12 Mart denilince ne akla gelir?

78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, bizi 28 yıl öncesine götürüyor. 1960’lı yıllardan itibaren 60 Anayasası’nın biçimlendirdiği ortamda toplumsal uyanışın ve sol hareketlerin geliştiği akla gelir. Karadeniz’de fındık ve tütün, Ege’de üzüm, Doğu’da zulme son mitingleri, İstanbul’da 15-16 Haziran işçi direnişi akla gelir.

General Memduh Tağmaç’ın, "Ekonomik gelişmeyi aşan sosyal gelişmenin önünü kesmek gerekir" sözü akla gelir. Amerikan yetkililerine, istek üzerine "devrimcileri cezalandırma" sözü veren Demirel, "Gerekirse özgürlüklerin üzeri şalla örtülür" diyen Nihat Erim akla gelir.

Darbecilerin verdiği ’muhtıra’ya parlamentonun direnmemesi, üstelik kürsüden okunması akla gelir. Aynı parlamentoda 1960 Anayasası’nın özgürlüklerinin budanması, ’demokrasiyi koruma ve kollama’ adına sivil-asker el ele demokrasiyi ortadan kaldırması akla gelir.

68 kuşağının ateş taşıyıcıları Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya’nın öldürülmesi, binlerce devrimci ve aydının ’Balyoz operasyonlarıyla’ işkenceden geçirilmesi, hapishaneye atılması akla gelir. 12 Mart’ın ’Kel Eyüp’ namıyla matuf ünlü bir işkencecisinin, "Bütün hazırlıklar yapıldı. Silahlar depolandı. Gizli ilişkiler kuruldu. Siz son sağ alınan paketsiniz. Bir daha sizi sağ teslim almayacağız" cümlesinde bir devrimci lidere ifade ettiği gibi onların şahsında, bütün bir 1970’li yılların devrimcilerinin ’kaleminin kırıldığı’ akla gelir.

12 Mart gibi 12 Eylül’ün, bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ülkesini kendisinden çok seven kuşakların 68’lilerin, 78’lilerin önünü kesilmesi, sağcı-gerici güçlerin önünün açılması akla gelir.

İdamcılarla, işkencecilerle hesaplaşma sözü vererek büyük umutlarla hükümet olan Ecevit’in ve ’sol’un darbeyle hesaplaşmaması akla gelir. Türkiye’nin hálá hesabını vermediği 5000 bin genç bedenin cenazesi üzerinden 12 Eylül darbesinin önünün açıldığı, 12 Mart’ta ’yarım’ kalmış darbe rejimini kalıcılaştırma operasyonu akla gelir. Son söz: Dünün ve bugünün gerçeğinin sorunları, çözüm yöntemleri ile birlikte ağırlaşarak devam ediyor. Yük fazla. Toplum bu yükü taşıyamıyor artık.

Gerçeğin anlatıcısı olalım! Gerçekle yüzleşelim! Gerçeği ve adaleti bulalım!

Bunu toplumsal yaraları sağaltmak, adalet duygusuyla sarmak ve bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için yapalım...

Üç çocuğun sofrası daha önemlidir

GEÇMİŞTEN bilinir; sınıflarda birçok öğrencinin nefesi kokardı. Bu biraz da yarı açlıktandı.

Okurumuz C. Yeşilyurt diyor ki: "Bir okulun önüne gidin, çıkan öğrencilere şöyle bir yüksekten bakınız" diyor. Göreceksiniz kız-erkek tüm öğrenciler aynı boyda, aynı kiloda, aynı beniz solgunluğunda ve bodur yapıdalar. Sanki bir tornadan çıkmış gibiler... Beslenememe yüzünden ortaya adeta ’pigme’ bir nesil tablosu çıkıyor. Ekmek, bulgur, makarna... Boyu uzatacak, ten rengini açacak, gözlerden enerji fışkırtacak, yanakları al al edecek, kısaca ırkı güzelleştirecek boy verip serpilmesini sağlayacak gıdalar ve vitaminlerin tümünden yoksunlar. Benzerleri Bangladeş ve Pakistan’da var. Bu ülkeyi yönetenler yaşamayı sadece karın doyurmaktan ibaret sanıyorlar. Ehh.. Zaten halkımızın kader anlayışı buna müsait... Türk öğrencilerin matematiği sıfır... Çünkü öğrenci kalsiyum ve protein fukarası. Oysa fen bilim ve teknik, beslenmeyle ilişkili. Üç çocuk doğurmayı tavsiye edeceğimize üç salata, üç domates, üç dal üzüm, üç portakal, üç koyun, üç kilo tereyağı, üç kilo fazla peynir üretmenin yolları aramalıyız. Güney Amerika’lardan, Kanada’lardan gemilerle nohut, mercimek, fasulye, pirinç ithal etmekle ülke çocuğunun beslenmesi tam olarak sağlanmış olmuyor. Vitaminli çocuk yetiştirmek, vitaminsiz kitleler yetiştirmekten daha iyidir. Daha akıllıcadır."

