Sosyal sorumluluk harcaması Doğu’ya yatırıma dönüşür mü
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
BİR yıl kadar önce Turgut Dinsel, Yayın Koordinatörümüz Fikret Ercan ve yazarımız Rahmi Turan’la birlikte Manisa’daki Vestel City’deyiz... Turgut Dinsel’in oğlu Koray Dinsel’le birlikte Vestel City’nin yanıbaşında çamaşır makinelerine "denge betonu" üreten Veston adlı bir fabrikası var.
Vestel City’de tura çıkmadan önce Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Ömer Yüngül’le sohbet ediyoruz. Söz bir ara Vestel Manisaspor’a geldi, Yüngül gönlünden geçeni bizimle paylaştı: "Zaman zaman Ahmet Bey’e (Zorlu), ’Manisaspor işinden vazgeçsek, buraya harcadığımız yıllık 10 milyon dolar dolayındaki kaynağı Doğu ve Güneydoğu için yatırıma yönlendirsek, bunu sosyal sorumluluk projesi gibi görsek’ diyorum."
Vestel’in Manisaspor’a el atmasındaki amaç, üretim yaptığı kentle bütünleşmek, kucaklaşmaktı. Manisaspor’a sahip olmak, Vestel’e katkı yapmasına karşın, olumsuz yansımaları oluyordu.
Ömer Yüngül, işte böyle dönemlerde Vestel’i bünyesinde bulunduran Zorlu Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu’ya önerisini yineliyordu: "Doğu ve Güneydoğu’ya her yıl 10 milyon dolarlık kaynağı bölge ekonomisini canlandıracak formüller oluşturarak sosyal sorumluluk projesi gibi aktarabilsek daha anlamlı iş yapmış oluruz."
O sohbetten yaptığım çıkarıma göre, Ömer Yüngül, "Manisaspor’u tamamiyle yüzüstü bırakalım" gibi birşey düşünmüyordu. Onun kafasında, Manisaspor’un sahipliğinden çekilmek vardı.
Kulüp isminden çıkarmak istemese de Vestel, Manisaspor’un sahibi olmaktan vazgeçti. Sanırım Vestel, Manisaspor’a maddi desteğini aynı ölçüde olmasa da, belli oranlarda sürdürecek.
Manisaspor’la ilgili tartışmalar yazıldı, çizildi. Ben Ömer Yüngül’ün, "Sosyal sorumluluk projeleri için ayrılan kaynakları Doğu ve Güneydoğu’da ekonomik canlılık yaratacak işlere kaydırsak" önerisine odaklandım.
Aslında birçok şirket, özel sektöre ait vakıf Doğu ve Güneydoğu’ya yaptırdıkları, planladıkları okul ve yurtlarla önemli katkıda bulunuyor. Eğitime katkıya "sosyal sorumluluk yatırımları"nı eklemek mümkün değil mi? Bunun bir örneğini Hedef Grubu’nun patronu Ethem Sancak, memleketi Siirt’e 10 milyon dolarlık tekstil yatırımı yaparak gösterdi.
Konuya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’nde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) çatısı altındaki oda-borsa başkanlarıyla sektör meclisleri başkanlarına verdiği iftarda karşılaştığım TOBB Hazır Giyim Meclisi Başkanı Umut Oran’la paylaştım. Oran, konuya farklı bakıyordu: "Ethem Sancak’ın yatırımını inceledim. Sağolsun sosyal sorumluluk gibi bakıp, 10 milyon doları oraya yatırmış. Ama rantabl değil."
O bölgelerde geliştirilen küçük ölçekli üretim, hizmet benzeri projelere "sosyal sorumluluk kaynakları" gitse işe yaramaz mı? Oran, daha etkili çözümü o bölgeye teşviklerin iyice cazip hale getirilmesinde görüyordu.
Yine de "Sosyal sorumluluk paraları Doğu ve Güneydoğu’ya yatırıma dönüşebilir mi" konusu üzerinde kafa yormakta yarar var...
Mahkeme kararıyla klinik teste girdim akciğer tümörüm gitti
PFIZER’in sponsorluğunda Brüksel’de düzenlenen "Avrupa’da Sağlık Bilgisinin Önündeki Engeller" toplantısında dinlediğim İngiliz işadamı Frank Buckle’nin, "3.5 ay ömrümün kaldığını söylediler, 3.5 yıldır hayattayım" sözleriyle öne çıkan, "hasta hakkı öyküsü" üzerine ilginç bir mektup aldım.
Okurum, "Adımı kullanmadan anlattıklarımı yansıtabilirsin" dediği için adını vermeyeceğim. Okurum önce, "Akciğer kanserisiniz ve 3-4 ay ömrünüz kaldığını söylüyorlar. Önerilen tedavilerden de sonuç alamadınız, Ne yaparsınız?" diye sormuş, sonra yanıtı şöyle vermiş:
Frank Buckle örneğinde olduğu gibi henüz piyasaya sunulmamış ilaçları denemek istersiniz.
Bunun için ya bir ilaç firmasının "klinik test" uygulamasında gönüllü olursunuz ya da, "ilaca erken erişim programı" çerçevesinde Sağlık Bakanlığı’na başvurursunuz.
Böyle bir işlem için bizde her hasta başına başvuru yöntemi uygulanır. ABD’de ise "toplu başvuru" formülü de vardır.
Okurum sonra eklemiş: "Ben bu başvuruyu yaptım. Bakanlık, denemek istediğim tedaviyle ilgili olarak yeterli sayıda uygulama olmadığı gerekçesiyle başvuruma izin vermedi."
O sırada akciğer tümörü büyüdüğü için oksijen maskesiyle nefes alabilen okurum, mahkemeye gitmiş: "Ankara 14’üncü İdare Mahkemesi, tedaviden yararlanabileceğim yönünde karar verdi.İlk uygulamanın ardından sağ akciğer bronşumu tamamen tıkamış olan ana tümör yok oldu. Rahat nefes alabiliyorum. Evime ve işime döndüm."
Okurum mektubunu "Ağustos sonunda boğularak ölmesi beklenen akciğer kanserli hasta olarak yaşamaya keyifle devam ediyorum" sözleriyle noktalarken, "Sağlık Bakanlığı’ndaki bürokratların kendilerini tanrı gibi gördükleri" görüşünü yansıtmış.
Aslında onun dileği, "klinik test" konusunun önünün açılması, ABD ve Avrupa Birliği (AB) standardına oturtulması...
Sağlık Bakanlığı’ndan doktorların örgütlerine, ilaç şirketlerine, üniversitelere kadar konunun tüm tarafları şu işi enine boyuna tartışıp, doğrusu neyse karar verse iyi olur...