Paylaş
Ama aslında ne Trump’a Trump olarak bakmalıyız ne de mültecilere mülteci olarak. Çünkü tüm bu olan biten, aslında bu öznelerden ve nesnelerden azade ve hepsinin ötesinde.
*
Her şeyden önce; Trump’ın 7 Ortadoğu ülkesinin vatandaşlarının ABD’ye girememeleri yönünde aldığı karar, sadece Müslümanlara karşı değil. Trump, Meksikalılara karşı da benzer yöntemler uyguluyor. Hatta ABD’ye girememeleri için işi sınır boyunca duvar örmeye kadar vardırdı.
Zaten seçim kampanyası boyunca siyahilere, Latin kökenlilere ve hatta kadınlara karşı da benzer bir söylem tutturmuştu. İşte bu nedenle olan bitene sadece Müslümanlar ya da mülteciler değil, tüm “ötekiler” olarak bakmak daha doğru.
*
Trump’ın bu politikalarını da sadece Trump nezdinde değerlendirmek yanlış olur. Aşırı sağ ve ırkçı söylem tüm Avrupa’yı pençesine almadı mı?
Bu yüzden meseleyi “Trump göçmenlere karşı” denkleminden çıkaralım. Ve bu fazlasıyla linear (çizgisel) ve sadece iki özneye indirgenmiş denklemin asıl arka planını okuyalım.
ULUSAL KİMLİK
“KÜRESELLEŞME” denilen hareketin başlangıç tarihi tartışmalı. Kimisi Berlin Duvarı’nın yıkılışına, yani Soğuk Savaş’ın bitişine dayandırıyor. Kimisi ise mazisini çok daha geriye, yüzyıllar öncesine götürüyor. Ama sonuçta herkes bu hareketin son zamanlarda çok daha hızlandığında ve yoğunlaştığında mutabık.
Bunda elbette “enformasyon devrimi”nin etkisi büyük. Yani 1980’lerin başından itibaren bilgisayarın yaygın kullanımı, internete erişim ve cep telefonları. Bu gelişmeler insanların, malların ve enformasyonun akışını kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Ülkeler, kültürler, medeniyetler arası geçirgenlik arttı.
Ancak diğer yandan akıllarda ve kalplerde aksi yönde bir rüzgâr esmeye başladı. Hızla küreselleşen dünya yerel kimlikleri bastırdığı için insanlar kimliklerini, yani ellerindekini kaybetmekten korktular. Ve onlara daha da sıkı tutunmaya başladılar. Yani nüfus cüzdanı, pasaport, iş, ev gibi ihtiyaçlarını karşılayan ve onları birer birey yapan ulusal kimliklerine.
KÜRESELLEŞME VE KORKU
FARKLI kültürlerden insanların bir araya gelmesi, yani herkesin “öteki” olarak gördüğüyle yüzleşmesi de korkuları iyice pekiştirdi. İnsanlar “öteki”nin gelip elindekini ve kendinin yerini almasından korktular. İşte bu korku da aşırı sağ akımları besledi. Yani ultra-milliyetçi, ırkçı, dışlayıcı, göçmen karşıtı, İslamafobik hareketleri.
Bu da –eşyanın tabiatı gereği- Ortadoğu dünyasında da karşılık buldu. Onlar da, kendilerini istemeyene karşı nefretle doldu. Emperyalist, Batı karşıtı hareketler güç kazandı. Bu da teröre kan verdi.
İşte elbirliğiyle geldiğimiz bu noktada, insanoğlu birbirinden ölesiye korkan ve komşusuna karşı gökyüzüne doğru uzanan duvarlar ören bir ırk haline geldi.
*
KISACASI; küreselleşme ticaret, bilgi akışı ve fiziksel hareket açısından gerçekleşti gerçekleşmesine. Ama akıllardaki ve kalplerdeki entegrasyon sağlanamadığı gibi, karşıt bir direnç gelişti.
Siyaset Bilimci ve küreselleşme üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Philip Cerny, bu durumu kitaplarında çok güzel özetliyor. Yaklaşık 400 yıldır ulus-devletlerin insanlara birer ulusal kimlik verdiğini ve bireylerin asıl bağlılığının hâlâ devlete karşı olduğunu vurguluyor. Ekonomik olarak daha güçlü devletler ise bireye daha fazla refah sağladığı için, buralarda bu bağlılık daha da güçlü oluyor. Bu yüzden gelişmiş ülkelerde ulusal kimliğin zayıflaması daha da zor.
GEÇİŞ DÖNEMİ
KISACASI hâlâ teritoryal (bir ülkeye ait) olarak düşünüyoruz ve hissediyoruz. Yani kafalarımızda ve kalplerimizde sınırlar hâlâ kaskatı. Bu yüzden küreselleşme dünyadaki bir değişim. Ama hâlâ dünyayı dönüştürmüş değil.
Bir başka siyaset bilimci John Ruggie de bunu savunuyor. Ona göre sistemler, ancak insanların zihinsel donanımı değişince dönüşebilir. Çünkü ancak bir insanın “öteki”ne bakışı değişirse, yani onu kendi siyasi topluluğunun dışında görmemeye başlarsa, dönüşüm yaşanabilir.
*
Kısacası bugün tam bir “ara dönem”de, geçiş aşamasındayız. Ülkeler ve insanlar ne tam olarak ulusal ne de tam olarak küresel. İki yapı da, iki kimlik de, iki hareket de bir arada. Trump’ın politikaları ve buna karşı gelişen direnç de, bu amorf durumun tezahürü.
Bu sıkışıklığın bizi nereye doğru sürüklemeye çalıştığı da aslında aşikâr. Ne zaman ki, akıllarımızdaki ve kalplerimizdeki direnç kırılacak, kendi ellerimizle ördüğümüz o duvarlar yıkılacak, işte o zaman gerçekten sınırlar arası akış başlayacak. İnsanoğlu düzlüğe çıkacak.
Paylaş