Bir Kemalist aydın: A. Taner Kışlalı

“KATLEDİLİŞİNDEN bu yana 11 yıl geçen Prof. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim’de (bugün) anılacak. Türkiye’nin önünü aydınlatan çok güçlü bir ışığı söndürmeyi hedefleyen bu cinayetin işlendiği 1999’dan bu yana her yıl, her yerde anma törenleri yapılıyor. Bunların bazılarında “faili meçhul bir cinayet”ten söz ediliyor.

Haberin Devamı

Hatırlatmakta yarar olabilir: Prof. Kışlalı’nın öldürülmesinin ardından Türk emniyet ve istihbarat birimleri çok yoğun ve etkili çalışmalarla, bu cinayette maşa olarak kullanılan katilleri yakaladılar ve adalete teslim ettiler. Suikast kararının İran İstihbarat Bakanlığı’nda, Tahran’daki mollalar rejimi tarafından verildiği, maşaların Tahran yakınlarında eğitildikleri, yönlendirildikleri ve silahlandırıldıkları, Türkiye’ye gönderildikleri, İranlı ajanlar tarafından desteklendikleri itiraf ve belgelerle kanıtlandı. Nitekim Türk adaleti, kararında maşaları ağır hapis cezalarına çarptırırken, gerçek suçluların Tahran’daki rejim bünyesinde bulunduklarını ifade etti.
Bu, İran’daki mollalar rejiminin Türkiye’deki ne ilk, ne de son cinayetiydi.
Kışlalı cinayetini hafızalara “faili meçhul” olarak algılatmak yanlışlık ve haksızlık olabiliyor.
Üzücü olan bazı unsurlar var:
Türk Devleti, kendi güvenlik birimlerinin somut bulgu ve kanıtlarına, kendi Yargı Gücü’nün çok ayrıntılı ve açık kararına rağmen, zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer hariç, İran’a karşı tepkisiz ve etkisiz kalmıştır.
Yıllar geçerken, “faili meçhul” yaklaşımının ön plana çıkarılmasıyla kafaların karıştırılması, hafızaların yanıltılması söz konusu oluyor.
Yakın geçmişte, saygınlığı tartışmalı bir televizyon kanalında, sözde “Kışlalı’nın anısına” hazırlanan bir programda, aile fertlerinin yayınlanmak sözüyle kayıt edilmiş ifadeleri görmezden gelinerek, “faili meçhul” saptırması bir kez daha ön plana çıkarıldı, ardından da olay “Ergenekon” karmaşasına bağlanarak, “Kendileri öldürdüler, kendileri gömdüler” ifadesiyle noktalama yapıldı.
Prof. Kışlalı’nın katledilmesi şüphesiz sadece Tahran’daki rejimin mutluluğuyla sınırlı kalmadı. Okyanus ötesinden, Batı Avrupa’dan da sevinçli sesler duyuldu. 35 yıl yurtdışında yaşamış, 30 yıl Türk basınına çalışmış bir gazeteci olarak, Türkiye’nin dış düşmanlarının nerelerde neler yaptıklarını; tekerlere çomak sokmak için nasıl bir dayanışma içinde olduklarını iyi görenlerdenim.
Ne diyordu Kışlalı:
“Bir din devleti kurmak isteyenlerin önündeki en büyük engel Kemalizm. Türkiye’yi etnik kökenlere göre parçalamak isteyenlerin önündeki en büyük engel Kemalizm. Ve “yeni mandacı” numaracı cumhuriyetçilerin önündeki en büyük engel gene Kemalizm...”
Prof. Kışlalı, çok güçlü, etkili ve tutarlı bir Kemalist aydın olduğu için öldürüldü.
“Prof. Ahmet Taner Kışlalı ve Kemalizm” isimli kitap, sadece Kemalistlere değil karşıtlarına da bir hizmet olsun diye kaleme alındı. Tartışmalar, değerlendirmeler ve yargılamalar bilgi temelinde olsun; terörizme, komplo senaryolarına, cehalete meydan bırakılmasın; zaten Kemalizm’in temelinde bulunan hoşgörü ve diyalog unsurları ön plana çıksın diye...”  Sıtkı ULUÇ

