Paylaş
Herkesin genleri, aile tarihçesi ve sağlık durumu aynı olmadığına göre kişiye özel bir check-up listesinin uygulanması gerekmez mi?
Risk faktörleri belirlendikten sonra uzman bir doktor tarafından check-up listesinin oluşturulması ve sonuçların da aynı uzman doktor aracılığıyla yorumlanması ve gerekli görüldüğü durumlarda ek testlerin istenilmesi doğru olmaz mı?
Doktorların kronikleşen kolesterol hastalarına kolesterol hapı verip vermemesinin gerekliliği konusu bir açıklığa kavuşturulamaz mı?
Kolesterolü yüksek olan kişiye bazı doktorlar ilaç başlatırken diğerlerinin tavsiye etmemesi hastaların sağlığı açısından risk oluşturmuyor mu?
Bu konuda bir standart olamaz mı? Kolesterol haplarının yararından çok zararları tartışılırken bir ‘bilgi kirliliği’ ve yanlış yönlendirilme oluşuyor mu?
‘Check-up yaptırdım, iyiyim’ güvencesinde olan kişilerin bile kişiye özel bir check-up sistemi yaptıramadıkları için risk taşıyor olması ve etrafımızda son günlerde ani ve genç ölümlerle karşılaşmamız, Sağlık Bakanlığı’nın bu işe el atması gerektiğini ortaya çıkarıyor.
Banu TAŞKIN
GÜNÜN SÖZÜ
“Tecrübe insanların hatalarına verdiği isimdir.”
(Oscar Wilde)
Karadenizli üreticinin evdeki hesabı çarşıya uymadı
Fındıkta vurgunu kimler yaptı
KARADENİZ halkının temel geçim kaynağı fındık üzmeye devam ediyor. Geçen sezonun aksine bu yıl yüksek rekolteyle üreticinin büyük umut bağladığı fındıkta beklenen olmadı, fiyatı giderek düşmeye başladı.
Sezon başında 14-15 lira arasında satılan fındık 9 liraya kadar geriledi.
Bundan da en çok zararı ürününü pazara indirmeyip “yüksek fiyatla satarım” umuduyla evinde saklayanlar gördü. Eğer böyle devam ederse daha da düşecek gibi.
Üretici sürekli gerileyen fiyat karşısında umutsuz ve öfkeli, bir o kadar da şaşkın.
Ona göre hesabını, planını yapmış, umduğu fiyatla satarım düşüncesiyle ürününü pazara indirmeyip, evinde saklamıştı.
“Evdeki hesap çarşıya uymadı”, umudu hayal kırıklığına dönüştü.
Kârına kâr katmak isteyen, kendi aralarında anlaşarak tekel oluşturan üç-beş kurnaz tüccarın hiç de umurunda değil, köylünün, üreticinin kayba uğraması...
Üç ay önce sattığı 1 ton fındıkla 150 gram altın alabilirken bugün 1 ton fındıkla 100 gram altın alabiliyor. Üç ay içinde yüzde 50 kayba uğradı. Fındıkta serbest piyasa sistemi çöktü.
Tarım Bakanı Faruk Çelik’in de belirttiği gibi devletin TMO aracılığıyla piyasaya müdahale etmesi kaçınılmaz.
Devlet fındığı köylüden aracı olmadan satın almalı.
Sayın vekiller, sorunlarını anlatabilmek için üretici sizi bekliyor.
Şükrü KARAMAN
CHP il örgütü 40 komisyonla üyelik kaydına başladı
İstanbul’a ‘Öymen modeli’
CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat, Sirkeci’de Orient Express Restaurant’ta gazetecilerle bir araya geldi. Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen, PM üyesi İdris Akyüz, İl Başkan Yardımcısı Ceren Özmen’in de bulunduğu sohbet toplantısında Canpolat, Türkiye’nin yeni bir ‘Kuvayi milliye ruhu’na ihtiyacı olduğunu vurguladı. Göreve gelir gelmez başlattığı eğitim, sağlık, hukuk başta olmak üzere 40 çalışma komisyonu kurduklarını anlattı. Canpolat, “Bu Altan Öymen’in başkanlığı (Mayıs 1999-Ekim 2000) döneminde yaptığı bir çalışmaydı. Onu aldık İstanbul’a uyguladık” dedi.
