Paylaş
Önce Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin (AKPM) Türkiye'yi yeniden denetime alması kararı gündeme geldi. Bunu Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinin ve üyelik müzakerelerinin devam edip etmeyeceği sorusu izledi. Görünen o ki, Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak yoluna devam ettiği takdirde, AB Türkiye'den vazgeçmek niyetinde değil. Türkiye'nin de artık vazgeçecekmiş gibi yapmaması gerekiyor. Zira bu ilişki her iki taraf için de vazgeçilmez.
Peki bu nasıl olacak? Herşeyden önce referandum konusunda Avrupa'dan gelen uyarıları, referandum süreci hakkındaki uzman kuruluşların eleştirilerini, referandum sonrasında AKPM ve AB'nin davranış ve açıklamalarını iyi okumak gerekiyor.
16 Nisan akşamı AB Komisyonu Başkanı Juncker, Dış Politika'dan sorumlu Yüksek Temsilci Mogherini ve Genişleme müzakerelerinden sorumlu Komisyon temsilcisi Hahn tarafından yapılan ortak açıklamada bu konuda önemli ipuçları var.
Açıklamada referandum sonuçlarının not edildiği ve AGİT/ODIHR Uluslararası Gözlemci Misyonu'nun düzensizliklere ilişkin şikayetler hakkındaki nihai raporunun yayımlanmasının beklendiği vurgulanıyor. Ardından, anayasal değişikliklerin, özellikle de bunların hayata geçirilmesinin, Türkiye'nin AB üyeliğine aday ve Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olmasından kaynaklanan yükümlülükleri ışığında değerlendirileceği belirtiliyor. Ayrıca Türkiye, Olağanüstü Hal uygulamaları da dahil olmak üzere, Avrupa Konseyi tarafından dile getirilen endişe ve tavsiyeleri dikkate almaya teşvik ediliyor.
Ortak Açıklama'nın en önemli unsurunu ise referandumda kabul ve red oylarının birbirine çok yakın çıkmasına ve anayasal değişikliklerin bu durumda aşırı yansımalarının olabileceğine çekilen dikkat oluşturuyor. Bu değişikliklerin hayata geçirilmesi esnasında yetkililerin mümkün olabilecek en geniş uzlaşıyı aramaları çağrısında bulunuluyor.
AB Bakanlarının Malta'da yapılan gayrıresmi Dışişleri Bakanları toplantısı sonunda Yüksek Temsilci Mogherini'nin yaptığı açıklamalar da aynı derecede yol gösterici nitelikte. Mogherini Türkiye'nin anayasa değişikliklerinin yetkililer tarafından Venedik Komisyonu'nun tavsiyeleri ve AGİT'in gözlemleri çerçevesinde, en üst düzeyde sağlanacak ulusal birlik ve kapsayıcılık arayışı içinde, red oyu verenler de dahil olmak üzere tüm siyasi pozisyonlara saygı gösterilerek uygulanmasının umulduğunu söylüyor.
AB ile üyelik müzakereleri askıya alınmadı, sona da erdirilmedi. Ancak şu sıralarda herhangi bir müzakere başlığının açılmasına yönelik bir çalışma da yok. Böyle bir çalışmanın akıbeti Türkiye'nin izleyeceği tutum ışığında yapılacak değerlendirmeye göre belli olacak, muhtemelen de, Almanya'daki seçimler sonuçlanmadan önce bu konuda bir işaret verilemeyecek.
Malta'da Türkiye ile ilişkilere bakış konusunda iki farklı akım vardı. Almanya Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına karşıydı. Fransa da Almanya'ya destek verdi. Dolayısıyla, her ne kadar Birleşik Krallık gibi önemli bir destekten artık Brexit nedeniyle yoksun kalsak da, Macron'un Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeniden güçlenecek olan Berlin-Paris ekseninin desteğinin şimdilik devam edeceği anlaşılıyor.
Türkiye karşıtlığı konusunda sözü kimseye bırakmayan Avusturya ise Türkiye'nin AB üyeliğine kesinlikle karşı olduğunu yineleyerek üçyüzotuzbeş yıldır süren Türkiye paranoyasından hala kurtulamadığını gösteriyor.
Mogherini Malta'da Türkiye'ye çok açık bir mesaj verdi ve Türkiye'nin Avrupa demokratik uluslar topluluğunun bir parçası olmak isteyip istemediğini netleştirmesinin beklendiğini güçlü bir şekilde dile getirdi.
AB üyeliği konusunda kurallar açık. Türkiye'de de bu kuralların bilinmediğini varsaymak akla hakaret olur. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve medya özgürlüğü dahil temel özgürlüklere saygı, hiçbir AB üyesi ülkede olmayan idam cezasının Türkiye'de yeniden ceza kanuna geri getirilmemesi ya da getirilmesi tehdidinde bulunulmaması, uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkilerine saygı bu kuralların başında geliyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği serüvenini yakından bilenlerin bu açıklamaların ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türkiye'yi yeniden denetime almasının ne anlama geldiğini anlama becerisine sahip oldukları umuluyor. Avrupa anayasa değişiklerini bir maç gibi görmüyor. Sonuçtan herhangi bir ders falan çıkarmış da değil. Bu konuda önceki tutumu ne ise şimdiki tutumu da aynı. Türkiye'ye ise ders çıkarması ve ev ödevini iyi yapması için olabilecek en makul, en diplomatik ve en kibar üslupla izlemesi gereken yolu gösteriyor.
Türkiye artık yakın geçmişte yaşadığı travmalardan ve paranoyalardan kendini arındırmalı, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, temel hak ve özgürlükler konusunda evrensel kriterleri yakalamak için kapsamlı bir reform sürecine girmeli.
Bunun için Türkiye'nin önündeki en önemli sınav anayasa değişikliklerinin yasalaşması sürecinde ve uyum yasalarının yapılması sırasında verilecek. Eğer bu süreçte Avrupa Konseyi, Venedik Komisyonu, AGİT ve Avrupa Birliği gibi kurum ve kuruluşların önerileri dikkate alınırsa Türkiye'nin önünde hala bir şans var.
Bu şansı kullanmak için Türkiye'de anayasa değişiklikleriyle ilgili referandumda, ister kabul yönünde ister red yönünde karar vermiş olsunlar, oy veren herkese görev düşüyor. Demokrasi ve hukuk devleti anlayışını "kazanan hepsini alır" zihniyetine dayandırmayan bir uygulama bu şansın kaçırılmaması için en büyük imkanı sağlayacak.
Avrupa kurumlarına kuşkuyla bakmak, yıllardır içinde olduğumuz bu örgütlerin benimsediği genel geçer evrensel norm ve standartlara aykırı davranmak kolaycılığından vazgeçmek gerekiyor. Zor olan o evrensel norm ve standartlara uyumlu davranabilmek. Bu Türkiye'nin tüm yurttaşlarının arzusu olursa her türlü zorluğu aşmak mümkün olur.
Paylaş