IMF, o parayı ’gelir’ saymadı, Maliye bir adım öne çıktı

HÜKÜMET bundan bir ay kadar önce Bankalar Yasası’nda değişiklik öngören bir yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçirdi. Meclis’in gece mesailerinden birinde çıkan yasayı, "Maliye, öncelikli alacaklı olacak" diye duyurduk.

Bu yasa değişikliği, elinde batık banka patronlarıyla mücadele edebilmek için 5020 sayılı yasa gibi bir güç olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu (TMSF) bile bir adım geriye çekiyordu.

Bu değişik ilk anda teknik bir işlem gibi algılandı, üzerinde durulmadı. Meğer işin içinde Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) bütçe tekniğiyle ilgili baskıları varmış.

Telsim’i Vodafone’a 4 milyar 550 milyon dolara satıp, oradan kendisine 3.2 milyar dolar (paranın kalan kısmı Motorola ve Nokia’ya gidecek) bekleyen TMSF, bu parayı daha kendisine bile gelmeden Maliye’ye kaptıracak noktaya gelmiş.

Peki bu operasyona TMSF bozulmamış mı, "Kelle koltukta tahsilat yapıyoruz, onu da elimizden Maliye alıyor. Bizim batık banka faturasını vatandaşın sırtından kaldırdığımız nasıl anlaşılacak" diye itiraz etmemiş mi?

Etmişler... Ancak, Maliye Bakanlığı ekibi, TMSF yönetimini çağırıp sıkıntısını anlatmış: "El koyduğunuz şirketlerin çok iyi fiyatlarla satışı sayesinde beklenenin üzerinde tahsilat yaptınız. Hazine’ye bugüne kadar sizden 3.5 milyar dolar aktı. Ancak, para bizim bütçe gelirimiz olarak görünmedi. Sizden gelen para bütçeye girmeli."

TMSF de batık bankacılardan tahsil ettiği parayı alıp başka yere götürecek değil ya, hemen pratik çözüm arayışına girmiş: "Bir yasa çıkarın. Bizim aktaracağımız kaynak bütçede gelir olarak görünsün. Bizde para var, sizde gelir sıkıntısı. Bu işi birlikte çözelim."

Bu yönde hazırlıklar başlamış, durum IMF’ye anlatılmış... Ancak, IMF’den itiraz gelmiş: "Durun bakalım. TMSF’den aktarılacak para bir kerelik gelirdir, düzenli değil. Bütçenin gelir kalemleri arasına koyamazsınız."

IMF’nin itirazı üzerine formül aranmış. Maliye formülü bulmuş ve yasa değişikliğini de bu yöne gerçekleştirmiş: "Maliye, en öncelikli alacaklıdır. Değişik kurumlara borçlu olanlardan herhangi bir şekilde kaynak bulunması halinde bu paradan öncelikle vergi borcu tahsil edilir."

Maliye, bu değişikliği düşünürken Uzan Grubu’nun batırdığı İmar Bankası’nın vergi borcunun 8 milyar YTL olduğunu dikkate almış. IMF, Maliye’nin bu formülüne itiraz etmemiş: "Yaptığınız en azından vergi tahsilatı sayılır. Bu kaynak bütçe geliri şeklinde gösterilebilir."

Şimdi Telsim’in satışından TMSF’ye net kalması öngörülen 3.2 milyar dolar, doğrudan Maliye’ye gidecek. TMSF’nin Hazine’ye batık banka borcunu eritme şansı önemli ölçüde ortadan kalkacak.

Uzan Ailesi’nin Maliye’ye borcu düşecek ama TMSF’ye borçlulukları aynen sürecek...

TMSF bu durumda Hazine’ye, "Kusura bakmayın, size borcumuzu ödeme şansımız kalmadı. Gelin uzlaşalım, milyarlarca YTL’lik batık banka borcumuzun üzerine bir çizgi çekelim" diyecek...

Vodafone’den para gelince bütçe "uçuşa" geçecek, TMSF ve Hazine avucunu yalayacak...

İlginç bir "bütçe geliri" formülü değil mi?

Ya Diyanet Vakfı faizsiz bankaya ortaksa, ne olur

FİNANSBANK’ın yüzde 46’sını 2 milyar 774 milyon dolara almak için imza atan National Bank Of Greece’de Yunan Ortodoks Kilisesi’nin 10 milyon Euro’luk hissesinin (yüzde 2) çıkması, "Laiklik elden gitti" yorumlarına neden oldu.

Madem, kilisenin ortak olduğu bir bankanın Türkiye’de banka satın alması, laikliği tehlikeye atıyor, acaba aynı durum "faizsiz banka"lar için söz konusu olamaz mıydı?

Arşivleri yokladım, bir örneği, şimdi tasfiye halindeki İhlas Finans’ta buldum. Türkiye’de İslamiyet konusunda "resmi rota"yı çizen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bünyesindeki Diyanet Vakfı, 1995’te İhlas Finans’a yüzde 2.9 hisseyle ortak olmuş.

İlk ortaklık sırasında değil, ama İhlas Finans’ın krize girdiği günlerde Diyanet Vakfı’nın bu hisseleri çok tartışıldı. Kimse, "Bu ortaklık laikliği tehlikeye attı" demedi.

NBG’nin Finansbank’ta çoğunluğa sahip olmasını başka yönleriyle tartışmak yerine yüzde 2’lik kilisesi hissesi yüzünden, "laiklik elden gitti" diye bakacaksak, işimiz zor...

Hurdaya çıkan otolar Anadolu’da dolaşıyor

GEÇENLERDE bir hafta sonu Nissan Türkiye Genel Müdürü Nobihiro Yoshida ve Genel Müdür Yardımcısı İlkim Sancaktaroğlu’nun davetiyle Nissan’ın Türkiye pazarına yeni sunduğu "Note" modelinin test sürüşüne katıldım.

Normalde bir depo benzinin bizi en azından İstanbul’dan Abant’a kadar götürmesi gerekirken, test sürüşü havası içinde biraz hız da yapınca, "Note"un yakıtı çabuk tükendi. Sancaktaroğlu, gerekçesini anlattı: "Araçlar daha birkaç yüz kilometrede. En az 2 bin kilometreyi bulmadan normal yakıt tüketim seyri anlaşılamaz. 2 bin kilometreden itibaren yakıt tüketiminin azaldığını, daha doğrusu normale döndüğünü göreceksiniz."

Daha sonra otomotiv sektörü üzerine sohbet koyulaştı. Bir ara konu uygulandığı sırada otomotiv sektörünün satışlarını canlandıran, "hurda araç teşviği"ne geldi: "Hurdaya çıkması gereken araçlar şimdi Anadolu’da cirit atıyor. Birileri sahte plakalarla bu araçları satıp, müthiş para kazandı."

Kulaklarıma inanamadım. O uygulama sırasında 130 bin araç hurdaya çıkmıştı.

Şimdi bunların kaç tanesi sahte plakayla dolaşıyor acaba?..
Yazarın Tüm Yazıları