Eğitim komisyonu çalışmaları kapsamında her ilçede 300 üye tespit ettiklerini ve 40 ilçede toplam 12 bin üyeyle eğitim çalışması başlattıklarını kaydeden Canpolat, ilk 6 ayda 250 bin parti üyesini eğitmeyi amaçladıklarını bildirdi.
Cumhurbaşkanı’nın adını anan herkese dava açıldığını ifade eden Başkan Canpolat, “Bu dönemde ihtiyaç çok fazla. 1800 avukat üye ile hukuk komisyonumuzu kurduk. Bunu 2000’e çıkaracağız” dedi.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde 5 bin kadını, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda da 5 bin genci partiye katacaklarını söyleyen Canpolat, büyüyen parti teşkilatı için 4.500-5.000 m2’lik yeni bir il binasını satın alacaklarını sözlerine ekledi.
Biliyor musunuz?
SEVİNÇ-Erdal İnönü Vakfı’nın düzenlediği ‘9. Erdal İnönü Günü’nün 19 Şubat Cuma 14.00’te İstanbul Kültür Üniversitesi Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi’nde CNN Türk Ekonomi Müdürü Emin Çapa’nın konuşmacı olduğu ‘Karanlıkta Mum Işığı’ etkinliğiyle anılacağını... CHP Kdz. Ereğli İlçe Kadın Kolları’nın düzenlediği, Almanya Sosyal Demokrat Dernekleri Koordinatörü Erdal Tekin’in konuşmacı olarak katılacağı ‘Türkiye-Avrupa Birliği Müktesebatı ve Kadın Hakları’ konulu söyleşinin 19 Şubat Cuma 17.00’de Kdz. Ereğli Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılacağını...
Amaç, birbirine düşman yeni nesiler yetiştirmek mi?
CHP Manisa Milletvekili Mazlum Kuru, “Eğitimde amaç birbirine düşman yeni nesiller yetiştirmek midir?” diye sordu.
Manisa’da eğitimi kuşatma altına almaya çalışan bazı vakıfların kurduğu, sözde İmam Hatip okulları platformunun yaptığı toplantıya Manisa Valisi, Celal Bayar Üniversitesi Rektörü, İl Milli Eğitim Müdürü, İl Müftüsü ve Şehzadeler Kaymakamı ile birlikte bazı devlet görevlilerinin yanı sıra AKP il ve ilçe başkanlarının katılması büyük bir skandaldır.
Çünkü, toplantıda ifade edilen “İmam Hatiplilerin dertleri ile dertlenen böylesine önemli katılımcılar olmamıştı” sözleri, kamu görevlilerinin nasıl siyasi iktidarın esiri olduklarını göstermektedir.
EĞİTİM KUŞATMA ALTINDA
AKP’nin rüşvet tahsil bürosu haline geldiği iddia edilen Bilal Erdoğan’ın yönettiği TÜRGEV’i meşrulaştırma girişimi toplantısının, bizzat devletin valisi, müftüsü, rektörü ve AKP il ve ilçe başkanları tarafından yapılması kabul edilemez bir durumdur.
Bu durum, eğitimin siyasal bir kuşatma altında olduğunun açık bir göstergesi olarak karşımıza bir kez daha çıkmıştır.
Konuşmalardan da anlaşıldığı üzere, intikam duygusuyla kurulan bu platformun amacı, okullar ve öğrenciler arasında ayrımcılık yapmaktan, başka bir şey değildir.
ÜVEY EVLAT MUAMELESİ
4+4+4 eğitim modelinin uygulanmaya başlanması ile birlikte fiziksel alt yapısı ve olanakları iyi olan gözde okullar İmam Hatip Okuluna dönüştürülmüştür. İktidar eliyle veli, öğrenci ve öğretmenler ayrıştırılmıştır. Diğer okullara ve öğrencilere üvey evlat muamelesi devam etmesi halinde, mahalle baskısı artacak ve birbirine düşman nesiller yetişecektir.
Eğitime darbe yasası olan 4+4+4 sisteminin ardındaki gerçek niyette ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eğitimde iki başlılık yaratılarak laik, çağdaş, bilimsel eğitimin temelini oluşturan eğitim-öğretim birliği ayaklar altına alınmıştır.
