Paylaş
İstanbul Üniversitesi'nin Fen Fakültesi'nde Zooloji ve Felsefe eğitimi alan, Türkiye'de Türkçe ve Ermenice yayımlanan ilk haftalık gazete olan "Agos"u kuran Hrant Dink yaşamını Türkiye ile Ermenistan arasındaki komşuluk ilişkilerinin kurulmasına yönelik çabalara hasretmişti.
Yıllarca yazdı, ancak yaşamı boyunca bir eylem adamı olarak sahadaki etkinlikleri daha çok önemsediğinden bir tek kitap tamamlayabildi. Ona da "İki yakın halk, iki uzak komşu" adını vermişti.
Bugün iki ülke arasında giderek açılan arayı görseydi emeklerinin ne kadar umursamaz bir şekilde göz ardı edildiğini görür üzülürdü. Hrant Dink'in arzuladığının ve gösterdiği çabalarının aksine, birbirine bir tüy uçumluk mesafede yakın ve doğrudan sınır komşusu olan bu iki ülkede yaşayanlar birbirine kilometrelerce uzak birer halk haline geldi.
Türkiye ile Ermenistan 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Ermenistan'ın bağımsız devlet olarak uluslararası toplumun bir aktörü haline gelmesi sonunda komşu iki ülke oldular. O tarihten itibaren de iki ülke arasında olması gereken çağdaş ve normal ilişkilerin kurulması için çeşitli dönemlerde etkin çabalar gösterildi.
Bu çabaların en somut ve en sonuca yönelik olarak hayata geçen örneği 2008 yılında başlamış ve 2009 yılında iki ülke arasında iki önemli protokolün imzalanması ile sonuçlanmıştır.
2008 yılı aynı zamanda o dönem Türkiye Cumhurbaşkanı olan Sayın Abdullah Gül'ün iki ülke arasındaki Avrupa Futbol Şampiyonası grup eleme maçını izlemek üzere Erivan'ı ziyaretiyle de tarihe önemli bir kayıt düşülen yıl olmuştur.
Hrant Dink bu gelişmeleri göremedi. Görseydi yaşamı boyunca hayalini kurduğu bir ülkünün gerçekleşmesi için ilk kez iyi niyetli ve samimi adımların atılmaya başlamasından büyük mutluluk duyacaktı.
Kitabında da sözünü ettiği gibi, "eski hesapların, geleceği yaratmada ayak bağı olmaması gerektiğini" düşünen insanların, bu anlayışla yola çıktıklarını ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini gerçekçi bir anlayışla istediklerini görecekti.
Belki de iyi ki görmedi. Zira o çabaların akim bıraktırılmasından dolayı da büyük hayal kırıklığı duyacaktı.
Hrant Dink'in Türklerle Ermeniler arasında birbirlerine karşı oluşan algılarla ilgili önemli tespitleri vardır. "Ermenilerin travmalarıyla, Türklerin de paranoyalarıyla birbirlerine karşı huzursuz ve sağlıksız duruşları olduğu" saptaması bunlardan biridir.
Bu duruşların yarattığı durumun her iki ulusun da kimliğinde diğerini "öteki" olarak algılama sonucunu doğurduğunu ve bu "ötekilik" halinin bir tür vazgeçilemez varlık halini aldığını anlatır.
Bunun ne kadar yanlış bir içselleştirme olduğunu anlatmak için de çok basit bir gerçeğe işaret eder. Dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan ve kendilerine "diyaspora" adı verilen Ermenilerin anavatanı Anadolu'dur.
"Diyaspora Ermenisi" olarak adlandırılan insanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar Anadolu'ya ait kültürel izleri taşımaya devam etmişlerdir. Bunca kuşak geçmesine rağmen, zayıf bir aksanla da olsa, içlerinde Türkçe konuşanlara, hatta bu dili yerel şiveleriyle kullananlara sık sık rastlamak mümkündür. Onlar için Anadolu bir hasrettir, sıladır.
İşte bu nedenle, Hrant Dink Ermeni Diyaspora'sını "Anadolu'nun dünya hali" olarak tanımlar.
Türklerle Ermenilerin ortak tarihi ve bugün karşı karşıya oldukları durum hakkında yaptığı en önemli tespitlerden biri de ortak mirasın tüketilmesidir.
Bu tespite katılmamak mümkün değil. Ona göre iki ulus arasında yaşanan birliktelik o kadar derindir ki, bunun bozulmasını her iki taraf da bir "ihanet" olarak algılar.
Türkler asırlar boyu "sadık millet" olarak adlandırdıkları Ermenilerin daha sonra ihanet ettiklerini söylerler, Ermeniler de 1915'te yaşadıkları felaketi asırlar süren ilişkiye ihanet olarak algılarlar.
Neresinden bakılırsa bakılsın, bugün bu iki ulusun aralarındaki ilişkilerin normalleşmesini hazmedemeyen, bunu engellemek için elinden geleni ardına koymayan ve "ötekileştirme"yi neredeyse bir yaşam tarzı haline getiren marjinal milliyetçi kesimler her iki ülkede de mevcut. Başka ülkelerde de mevcut.
Bu marjinal kesimlerin engellemelerini aşmak için resmi kurum ve kuruluşların ve siyasi çevrelerin içine düştükleri dar görüşlülükten kurtulmalarını beklemek hayal olur. O çevreler siyasi varlıklarını borçlu oldukları o marjinal kesimlerin kendilerine verdiği destekle ayakta durma gayreti içinde olmaya devam ettikçe, bu kısır döngü sürer gider.
Ancak yine de ümitleri kaybetmemek gerekiyor. Örneğin, bu yıl Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'nün (KEİ) kuruluşunun 25. Yıldönümü. Dönem başkanlığını yürütmekte olan Türkiye bu önemli yıldönümünü vesile addederek üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarını bir zirve toplantısında bir araya getirmeyi planlıyor olmalı.
Ermenistan da KEİ üyesi. Dolayısıyla, bu zirveye Ermenistan'dan da en yüksek düzeyde katılım olmasını beklemek doğru olur. Böyle bir zirve toplantısında Türkiye ve Ermenistan üst düzey siyasi yetkililerinin buluşmaları yıllardır süren diyalog eksikliğini de giderebilecek bir fırsat yaratacaktır.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin önündeki en büyük engeli Azerbaycan'ın topraklarının ve Yukarı Karabağ'ın Ermenistan'ın işgali altında olması oluşturuyor. Türkiye bu sorunun çözümü için katkıda bulunamıyor zira bu iki ülkeye eşit mesafede durmuyor.
Ermenistan ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulamaması ve Türkiye-Ermenistan sınırının kapalı tutulması Ermenistan tarafından Türkiye'nin önyargılı olduğu algısına yol açıyor.
Oysa iki ülke arasında ilişkilerin normal seyrine kavuşması mümkün olsa, Azerbaycan-Ermenistan uyuşmazlığına çözüm için Türkiye katkıda bulunma olanağına da kavuşabilecek.
Türkiye'nin evsahipliğinde düzenlenecek KEİ zirvesi, belki de Ermenistan ve Azerbaycan liderlerini Türkiye'de bir araya getirmeyi de başarabilecek.
Türkiye Suriye sınırına duvar örüyor. Ama asıl duvar Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine engel olan kalplerde ve beyinlerde örülen duvarlar.
Hrant Dink o duvarların kaldırılması için yaşadı, o uğurda öldü. Huzur içinde uyusun.
Paylaş