YÖK Yasası’nda 2004 yılına kadar rektör ve yardımcıları ile gelirin elde edildiği fakültelerin dekan ve yardımcılarına katkılarına bakılmaksızsın döner sermayeden pay ödeneceğine dair hiçbir hüküm yoktu.
Ancak 2002 yılında parlamentoya tek başına iktidar olarak girdiği andan itibaren üniversitelerle YÖK Yasası, türban yasağı ve imam-hatip mezunları gibi laiklik merkezli büyük bir çekişmeye giren AKP iktidarı, bu çekişmeye karşın 17.9.2004 tarihinde çıkardığı 5234 sayılı yasa ile YÖK Yasası’na 58. maddesine bir ekleme yaparak rektör ve rektör yardımcılarına üniversitenin saat 14.00’ten önceki döner sermaye gelirlerinden, maaşlarının toplam olarak iki katına, saat 14.00’ten sonraki gelirlerden ise 4 katına kadar oldukça yüklü bir ek kazanç elde etme olanağı sağlamıştır.
Bu yasa değişikliğinin yapıldığı tarih AKP’nin, üniversitelerin rektörlerin öncülüğünde gösterdiği şiddetli tepkiler karşında YÖK Yasası’nı siyasi amaçları yönünde değiştirme girişimlerini ertelemek durumunda kaldığı döneme rastlaması son derece dikkat çekicidir. Bu noktada rektörlerin, iktidarın YÖK Yasası’nı değiştirme girişimlerine tepki göstermek için 25.10.2003’de öğretim elemanı ve öğrencilerini Ankara Tandoğan’a nasıl taşıdıklarını, oradaki miting sonrası Anıtkabir’e yapılan ve toplumda büyük ses getiren yürüyüşü ve bu olay sonrası iktidarın YÖK ve üniversitelere hakim olma girişimlerini dondurmak zorunda kaldığı henüz belleklerdedir.
İktidar partisinin bu dönemde bir yandan üniversiteleri mali baskı altına alıp iş yapamaz hale getirirken, diğer yandan YÖK Yasasını değiştirme girişimlerine engel çıkaran üniversite yöneticilerine kesenin ağzını açarak olağanüstü maddi olanaklar sağladığını söz konusu yasa değişikliği kamuoyunun dikkatinden özenle kaçırıldığı için ancak bugün fark edebilmekteyiz.
EK GELİR YASASI
AKP iktidarının kendisine engel çıkaran rektörlere oldukça yüksek bir ek gelir sağlamasının nedeni büyük soru işaretleriyle dolu olduğu kadar, YÖK ve rektörlerin, 2004 tarihli söz konusu ’çıkar sağlama yasası’nın çıkışını seyredip sessizce kabullenmeleri de bir o kadar şaşırtıcı ve üzücüdür. Hiç bir rektör çıkıp da iktidara "Yaptığın hiç de ahlaki değil, benim aldığım maaş bana yetiyor, üniversiteleri ele geçirme ve laik eğitim sistemini yok etme düşünceni, gelirine fiili katkım olmamasına karşın döner semayeden fahiş bir pay vererek gerçekleştirebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun.Bunu yapacağına araştırma görevlisi kadrolarımı ver, onların maaşlarını arttır, araştırma fonlarıma para koy, işimi engelleme" demediği, katlanmış maaşları sessizce almaya başladıkları anlaşılmaktadır. Bu her şeyden önce, akıllara takılan "İktidar, üniversitelerin Laik Cumhuriyeti savunma görevini eksiksiz yerine getirmelerini bu yolla durdurmak mı istemişti?" sorusu yönünden son derece endişe vericidir.
Bu endişenin ne derece yerinde olduğunu anlayabilmek için... AKP iktidarının rektörlere yüksek parasal olanakları sağladığı Eylül 2004’ten bu yana laik rejim karşıtı girişimlerini giderek tırmandırması ve dinsel bir sembol olan türban üzerinden yaptığı Anayasa’ya aykırı dayatmalarını hukuk devletini savunanlara meydan okuma noktasına vardırması karşısında... üç ya da dört sayın rektör dışında, 100’e yakın rektörün sessizliğe iyice gömülüp gömülmediğine, tüm rektörlerin ülkemizi karanlığa ve parçalanmaya sürüklemek isteyenlere karşı, tarihsel görevleri gereği üniversitelerinin öğretim üyelerini ve gerekiyorsa öğrencilerini de arkalarına alarak, caydırıcı demokratik bir tepkiyi gösterip göstermediğine bakmak gerekir.
