ve sağlıkta, yapılan düzenlemeler ile yoksulluk ile mücadele hedefinde ilerlemeler kaydedildi.
Bazı bakanların ve yakınlarının karıştığı yolsuzluk soruşturmaları ve başbakan ve yakınları hakkındaki dinlemeler ile sihir bozuldu ve yolsuzlukla mücadele ayağı çöktü. İddialar vahim!... Başbakan (yeni cumhurbaşkanı) mücadeleyi sertleştirmeye kararlı, yolsuzluk konusunda bu evsafta iddialara muhatap olmak hem kariyerini zedeliyor hem de vitesi büyütmesine engel. Son seçimi de kazandı ama, isimsiz ve siyaset dışı bir adaya karşı, bütün devlet imkânlarını arkasına alarak ve olağanüstü gayretine rağmen % 50 bandını zor geçmesi, meşakkatli bir Cumhurbaşkanlığı dönemine işaret gibi... Eski Grek dönemlerinden bu yana, “yenilmeye mahkûm galibiyetler”, “Pirus Zaferi” olarak tanımlanıyor.
Yeni Cumhurbaşkanı’nın önünde, başbakanken yaptığından daha zorlu bir mücadele var...
Arınç’a Davutoğlu üzerinden kazık mı atılıyor
AKP’de gizli savaş
ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanmasının ardından siyasi kulisler kaynamaya başladı. Söylenen o ki; seçim ertesi toplanan MKYK’da başbakan ve parti genel başkanının ismi üzerinde sıkı bir tartışma yaşandığı kulislerde dillendirilmeye başlandı.
Hüseyin Çelik’in MKYK’da Erdoğan’ın başbakan ve parti genel başkanı olarak Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu işaret ettiğini söylemesi üzerine, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın çok sert tepki verdiği söyleniyor. Arınç’ın, genel başkanlığın Gül’e verilmesi gerektiği, aksi takdirde partinin zor durumda kalacağını söylediği bildiriliyor. Arınç, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı da Erdoğan ile yaptığı belirtilen ve kendisinin kısmen doğruladığı bir konuşmada, “Ya siz olun ya da Abdullah Bey. Üçüncü olarak ben aday olurum” mealinde bir konuşma yaptığı hatırlardadır.
İddiaya göre, Arınç açıkça dillendirmese de genel başkanlığın ve başbakanlığın kendi hakkı olduğuna inanıyor ve mesajını Gül üzerinden veriyor.
Yine kulislerde söylenenlere göre, Arınç’a başbakanlık sözü çok önceden verilmiş. Kulislerde bu söylentiler AKP içinde yeni bir krizin başlangıcı olarak yorumlanıyor.
AKP’ye yakın bir dostumuzun “Arınç’ın, Erdoğan’la Pensilvanya arasında uzun süre arabuluculuk yaptığı, ancak bunun Erdoğan tarafından pek kabul görmediğini de ihmal etmeyin” diye konuştuğunu da dikkate almak gerekiyor. Ama siz yine Gül, Arınç, Babacan’ı izleyin; buna karşılık M. Ali Şahin, Hüseyin Çelik, Ömer Çelik ve Ahmet Davutoğlu’na da daha başka bir gözle bakın!..
Erdoğan, seçmenin %37 oyunu aldı
20 kadar anket kuruluşu, binlerce anketör kullanarak (sözde) binlerce yurttaş ile görüşerek, en alttaki % 54, en üstteki %60 olarak sonuçlar açıkladılar.
Benim herhangi bir elemanım yok.
Ama 1970’ten bu yana %100 nesnel olarak, hiç bir duygusallığa kapılmadan Türkiye’yi izlediğim ve sürekli pek çok değişik kaynağı okuduğum için, bu seçim için yaptığım öngörüm de %100 gerçekleşti.
Seçime katılım %75’in altında kaldığı takdirde Erdoğan 1. turda %52 ile seçimi kazanacak, dedim. Ve bu öngörülerimi 35 köşe yazarına da gönderdim.
Ve eğer seçime katılım %76 olsaydı (bunlar Matematik konusu) seçim 2. tura gidecekti. Erdoğan bu durumda % 49’da kalacaktı. 2. turda Erdoğan, Demirtaş’ın %10 (3,8 milyon) oyuna talip olacaktı. Neler karşılığında?
Bunları düşünen YOK ne yazık ki...
Mutlaka Cumhurbaşkanı olmayı kafaya koymuş Erdoğan, acaba Demirtaş’ın oyları için neler verecekti?
Ve o oylarla birlikte 2. turda Erdoğan %59-60 oy alacaktı.
O oy oranı ile ülkede ve AKP’nde pek çok şey daha farklı olacaktı.
10 Ağustos 2014 Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimi için olabilecek, olması gereken en iyi sonuç ortaya çıkmıştır.
Erdoğan toplam seçmenin %37’sinin oyunu almıştır.
Bu oy oranı ile o koltukta uzun süre oturamayacağı görülecektir.
Hiç bir ülkede bir devlet başkanı, bir Cumhurbaşkanı % 37 oy ile o koltukta uzun süre oturamaz.
Semih KALKANOĞLU-Araştırmacı yazar
Ben o mühürsüz torbaları gördüm; midem bulandı yine!..
İSTANBUL’un Çekmeköy İlçe Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak Sandık Kurulu Başkanlarına içinde zarfların, oy pusulalarının, mühür ve diğer malzemelerin olduğu torbaları Perşembe gününden itibaren ve en önemlisi mühürsüz olarak teslim etmiştir. Seçim günü sandık kurullarının önünde mühürlü torbanın açılması gerekirken, torbalar açık olarak sandık kurullarının önüne gelmiştir. Sandık kurulunun sayıp mühürlemesi gereken zarf ve oy pusulalarını bir kısım sandık kurulu başkanları önceden evlerinde açmış ve mühürlemiştir. Bir çok sandık kurulu üyesi torbaların açık geldiğini tutanak defterlerine not ettirmiş ve zabıt altına aldırmıştır. Hemen akla şu sorular gelmektedir; acaba İstanbul’un başka ilçelerinde de ilçe seçim kurulları böyle mi yapmış ve mühürlü olması gereken torbalar mühürsüz mü verilmiştir. Böyle bir uygulama kötü niyetli kişilerin seçim öncesi sandık kurullarının mühürlerini kullanmayı ve bir takım oy pusulalarının önceden hazır hale getirilmesini sağlayabilir. Hele hele bu uygulama ülkemizdeki tüm illerde yapılmışsa seçimin güvenirliği üzerine gölge düşmüş demektir. (18 milyon oy pusulasının fazladan niye bastırıldığı da sık sorulan sorulardandır.)
Aldığımız haberlere göre konu CHP İstanbul İl Başkanlığına intikal ettirilmiş ve konunun hukuki yönlerinin incelenmekte olduğu öğrenilmiştir.
(Bu yazıyı eski bürokrat bir karı-kocadan aldık, bize yazıyı internetten geçmeye korktu; çünkü haklarında bir işlem yapılmasından endişe ediyordu. Ve bu metni bir yakını ile elden gönderdi. Oylamada sahtekarlık yapıldığına inanıyor; ancak bunları kayıt altına alacak belgeye kimsenin imza atmadığını söylüyordu. Daha sonra ‘hile’nin ne demek olduğunu anlattı ve telefonu kapattı.)
Paylaş