Paylaş
Dünya üzerinde son yıllarda giderek artan şekilde insanlar arası ilişkiler ve siyasi yelpazeler keskin bir kutuplaşma eğilimi gösteriyor, toplumsal mutabakatlar bu kutuplaşma sonucu bölünme tehdidiyle karşılaşıyor. Bazı çevrelerde bu gelişmenin başlıca sebebinin artan küreselleşme olduğu söyleniyor.
Küreselleşmenin uluslararası serbest ticareti yaygınlaştırdığı yadsınamaz bir gerçek. Ancak, gelir dağılımının dengeli olmadığı bir ortamda gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan ekonomiler arasındaki farkın bu yaygınlaşmadan dolayı daha fazla açıldığı da bir diğer gerçek.
Artan serbest ticaretin beraberinde getirdiği hatta dayattığı "paranın serbest dolaşımı" olgusu küreselleşmenin dengeli biçimde yönetilebilmesinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturdu. 2008 yılında dünyada yaşanan ekonomi ve finans krizi herkesi etkiledi ve neyin yanlış yapıldığının araştırılması ancak böyle başladı.
Küreselleşmeyi suçlamak ve bütün sorunların dünya üzerindeki mevcut düzenden kaynaklandığını ileri sürmek aslında sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değil. Öyle olunca da, sürekli olarak bir düşman aranıyor ve işlerin "tıkırında" gitmesini engelleyenlerin etnik, milli, dini, mezhebi ya da finansal lobiler olduğu ileri sürülüp temize çıkılmaya çalışılıyor.
Küreselleşme sadece ticaretin ve finansın serbest dolaşımına yol açmadı. Aynı zamanda insanların, dolayısıyla iş gücünün de serbest dolaşımı yaygınlaştı. Bu yaygınlaşma fikir ve düşüncenin de serbest dolaşımını artırdı. Bireysel özgürlükler daha çok önem kazandı.
Özgürlüklerin kısıtlandığı rejimlerin kendi sınırları içinde kurmuş oldukları düzenler de küreselleşmenin yarattığı ortamdan etkileniyorlar. Haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk ve yolsuzluk üzerine kurulmuş parti ya da tek adam sistemleri birer birer bu etkilenme sonucu dağıldılar. Birbiri ardına gelen bu dağılmaların yarattığı göç dalgaları bugün küresel düzeyde insani trajedinin görülmemiş bir boyuta ulaşmasına yol açtı.
Terör dünyanın bugün içinde bulunduğu ortamdan çok iyi yararlanıyor. Terörün yaygınlaşması insan hareketlerini körüklüyor. Bunun sonucunda bu defa gelişmiş ekonomiler yaygın göç ve terör tehdidi karşısında kendilerini korumak maksadıyla daha sınırlayıcı, içine kapanan ve ekonomik, toplumsal, demografik dengelerini sürdürmeye çalışan önlemler alıyorlar.
ABD'de yarın yapılacak olan Başkanlık seçimlerinin Amerikan tarihinin en kutuplaştırıcı kampanyasına şahit olduğu söyleniyor. ABD toplumu da küresel dengelerdeki olumsuzluklardan etkilendi. Beyazların üstünlüğü kavramı yeniden öne çıkmaya başladı.
Bu yaklaşım artan ırkçılık eğilimine işaret ediyor. Toplumda bu eğilimlere sempati duyanlar aynı şekilde İslamofobi, antifeminizm, antisemitizm, etnik milliyetçilik, gelenekselcilik gibi kavramlara ve sağ kanat aşırı popülist politikalara da destek veriyorlar. Bu eğilimlerin hakim olduğu seçmen kitlesinin büyük çoğunluğunun da Donald Trump'ı destekledikleri yapılan kamuoyu araştırmaları sonucunda ortaya çıkıyor.
Siyasi gözlemciler, ABD başkanlık seçimlerinin Cumhuriyetçi Parti tarafından kazanılmaması halinde dahi ABD toplumundaki kutuplaşmanın çözülemeyeceğini, aksine daha da keskinleşerek kalıcılaşacağını ileri sürüyorlar. Benzer gelişmeler Avrupa ülkelerinde de gözlemleniyor. Korumacılık ve içine kapanma yükselen değer haline geliyor.
Dünya üzerindeki genel hal ve gidiş böyle. Kuşkusuz bu çok karamsar bir tablo. Birçok çevrede bu durumun ikinci dünya savaşı öncesini hatırlattığı ileri sürülüyor.
Böyle bir ortamda ülkemizde yaşanan son gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri izlediği yönelimi ve çağdaş uygarlıklar arasında yer alma hedefini olumsuz etkiliyor. Avrupa'da artan korumacı eğilimler Türkiye'yi de dışlayacak. "Vizesiz Avrupa" hayali çoktan gündemden düştü.
İnsancıl hukuk anlayışını tamamen alt üst edecek olan idam cezasının tartışılması Türkiye'deki durumun net demokrasi açığı oluşturduğuna dair tüm dünyada giderek yaygınlaşan algıyı güçlendirdi. Bu algı AB üyeliğimizin de artık gündemden düşmeye aday bir hayal haline geldiğine işaret ediyor.
HDP'nin parlamento çalışmalarını askıya alması Türkiye'deki parlamenter rejimin hibrid görüntü oluşturmasına yol açıyor. Bu durum karşısında ellerini oğuşturarak "başkanlık sistemine gün doğdu" diye sevinmek yapılabilecek en büyük hata olur. Başkanlık sistemi toplumsal kutuplaşmaları önleyebilecek bir yönetim biçimi olsaydı bugün ABD'de gözlemlenen durum ortaya çıkmazdı.
Hayır, mesele sistemde değil. Mesele insanın insana değer verdiği, etnik, dini, mezhebi ayırımların ortadan tamamen kaldırıldığı, cinsiyet ayırımının dile dahi getirilemediği, özgür, barışçı, demokratik, laik yönetim anlayışının hakim olduğu bir toplumsal mutabakatın sağlanabileceği ortamın yaratılamamasıdır.
Parlamento'da temsil hakkı kazanmış siyasi partilerin yok farz edildiği ortamlarda temsili demokrasi biter. Böyle bir durumda bırakın temsili, demokrasiden söz etmek de güçleşir.
Türkiye bugün barış içinde bir arada yaşamayı içine sindiren yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyaç duyuyor. Mevcut siyasi yapı ve kadroların bu toplumsal mutabakatı sağlayabileceklerine olan inanç günden güne hızla yok oluyor.
Paylaş