Paylaş
Evet Suriye politikamız değişti. Ama bu, sadece Rusya ve İran’la uyumlanmak için değil.
*
ABD’nin başkanlık koltuğuna oturmak üzere olan Donald Trump’ın Suriye politikası da Rusya’nınkiyle hemen hemen aynı. Trump hem seçim kampanyasında hem de seçildikten sonraki demeçlerinde kaç kez söyledi: Mealen; “DAEŞ yok edilmeli. Esad ve Rusya DAEŞ’a karşı savaşıyor. Öyleyse Esad ve Moskova’yla işbirliği yapalım” dedi. Dolayısıyla aslında Washington da Suriye politikasında ciddi bir kırılmaya gidiyor.
Diğer yandan Rus ve İran desteğiyle ayakta kalmayı başarmış olan Esad, en son Halep’i de muhaliflerden aldı. İşte tüm bunlar da Ankara’yı yeni dengelere göre dümen kırmaya itiyor.
*
Buradaki tek faktör ise Esad değil. Şu an Ankara için hayat memat meselesi olan konu, Suriye sınırlarında oluşacak bir PYD/YPG koridoru. Suriye politikasının belkemiğini de işte asıl bu endişe oluşturuyor. Hakeza Fırat Kalkanı operasyonunun arkasındaki ana motivasyon da bu.
Obama yönetiminin YPG güçlerine desteğinden taviz vermemesi de, ister istemez Ankara ve Washington’ın arasını açtı. İşte tüm bu denklem de Türkiye’yi Rusya’yla yakınlaştırıyor.
*
Ancak iş burada bitmiyor: Bizim önceliklerimiz ne ABD ile, ne de Rusya-İran cephesiyle tam olarak örtüşmüyor. ABD ile YPG konusunda, diğer kampla da Suriyeli muhalifler konusunda mutabık değiliz. Dolayısıyla ABD’yi YPG konusunda, Rusya’yı da Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) alan açmaya yönelik ikna etmeye çalışacağımız aşikar. Tam da bu yüzden Ankara her iki tarafla da işbirliğini arttırmaya çalışıyor.
Ki Trump’ın gelişi elimizi rahatlatacak gibi duruyor. Yeni Başkan YPG konusunda Obama’dan farklı bir çizgi izleyebilir. Zira Esad, ülkesinin kuzeyinde bir Kürt koridoru istemiyor. Esad’la uzlaşmak demek de, YPG’ye destekten –en azından şimdiki boyutta- vazgeçmek demek. Kaldı ki ABD’nin Suriye rejimi ve Rusya ile birlikte çalışması, YPG’ye ihtiyacını ortadan kaldıracaktır.
Bu yeni dönemde ABD-Rusya arasında işbirliğinin artması, en azından gerilimin azalması da Ankara’nın manevra alanını genişletecektir. Hepsinin ötesinde, her iki tarafla da işbirliği yapmak, elimizi her ikisine karşı da güçlendirir.
İSTANBUL’A SAHİP ÇIKMAK
OLAYI belki duydunuz: Dünyaca tanınan ressamımız Ahmet Güneştekin’in “Konstantiniyye” adlı heykeli, perşembe gecesi Bakırköy’de bir AVM’nin önüne yerleştirildi. Bunun üzerine bir grup, eserin ismini gerekçe gösterip “Burası İstanbul!” naraları atarak buraya akın etti. Linç girişimi AVM’yi ateşe verme tehdidine kadar varınca, heykel önce bir brandayla kapatıldı. Ancak buna rağmen grup hızla büyüyünce, can güvenliği korkusuyla eser apar topar kaldırıldı.
*
Güneştekin son yıllarda Türkiye ismini, markasını yurtdışında en çok duyuran sanatçımız. Eserleri Venedik Bienali’nden, ABD’nin ve Avrupa’nın en tanınmış sanat galerilerine kadar her yerde sergileniyor. Zaten “Konstantiniyye” eseri de geçtiğimiz yıl 7 ay boyunca Venedik’te sergilenmişti.
Dolayısıyla linç girişiminde bulunanların amacı eğer İstanbul’a sahip çıkmaksa, en çok da İstanbul’u dünyaya tanıtan insanlara sahip çıkmaları gerekmez mi?
Kaldı ki “İstanbul” ismi zaten “Konstantiniyye”den türemiş. Usta gazeteci-yazar Fehmi Koru kendi blogunda hatırlatmış: Osmanlı döneminde İstanbul’un Rum kökenli sakinleri, “şehre gidiyorum” derken “Stanpolis” derlermiş. Bu da zamanla Türkçe’ye “İstanbul” diye geçmiş. Bunun da ötesinde; birçok medeniyete evsahipliği yapmış bu şehre sahip çıkmak demek, bu kadim geçmişe de sahip çıkmak demek değil mi?
Bunun da ötesinde, heykel kaldırılmasaydı bu olayın da rahmetli Aziz Nesin’in 1993’te Sivas Madımak’ta yakılmaya çalışıldığı gibi bir lince dönüşmeyeceğini kim garanti edebilirdi? Olayın uluslararası basına yansımış olması da cabası.
İşte tüm bunların bu kitleye anlatılması gerekiyor. Bunu da ancak devlet erkanı ortaya koyduğu tavırla yapabilir. Bu yüzden yetkililerin bu tür krizlerde hızla devreye girerek ön almaları gerekiyor.
*
Heykeli kaldırmak çözüm olmadığı gibi, bu hoyratlığa teslim olmaktır. Ancak henüz geç kalınmış değil. Hâlâ bir şeyleri değiştirebiliriz. Eser derhal yerine koyulmalı ve hatta -Koru’nun önerdiği gibi- bütün AVM’leri tek tek dolaşmalı.
Böyle kritik olaylarda ortaya koyduğumuz tavırdır, aldığımız yolu gösteren. O anlarda sınanırız. Şimdi 1993’teki devlet ve toplum olmadığımızı gösterme vakti.
Paylaş