Paylaş
Türkiye 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan harekat ertesinde önce Cerablus’ta, sonra Dabik’te ve nihayet son olarak da El-Bab’ta “geçici üs”lerde konuşlanmış durumda. Bu üslerin Suriye’de kontrol altına alınan arazi üzerinde denetimi sürdürmek için gerekli olduğu belirtiliyor.
Bir askeri harekatın en önemli unsurlarını onun taktik, stratejik, askeri ve siyasi hedefleri oluşturur. Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatında bu unsurların tam anlamıyla baştan itibaren belirgin olduğu hakkında yaygın bir kanaat hiç bir zaman oluşmadı. Birçok askeri ve siyasi gözlemci Türkiye’nin Suriye’den çıkış stratejisi bulunmadığına dair görüş belirttiler. Bu görüşlere verilecek en iyi yanıt bir an önce askeri birliklerin Suriye’den çıkışını mümkün kılacak parametrelerin açıklanmasıdır.
Mevcut durum ne gibi sonuçlar doğurabilir, tehlikeli midir? Herşeyden önce askeri birliklerimizin Suriye toprakları üzerinde birçok noktada farklı askeri unsurlarla temas hatlarında karşı karşıya bulundukları biliniyor. El-Bab’ta askeri birliklerimiz her ne kadar kente hakim bir noktada stratejik önemi haiz bir tepede konuşlanmışlarsa da, aynı kentin güneyinde Tardif denilen ilçede de Suriye rejiminin birlikleri konuşlanmış durumda. Türkiye’nin desteklediği ve Suriye rejimiyle çatışma halinde bulunan muhalefet unsurları, bu temas noktasında Türk ve Rus komutanların gözetiminde ateşkes hattında karşı karşıya yer alıyorlar. Dolayısıyla, her an bu iki grubun birbirleriyle sıcak temas içine girmeleri mümkün. Böyle bir durum Türkiye’nin istemediği bir tırmanmaya yol açabilir.
İkinci olarak, benzer bir durum Membiç’te de söz konusu. Suriye rejimine ait askeri birlikler El-Bab’ta Tardif’e gelip de Özgür Suriye Ordusu ile karşı karşıya ateşkes hattı oluşturunca, bu birliklerin bir kısmı doğuya dönerek Membiç’e yöneldi. Türkiye Membiç’in PYD ve YPG’nin kontrolünden çıkmasını ve bölgenin asıl sahiplerine verilmesi gerektiğini savunuyordu. Rusya tarafından yapılan açıklamalarda, Membiç’te PYD ve YPG’nin kontrolü altında bulunan alanların Suriye rejim kuvvetlerine teslim edileceği belirtildi. Dolayısıyla,Türkiye’nin desteklediği muhalefet unsurları, Membiç yakınlarında da Suriye rejim kuvvetleriyle karşı karşıya bulunuyor. Bu temas hattı El-Bab’taki durumla birbirini andırıyor.
Üçüncü olarak, IŞİD unsurları Suriye ve Irak toprakları üzerinde hakim oldukları alanları birer birer kaybetmekle birlikte, yapıları gereği küçük ve hızlı intikal yeteneği ile savaşma özelliklerinden yararlanarak her an bu bölgelere yeniden dönmeyi deneyebilecek ve vur-kaç saldırıları düzenleyebileceklerdir. Bu durum daha önce de görüldü. Örneğin Palmira defalarca IŞİD ve Suriye rejim kuvvetleri arasında el değiştirdi. Bu tecrübeden hareket edildiğinde, ileride Türkiye’nin Suriye’de bulundurduğu askeri birliklerin tam manasıyla savaşın bittiği, barışın ve huzurun sağlandığı bir ortamda konuşlanmış olmadıkları da anlaşılacaktır.
Dördüncü olarak, Suriye rejim kuvvetleri her ne kadar şimdilik böyle bir eğilim göstermiyorlarsa da, yakında Halep’te yaşanan trajediye benzer bir askeri karşılaşmanın bu defa İdlib’te yaşanabileceğinden söz ediliyor. Bu da Suriye’nin batısında her an yeniden sıcak çatışmaların başlayabileceği anlamına geliyor. Böyle bir bölgede Türkiye’nin askeri birliklerini tutmaya devam etmesi de önemli riskler içermeye devam ediyor.
Rakka operasyonu Türkiye’nin doğrudan katılmadığı ve ABD’nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri adı altında ağırlıklı olarak PYD/YPG’nin kontrol ettiği birlikler tarafından yürütülüyor. Türkiye bu unsurlar bu harekatta yer aldıkça Rakka için bir katkıda bulunamayacağını söylemeye devam ediyor. Ne Rusya’dan ne ABD’den Türkiye’nin bu tutumuna olumlu bir yanıt gelmiyor.
Türkiye Suriye ile ilgili olarak sorunun başında belirlemiş olduğu tutumunu zaman içinde pragmatik adımlarla gözden geçiren ve sahanın gerçekleriyle uyumluluk sağlayan biçimde geliştirdi. Örneğin, Suriye rejiminin ve Esad’ın değişmesi konusundaki tutumunda yalnız kaldığını anlayınca bu politikasını yüksek sesle tekrarlamaktan vazgeçti.
El-Bab’tan sonra Membiç ve Rakka’ya yönelineceği konusunda da defalarca dile getirilen tutumun, ABD ve Rusya ile yapılan yakın istişareler sonunda aynı Esad ile ilgili tutuma benzer şekilde yüksek sesle tekrarlanmasından vazgeçildiği anlaşılıyor. Bütün bu gelişmelerin ardından Fırat Kalkanı harekatının bittiğinin açıklanmasıyla da Türkiye’nin Suriye politikasında uluslararası toplumla belirgin bir yakınlaşma içine girildiği görülüyor.
Bu yakınlaşmanın elbette PYD ve YPG konusunda da kaydedilmesini beklemek yanlış olmayacaktır. Türkiye Suriye’de esas itibariyle kendi güvenliğine tehdit oluşturmayacak bir savaş sonrası ortamı hedeflemektedir. Buna ek olarak, Suriye muhalefetinin de, en azından şimdilik askeri olarak kontrol altında bulundurduğu bölgelerde siyasi ve idari kontrolü de elde etmesini ve bunu sürdürmesini beklemektedir. Bu konudaki en önemli ilerleme ise Cenevre’de sürdürülmekte olan barış görüşmelerinde kaydedilebilecektir.
Fırat Kalkanı harekatı bitti. Askeri başarılar diplomatik başarılarla desteklendikleri ölçüde kalıcı olurlar. Türkiye için artık sıra askeri başarıların diplomasi masasında kalıcı hale getirilmesi hedefine gelmiştir. Bunun için Rusya, ABD ve gerekirse İran ile yakın bir diplomasi eşgüdümü içine girmek gerekecektir. Böyle bir çabada başarı ise, bu barışçı ruhu ve ortamı zehirleyebilecek gerginliklerden, söylemlerden ve istenmeyen askeri çatışmalardan uzak durmakla sağlanabilecektir.
Paylaş