Paylaş
Yukarıda verdiğim örnek bizim insanımızın minik porsiyonlara tipik tepkisi. Önce göz doyacak. Sadece bizler değil tabii. Tüm dünyada, genelde böyle. İnsanların yüzde doksanından fazlası kaliteye değil miktara bakıyor. Amerika gibi bazı ülkelerde durum daha da vahim ve obezite ciddi bir sorun. Neden acaba?
Muhakkak ki gelir düzeyi ile de, aç kalma korkusu ile de ilgisi var. Ama mesele o kadar basit değil. Olsaydı aç kalma korkusu geride kalmış, sosyal devletin geliştiği ülkelerde durum farklı olurdu. Bilimsel olmayan gözlemlerime göre Japonya dışında her ülke gastronomisinde ‘bol kepçe’, ‘az ama öz’den önde. Neden? İngiliz ‘The Guardian’ gazetesinde okuduğum Amy Fleming imzalı ‘Doymak bilmeyen iştah: Bağımlılık yükselişte mi?’ adlı makalede çok ilginç noktalar var.
İstek var, haz yok
Nöropsikolojideki bulgulara göre bir şeyi güçlü biçimde istemek için onu sevmek ve tüketiminden haz almak gerekmiyor. Beyinde salgılanan ‘dopamin’ şiddetli isteğin kimyasal kaynağı. Dopamin salgısı dürtüklenince güçlü bir istek oluşuyor. Ama bu şiddetli arzunun tatmini insanı mutlu etmiyor. Yani haz duygusu oluşmuyor. Tersine doyumsuzluk, kendini suçlu hissetme gibi negatif duygular ortaya çıkıyor.
Haz alma duygusu daha narin ve çaba harcayarak geliştirilmesi gereken bir özellik. Belki bir imtiyaz. Beyindeki yeri güçlü isteğe göre daha kırılgan. Sürdürebilirliği kolay değil. Aynı adale geliştirir gibi üzerinde çalışılması lazım.
Bu açıdan bakılınca günümüz toplumunun neden her alanda müptelalar yarattığını anlamak kolay. Eskiden liste kısaydı. Alkol bağımlısı... Uyuşturucu bağımlısı... Sigara bağımlısı...
Şimdi eklemeler yapabiliriz. Sosyal medya bağımlısı. Alışveriş bağımlısı. Seks bağımlısı. Fast food bağımlısı.
Bu tip modern bağımlılık türlerinin içki, uyuşturucu ve kumarbazlık gibi bağımlılık türleriyle arasında önemli bir fark var. Diyelim alkolizm. Toplum tarafından hoş karşılanmaz. Uyuşturucu kullanmanın kanuni yaptırımları var. Ama ‘akıllı telefon bağımlısı’ olmanın yaptırımı yok. Seks bağımlısı olmanın da. Hatta cinselliğin bastırıldığı toplumlarda aşırı çapkınlığın tedavi gerektiren ruhi bozukluk olarak değil, özenilen davranış olarak algılandığı bile söylenebilir.
Aşırı yemek de duygusal bağ olmadan, hatta karşınızda canlı bir mahlukat olmadan, devamlı cinsel tatmin aramaya benziyor. Sonuç benziyor çünkü tüketim arttıkça ortaya çıkan haz duygusu değil. Tam tersine. Fazla yediğiniz için suçluluk duygusu. Kronik tatminsizlik. Damakta kalan kötü bir tat. Hazla birleşmeyen dopamin bizleri yıpratıyor.
Tüketim artıyor,
kalite düşüyor
Ama bizler fail değil kurbanız aslında. Karşılıklı zar atıyoruz ama karşımızdaki zar tutuyor. Karşımızdaki kim? Toplum. Daha doğrusu toplumun bizi güçlü yönlendirmesi. Her yerde karşımıza çıkan ve aşırı tüketmeye özendiren dürtüler ve imalar aracılığıyla. Yani TV reklamları, sosyal medya’da yemek pornosu ve iştah açıp dopamin salgılatıcı fotoğraf ve video’lar...
Bunlara paralel olarak, doğal ürünler tahrip edilip sentetik olan piyasaya hakim oldukça bazı yapay ürünlerin tüketim dozajı astronomik hızla artıyor. Başta şeker. Daha doğrusu aşırı yüksek glikozlu mısır şurubu. Girmediği gıda yok. Atalarımız enerji depolamak için meyvenin olgun olanını tercih etmiş ama yapay glikoz tüketmemiş. Süpermarket çağındaysa durum tam tersi.
Son olarak düşen maliyetler ve kolay erişilebilirlik. Birçok gıda maddesi, mevsimselliğini ve doğallığını yitirdikçe ucuzluyor. Tüketim artıyor ama kalite düşüyor. Gözümüz doyuyor ama eskilerin deyimiyle gönlümüz huzura kavuşmadığından devamlı aç kalıyoruz.
Paylaş