Bu afişleri kim astırıyor
ANKARA metroda her yere imzasız olarak asılmış bir afiş dikkat çekiyor. İlkokul lise talebelerini zorunlu seçmeli ders konusunda uyarıyor. “Dersimi seçiyorum ; Kuranı Kerim, Muhammet’in Hayatı, temel din bilgileri, arapça”... Bundan sonrası enteresan; “Seçmesi bir dakika faydası iki dünya!” Kafaya bakar mısınız, Kuran ı , Muhammet in hayatını, dini bilgileri bir yere kadar anladık ama Arapçanın faydası öbür dünyada ne, Allah aşkına! Faydası iki dünya derken “şimdiki - öteki” kastediliyor belli. Orada genel geçer lisan Arapça mı? Bilmeyenlerin hali belirsiz!
Bir başka husus, ilan takma ve indirme tarihleri belli olmayan bu afişleri, kim astırıyor, Belediye buna nasıl izin veriyor? Normal duyurular, paralı ve tarihi geçen hemen indiriliyor. Ayrıcalık ile neye hizmet ediliyor?
Metin Altay
NATO, savaş gemileri ve patlak botlar...
NATO’ya üye ülkelerin Savunma Bakanları Brüksel’de toplanmış ve “sığınmacı krizinde”, müdahale kararı alınmış.
Yardım talebinin, Türkiye, Yunanistan ve Almanya’dan geldiği açıklanmış. Kararın konusu ve hedefi; “Göçmen kaçakçılığı ve yasadışı göçü durdurmak için uluslararası mücadelede yer almak olarak açıklanmış.”
Göçmen kaçakçılığı ve yasadışı göç konusu, işin makyaj tarafı, esas neden, Ortadoğuda’ki kargaşa sonucu ortaya çıkan, savaş mağdurluğu nedeniyle, tarihin en büyük kavimler (insanlar) göçünün, Avrupa sınırlarını zorlaması.
Karar, nihai planda, uluslararası bir mücadeleye vurgu yapıyor. Koalisyon güçleri (Nato üyeleri başı çekiyor), darmadağın ettikleri bölgeden, kaçan insanları, Avrupa’dan uzak tutmak için, bu sefer de NATO’yu devreye sokmak zorunda kalıyorlar.
Koalisyon güçleri olarak, bölgeye demokrasi getirmek gibi ulvi bir çaba içinde çok meşgul oldukları için, çoluk çocuğun, Ege’de önünü kesmek görevini de Nato’ya vermişler.
AB, Frontex adı verilen kuruluş vasıtası ile sınır güvenliği ve yasadışı göç konusunda gözetleme yapmakta iken, olayın boyutlarının, NATO’nun devreye girmesini zorunlu hale getirdiği anlaşılıyor.
Ortadoğu’ya, “bahar getirmek” sahtekarlığı başlığı altında, sürekli olarak, insanlık suçu işleyenler, kontrolü iyice kaçırmış gözüküyorlar.
Görev tanımlamasına göre, koskaca NATO; devasa savaş gemileri ile, Türkiye kıyılarından, patlak, lastik botlarla ve ucuz süngerlerden yapılmış can yelekleri ile Yunanistan’a geçmeye çalışanları, Türk Sahil Güvenlik teşkilatı ile işbirliği içinde, Türkiye’ye doğru püskürtecek.
BM vasıtasıyla 1954 yılında yürürlüğe giren ‘Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme’, Türkiye tarafından da 1961 tarihinde ihtirazi kayıtla onaylanmış bulunuyor. Bu kayda göre, “Sözleşmenin hiçbir hükmü, mülteciye Türkiye’de, Türk uyruklu kimselerin haklarında fazlasını sağladığı şeklinde yorumlanamaz.” Türkiye, özellikle, Suriyeli mülteciler konusunda, kendi vatandaşlarına eşit bir himaye sağlıyor, dolayısıyla, kaydın uygulamada, önemi yok, kayıtsız şartsız bir uygulama var. Bir adım ötesi de “vatandaşlık hakları” olabilir.
Dünyada bu sözleşmeye bilhakkın uyan tek ülke Türkiye, kendi şartlarını zorluyor.
Hal böyle olmasına rağmen, sahil güvenlik güçleri NATO ile ortak olarak, Ege’de Yunanistan ve Avrupa yararına ‘mülteci avcılığı’ yapacak, Suriyelilere, yurdunu açan, sözleşme şartlarına tam riayet eden bir ülke olarak, NATO’nun, Ege’de Sözleşmeyi ihlal suçuna iştirak edecek.
Arap baharından bu yana, bütün işbirlikleri aleyhimize gelişiyor, son örneği de NATO’nun, işgal mağdurlarını Türkiye’ye doğru sürmesi...
Halil KARAGÜL
Paylaş