Paylaş
ÇEVRE ve Orman Bakanlığı, atık motor yağlarının bertaraf edilmesi için 2004’te kota uygulamasını getirdi.
Bitkisel yağların atıkları için de 2005’te bir kontrol yönetmeliği çıkarıldı; ancak ‘kota’ koşulu getirilmedi.
İşte vahim durum burada başlıyor.
AB uyum yasaları bazı koşullar getiriyor.
Motor yağı üreten, ithal eden ve pazarlayanlar, bunların atıklarını bakanlığın yetkilendirdiği Petrol Sanayi Derneği (PET-DER) eliyle toplattırıyor.
Bu atıkların geri kazanım yoluyla bertaraf edilmesi gerekiyor.
GÜNÜN SÖZÜ
Bugün bu kota %30 oranında... Bununla yılda 50 bin ton atık motor yağı toplanıyor.
“İnsanlığın iki tür ahlakı vardır; Biri, sözünü edip uygulamadığımız, diğeri de uygulayıp sözünü etmediğimiz.”
(Bertnard RUSSELL)
Atık motor yağları genellikle çimento fabrikalarında yakıt olarak kullanılıyor.
BİTKİSELDE NEDEN YOK
Bitkisel yağ üreticilerinde bir kota şartı olmadığı için 2005-2008 yılları arasında toplanan bitkisel atık yağ miktarı 12.700 tondur.
Şu örneğe bakarsak;
- Türkiye, yılda 1.500 bin ton bitkisel yağ tüketiyor; bundan 350 bin ton atık yağ çıkıyor.
- Aynı şekilde 400 bin ton motor yağı tüketiliyor, bunun %30’u kota uygulamasından dolayı zorunlu olarak toplatılıyor.
AB ve ABD’de ise kota ile toplatılan bu yağlar biyodizel veya dizel motorlarda yakılarak elektrik, sıcak su ve buhar üretiliyor. (Yenilenebilir enerji üreterek atıkları bertaraf ediyorlar.)
Bizde niye atık kızartma yağlarının doğayı kirletmemesi için özen gösterilmiyor? Denizlerimiz, göl ve nehirlerimizin daha da kirlenmesi için mi?
Yazık, bu konuda çıkartılan kanunla iştihalar kabartıldı ve 350 bin ton atık yağ var diye biyodizel tesisleri kuruldu... ÖTV’nin yüksekliğinden ötürü de kimse biyodizel üretemediğinden 300 milyon dolarlık tesisler boş duruyor.
Türkiye’de motor yağı üreticileri gibi bitkisel yağ üreticileri de niye bu yağların toplanmasında toplayıcı firmalara destek vermiyorlar?
Çocuklarımızın geleceğine sahip çıkalım...
Neden teşekkür!
BİR vatandaş olarak ülkemizde ve bulunduğumuz yerde yaşadığımız olumsuzlukları kendimize yakın bulduğumuz ulusal basınımıza gönderiyoruz.
Milletvekillerimize de gönderiyoruz. Ancak vekil adreslerinin neredeyse 4/3’ü geri geliyor. Bir tek Kemal Kılıçdaroğlu’ndan cevap geldi, onu da sanırız özel kalemi cevaplıyor.
Gönderdiğimiz basın mensupları içerisinde bir tek sizin köşenizde sesimizi duyurabiliyoruz.
Sadece bilmenizi istedim.
Gösterdiğiniz ilgi ve değere teşekkür ederim.
Tülay HERGÜNLÜ
Hangi yazar ve programcıya ne para verildi
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a “1- AKP iktidarları döneminde TMSF’nin el koyduğu kurumlar hangileridir? (medya grupları, basın yayın organları, sair işletmeler dahil olmak üzere), 2- El konulan mal varlıklarından satış suretiyle paraya çevrilenler hangileridir? Bunlar kime, hangi bedelle satılmıştır? 3- Medya gruplarında ve basın yayın organlarında kimler program yapmaktadır? Hangi yazara ya da programcıya hangi bedeller ödenmektedir? Bu görevlendirmeler ve ödemeler yapılırken hangi ölçüler esas alınmaktadır?” diye sorduğunu... CHP Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e “Deniz Feneri Davası’nı gündeme getirerek, savcıların, halen Almanya’da cezaevinde olan kişilerden Türkiye bağlantıları ile ilgili sorgulama yapıp yapmayacağını” sorduğunu...
Bu kadar bölünmüş başka ülke var mıdır
TÜRKİYE kadar, halkı herhangi bir nedenle kutuplaşmış bir ülke var mıdır?
Her alanda (dinde Alevi-Sünni, siyasette laik-antilaik, cumhuriyetçi-2. cumhuriyetçi, ulusalcı-AB’ci, milliyette Türk-Kürt, Laz, Çerkez vb., kadında türbanlı-türbansız, AKP’ye gore zenci-beyaz,) bölünen halkımız en son olarak da aşı isteyenler-istemeyenler ayrımına uğradı.
AKP’yi mesela Afganistan’a göndersek herhalde Taliban ve El-Kaide’yi bir ayda böler ve birbirine düşürür.
Aslında ABD’nin bu fikre şimdiye kadar sıcak bakması gerekirdi.
Biz de kurtulmuş olurduk.
Av. Hüsnü TURANLI
Yılın uyarısı
2009 yılının sonuna geldiğimiz şu günlerde, hükümetin demokratik yönetim anlayışını en açık bir şekilde ortaya koyan ve birinci ağızdan söylenmiş olan aşağıdaki iki ifade, sanırım her bakımdan (aynı zamanda vatandaşlar için de) ‘yılın uyarısı’ olarak siyasi tarihe geçecek niteliktedir.
TBMM Genel Kurulu’nda gerçekleştirilen 2010 yılı bütçe görüşmeleri sırasında, Sayın Başbakan konuşmasına devam ederken, CHP sıralarından sürekli laf atılması üzerine, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’i “Sayın Başkan, siz mi susturacaksınız, ben mi susturayım?” şeklinde ikaz etti. Gerçi Sayın Şahin daha önceki oturumlarda daha sertlerine muhatap olduğu için, bu uyarıyı hafif atlatmış oldu.
Yine Sayın Başbakan, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a da, “Grubuna hakim ol, sen olamıyorsan, biz olalım” şeklinde zarif (!) bir uyarıda bulundu.
Metin YAYKINLIOĞLU
Sözleşmeli öğretmenler
SÖZLEŞMELİ öğretmenler isyan halinde; kulak verelim.
“Eski Bakan Hüseyin Çelik aralık 2008’de, sözleşmeli öğretmenlerin vermiş olduğu hizmet yılına göre kadroya geçirilme sözü vermişti. O Çelik’in mi, AKP iktidarının sözü müdür? Evet yanıt bekliyoruz. Elif DENİZ
-SÖZLEŞMELİ öğretmenim. Yaklaşık 4 yıl oldu. Yeter artık süründüğümüz, emeklilik hakkımız yok, tayin hakkı yok. Artık duyun sesimizi. Bize yapılan bu haksızlığa bir dur deyin.
Özlem İ.
Paylaş