Paylaş
Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar Avrupa'nın dört büyük devletinden biri olduğunu hatırlamakta yarar var. Bu hatırlanırsa, vizyonumuzu sadece güney komşularımıza ve Ortadoğu'ya sınırlamak yerine, Türkiye'nin Avrupa vizyonuna ilişkin bakışların da gündeme getirildiği daha kapsamlı bir çerçeveye oturtabiliriz.
Bu neden önemli? Önemli zira Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmeye yönelik hedefleri son zamanlarda iyice dikkatlerden kaçmaya başladı. Suriye'li mülteciler konusunda bize biçilen jandarma görevini adeta kabullenmiş gibiyiz.
Böyle olunca Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin sadece "güvenlik" ve "göç politikaları" üzerinden okunduğu bir dış politika anlayışının bize dayatılmasını da sessiz sedasız hazmetmeye çalıştığımız görüntüsünü veriyoruz. Oysa Avrupa'da bizi ve AB ile ortak geleceğimizi ilgilendiren öyle önemli gelişmeler oluyor ki...
Örneğin, AB'nin Kanada ile imzalamayı öngördüğü Kapsamlı Ekonomi ve Ticaret Anlaşması (CETA)'nın gerçekleşmesine önemli bir engel çıktı. CETA yaklaşık yedi yıldır gündemde. AB'nin 27 üyesi bu anlaşmanın bir an önce imzalanmasını istiyorlar. Anlaşma imzalandığı takdirde AB ile Kanada arasındaki gümrük tarifeleri yüzde 98 oranında düşecek. Bu da AB'nin Kanada'ya olan ihracatında 500 milyon avro tutarında bir harcamayı ortadan kaldıracak.
Bu rakamlar önemli, zira gümrük tarifelerindeki indirimin AB ile Kanada arasındaki ticareti yüzde yirmi oranında artıracağı, bunun da özellikle küçük ve orta boy işletmelerin önünü açacağı hesaplanıyor.
Peki engel ne? AB'nin 27 ülkesinin heyecanla beklediği anlaşma 28. üye Belçika tarafından engelleniyor. Belçika bu kararı alırken kendi federal yapısı gereği içindeki tüm federe ve bölgesel unsurların birlikte onaylaması gereken bir süreçten geçmek zorundaydı. Belçika'nın kuzeyindeki Fransızca konuşan toplumun yaşadığı Wallonia anlaşmayı onaylamayı reddetti. Böylece, 3,5 milyon nüfuslu bir federe bölge, 36,5 milyon nüfuslu Kanada ile 500 milyonun üzerinde nüfusa sahip AB ülkelerinin bu serbest ticaret düzenlemesinden mahrum kalmalarına sebep oldu.
Sosyalist yönetime sahip Wallonia'nın CETA'ya başlıca itirazı işçi hakları, çevrenin korunmasıyla ilgili düzenlemeler ve tüketici standartları konularında daha güçlü güvenceler istemesinden kaynaklanıyor. AB'ye baktığımızda bütünü görüyoruz, ama işte böyle küçük federe unsurlar kendi küçük ekonomilerinin korunması ile ilgili duyarlılıkları nedeniyle küresel ticaretin serbestleşmesi konusunda pek ala engelleyici tutumlar takınabiliyorlar.
CETA Kanada için olduğu kadar AB için de önemliydi elbette. Ancak bundan da öte, Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılmasından sonra ortaya çıkabilecek yeni düzenlemelere de bir örnek olarak gösteriliyordu. Birçok çevrede daha şimdiden Brexit sonrasında CETA benzeri bir serbest ticaret düzenlemesinin Birleşik Krallık'a da uygulanabileceği dile getiriliyordu. CETA'nın onaylanmaması şimdi Brexit sonrasında AB-Birleşik Krallık ilişkilerinde nasıl bir model oluşacağına ilişkin soruları gündeme getiriyor.
Aslında tüm dünya üzerinde liberal pazar ekonomileri ve serbest ticaret düzenlemelerine karşı bir yandan siyasi otoriterleşme, bir yandan da daha kısıtlı ve sınırlı ticaret ilişkileriyle tanımlanan yeni bir himayecilik eğilimi görülüyor. ABD başkanlık seçimlerinde yarışan iki adayın da küresel serbest ticaret ilişkilerine olumsuz yaklaştıklarını gösteren ifadeleri dikkat çekti.
Bu koşullar altında, zaten Almanya ve Fransa'nın pek de hevesli görünmedikleri AB ile ABD arasında imzalanması öngörülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşmasının da Brexit ile birlikte gündemden düştüğü söyleniyor.
AB bir yandan Kanada, bir yandan ABD bir yandan da Birleşik Krallık ile yeni ticaret ilişkilerinin nasıl düzenleneceği arayışını önümüzdeki yıllarda sürdüreceğe benziyor.
Bizim etrafımızda Musul ve Halep gibi tarih sorunları dururken bu konularla ilgilenmenin ne anlamı var diye düşünülebilir. Mesele göründüğünden de önemli. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik perspektifinin artık iyice zayıfladığı konusundaki kanaat giderek yaygınlaşıyor.
Bu durumda, Brexit sonrası Birleşik Krallık ile AB arasında belirlenecek yeni düzenlemenin Türkiye için de bir örnek teşkil edebileceği daha şimdiden AB çevrelerinde dile getirilmeye başlandı.
Bu nedenle, AB'nin nereye doğru ilerlediği, serbest dolaşım, tek pazar, Avro bölgesi gibi konuların üyeler arasında ve gelecekte üye olacak ülkeler ile nasıl düzenleneceği gibi soruların yanıtlarının da bugünden düşünülmeye başlaması gerekiyor.
Türkiye ekonomisinin artık iyice sıkıştığına ve önümüzdeki dönemde ciddi zorluklarla karşılaşacağına ilişkin değerlendirmeler sıklaştı. Büyüme hızımızın iyice yavaşladığı ve bu durumun bir süre kalıcı olacağı anlaşılıyor.
Böyle bir durumda Türkiye'nin ticari, ekonomik ve teknolojik ilişkilerinin hala en yoğun olarak sürdüğü AB ile daha uyumlu ve kopmayan bir bütünleşme içinde olması şart. Türkiye'yi ileriye götürecek olan hamleler ve ilişkiler ağı Ortadoğu'da değil Avrupa'da. Buna her zamankinden daha çok dikkat etmek gerekiyor.
Paylaş