Haberin Devamı

Kral çıplak

Haberin Devamı

ANAYASA hukuku uzmanı Av. Dr. Tuncer Özyavuz, yazdığı makalede şöyle diyor:
“Bakanlık listesi kazandı” 19 Ekim 2010 tarihli gazetelerde yer alan bu haber her şeyi anlatmaya yeterli. Seçim beklendiği gibi sonuçlanmıştır.
Hakim ve savcılar, Adalet Bakanı’nın belirlediği isimleri seçtiler.
Ben basında yazılanlara pek kulak asmıyorum. Yok hakim ve savcılara baskı yapmışlar, yok hakim ve savcılara çeşitli vaatlerde bulunmuşlar. Çünkü bende siyasi iktidarın bunları yapabileceği şeklinde bir kanaat, siyasi iktidarın yargıya yaklaşımını ortada olduğu için zaten var.
Benim asıl ilgilendiğim, hakim ve savcıların her şeye rağmen nasıl olup da “bakanlık listesi”ne oy verdiği.
Hakim ve savcılarımız, siyasi iktidarın “yargı politikalarını” beğeniyor olmalı ki oy verdiler!
Bu durum karşında, bize düşen...”

Haberin Devamı

‘Yenilenebilir’lerde fiyatlar ne olabilir

2005’lerden beri Türkiye’nin gündemine girmiş olan ama Meclis’te her dönem birtakım eller tarafından ‘engellenen’ bir konu vardır; yenilenebilir enerji... Bu kanun çıkartılmış ama rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütleye dayalı üretimler gündeme geldiğinde bu konudaki yatırım girişimleri ‘üvey evlat’ muamelesi görüyor.
Bu konu çok yakınmalar alıyor.
5346 sayılı YEK Kanunu üzerinde değişiklik yapan tasarı 2009 tarihinden beri görüşülemiyor. Geçen yıl Meclis tatile girmeden önce yasalaşacaktı, ancak Devlet Bakanı Ali Babacan tasarıyı beklettirdi. Bu yıl referandum nedeniyle tasarı yine görüşülemedi, ki Meclis gündeminin ilk üç sırasına girmesine karşın...
Bu tasarının içinde en önemlisi, biyokütleye dayalı elektrik üretimi...
Türkiye’de 73 milyon kişi yaşıyor; 20 milyon dolayında turist geliyor. Oluşan çöp günlük 80 bin ton... Yılda 292 milyon ton çöp, ‘vahşi depolama’ yöntemiyle depolanıyor. Bunların çıkardığı metan gazı, küresel ısınmanın bir nedeni... Bitkisel atık yağların lavabolar yoluyla denize ve karasulara karışması bir de bunların bazı eller tarafından arapsabunu ve hatta normal yağlara karıştırılması... Bu yağlar neden enerji üretiminde kullanılmaz.
Teşvikler sağlanmaz. Almanya’dan bir dostumuz gelmişti, ona sorduk;
“Almanya’da 1000 biyogaz tesisi var, hepsi ve atık yağlarını elektrik üreterek bertaraf ediyor” dedi.
TASARI YETİŞİR Mİ
Enerji Bakanlığı’nın tasarısı bu dönem yetişir mi?
AKP içinden bazı çevreler zaman itibariyle yetişmeyebileceğini söylerken, bakanlıktan bir kaynağımız “Yılbaşına kadar çıkacak. Bakanımız hafta sonunda dahi tasarı üzerinde çalıştı” dedi.
Yatırımlar için verilen enerji fiyatlarının yaklaşık şöyle olabileceği belirtiliyor:
Rüzgâr 5.5 Euro/cent; Jeotaral 8 Euro/cent; Güneş 10 Euro/cent; Biyomas 13 Euro/cent
Bu konuda bir müteşebbis şöyle diyor:
“Kanun çıksın bu fiyatlar makuldür. Bunun dışında gelenler devlete yük getirir, yurtdışındaki teknolojiye destek anlamına gelir.”

Yazarın Tüm Yazıları