DÖNER SERMAYE
AKP iktidarının YÖK Yasası’nı değiştirip üniversiteleri güdümüne alma girişimlerinin karşısında bir zamanlar dimdik duran rektörlere, katkılarına bakılmaksızın sağladığı ek gelirin, üniversitede emeği karşılığı en yüksek döner sermaye payını hak eden bir profesörün kat kat üstünde olup olmadığı ve bazı üniversitelerde Cumhurbaşkanı maaşının bile çok üzerine çıkıp çıkmadığı halkımıza açıklanmalıdır. Rektörleri ve YÖK’ü bu payların gerçekte ne kadar olduğunu ilgili kurul kararları, yönetmelik ve yönergeler temelinde açıklamaya çağırıyorum. Üniversitelerin tüm çalışanları ve değerli basınımız da bu çağrıya sahip çıkıp tatmin edici bir açıklama yapılıncaya kadar bıkmadan tekrarlamalıdır. Bitirirken laik rejimi ve hukuk devletini savunan bir rektöre, devlet adamlığı ciddiyeti ve saygıdeğerlikle bağdaşmayan bir uslupla "Kimsin sen?Otur oturduğun yerde" diyerek azarlayan Sayın Başbakan’ı şiddetle kınıyor ve tüm üniversitelerin öğretim üyelerini rektörlerinin sessizliğini aşıp, yasaların tanıdığı demokratik hakları çerçevesinde hukuk ve yasa tanımayanlara gerekli yanıtı vermelerini diliyorum.
Prof. Kayhan KANTARLI
Ege Ü. Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğr. üyesi
Diyanet’e görev
TÜRK milletine Kuran çevirisi yapanlar şimdiye kadar ’örtü’ kelimesini ’başörtüsü’, ’göğüs yırtmacı’ kelimesini ’yakalarının üstü’ şeklinde tercüme etmişler. (Edip Yüksel, Süleyman Ateş ve Yaşar Nuri Öztürk hariç.) Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ekonomik, siyasi çıkar veya endişelerden kurtulup, toplumsal barışı sağlamak için acilen en başta kendi yayınladığı Kuran mealini düzeltmesi gerekiyor.
Hasan Tahsin ÇERVATOĞLU
’Orası medrese mi?
BALKAN kökenli olup İstanbul’da okuyan bir kız öğrenci, türbanın üniversitelerde serbest bırakılma girişimi nedeniyle dün telefonla arayarak "Geçen sonbaharda, Marmara Üniversitesi’ni kazanan kardeşimle üniversitenin Göztepe kampusune kayıt için gitmiştik. Kardeşim türbanlıları görünce ’Abla burası medrese mi?’ diye sordu. Çok şaşırmıştı.
Biz de AKP ve MHP’nin, "Yüksek öğrenim hakkı kılık kıyafet nedeniyle engellenemez" hükmünü getirmek istediklerini söyledik. Anayasa Mahkemesi kararları bu ’sihirli cümle" ile aşılacaktı.
Sonra da haklı olarak "Biz de türban takmak zorunda kalır mıyız? Okumak için geldiğimiz Türkiye’yi böyle mi görecektik" diye endişesini belirtti. 1995’te Erbakan "Rektör türbana selam duracak" dememiş miydi? Bunu hatırlattık.
Artık kadayıfın altı kızarmış, sıra üzerine şerbet dökmeye gelmişti.
AKP iktidarı, Anayasa ve yargının kendilerini denetlenmesine tahammül edemiyor; sayısal çoğunluğu ile yerel seçim öncesinde ’vaatlerini’ yerine getiriyordu. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’in dediği gibi "İnanç bağımlılığından ötede inanç sömürüsüyle... takıyye, deneme-sınama ve bildiğini okuma..." ile...
LAİKLİĞE DARBE
CHP Anayasa Komisyonu üyesi Şahin Mengü "Dini ve siyasi bir simgenin Anayasa’ya konulmasının, Anayasa’nın değiştirilmez ilkesine dinamik koymak olduğunu" belirterek "Bu devletin tapusunda AKP’nin imzası yok, CHP’nin var. Hukuk yollarıyla mücadele ederek konuyu taşıyabileceğimiz en son noktaya kadar taşıyarak karşı çıkacağız" dedi.