Tabii, bu yurt için akıllı nesiller isteniyorsa!

Tuzla’da yeni ölüm tarlaları oluşuyor

CHP heyetinin, Tuzla’da ciddi bir araştırma yaptığı anlaşılıyor. Bölgedeki çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan yeni yanlışlar, insan ve çevre sağlığına karşı duyarsızlıklar, İstanbul Milletvekili Çetin Soysal tarafından Başbakan, Maliye, Ulaştırma ve Çevre-Orman Bakanlarına birer soru önergesi ile aktarıldı. 8 ayda 18 işçinin öldüğü, yüzlerce işçinin kaza geçirdiği Tuzla’da hem sektöre hem de çalışanlara zarar verebilecek yeni ölüm tarlaları oluştuğunu bildirdi Soysal...

"Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde, tersanelerin bitimindeki mendireğe paralel olarak denizin 350 dönümlük alanının Dalsan firması tarafından doldurularak gemi havuzlama ve 15’e yakın yeni tersane alanı olarak kullanılmasının" söz konusu olduğunu bildiren Soysal, "Ne yazık ki, gazete ilanlarıyla ’parayla hafriyat dökülür’ diye yapılan duyurularla İstanbul’un çöpü ve inşaat artıkları buraya atılmaktadır" dedi. Soysal, yarın burasının bir Haliç olması halinde kimsenin şaşmaması gerektiğini belirterek şunları söylüyor:

"Bu İstanbul’a, Tuzla’da çalışan emekçilere ve çevreye ihanet anlamına gelmektedir. Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde denizin doldurulması suretiyle yaratılacak bu yeni alan tamamen rant sağlamak amaçlı bir plandır. Bu alanın yapılmasıyla bölgenin altına dinamit yerleştirilmekte; deprem açısından risk taşır hale sokulmaktadır.

Kıyı Kanunu’nda ’kamu yararı’ndan söz edilirken, bu projede nasıl bir kamu yararı olabilir? Çevre Kanunu’nun ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun ilgili hükümlerini de ihlal edilmektedir. Ayrıca Çevre Kanunu’nun 10. maddesine göre bir ÇED raporunun hazırlanması yükümlüğü de ihlal edilmektedir."

Evet Denizcilik Müsteşarlığı, ortalama bir hesapla 100 milyon dolarlık bir ranta yol açacak ’dolgu alan’ın kazanılmasına nasıl izin veriyor. Hangi ekonomik getiri insan sağlığının üstündedir?

Akıl değil para istiyoruz

ALDIĞIMIZ para değil insan gibi yaşamak, geçinmeye dahi yetmiyor. N’apıyoruz, dayan kredi kartına acil bir durum söz konusu olduğunda... Başbakan millete akıl vereceğine önce para versin. Akıl bende kendisinden çok daha fazla mevcut. Biz onun çocukları gibi ’gemicikler’ alıp, Unakıtan’ın çocuğu gibi mısır ithalatı yapıp, Gül ve Topbaş’ın çocukları gibi ’mısır ticareti’ yapıp geçinemiyoruz. İktidar şimdi emeklinin, engelli vatandaşın parasına da göz dikti. Yalnız asla unutmasınlar gün gelir devran döner ve bu yaptıklarının hesabı bir gün sorulur. Yeşim ÇINAR
Yazarın Tüm Yazıları