Paylaş
23 Haziran 2016'da yapılan referandum aslında Birleşik Krallık toplumunun Avrupa Birliği'ne veda etme konusunda bölünmüş bir kamuoyuna sahip olduğunu göstermişti. Oylamada ayrılma yanlısı olanların oranı %51.9, AB'de kalma yanlısı olanların oranı ise %48.2 olarak belirmişti.
Ülkede halkın birbirine bu kadar yakın oranlarla farklı görüşler belirtmesi kararın uygulamaya konması için gerekli sürecin başlatılmasını geciktirdi. Theresa May hükümeti referandum sonucunu yeterli buluyor ve Lizbon anlaşmasının 50. Maddesi uyarınca AB'den ayrılmak için gerekli müzakereleri başlatabileceğini düşünüyordu. Theresa May bu müzakerelerin 31 Mart 2017 tarihinde başlatılacağını duyurdu.
Yüksek Mahkeme aynı kanaatte değildi. Bu yılın başında Ocak ayında mahkemenin aldığı karara göre, hükümet 50. Maddeyi yürürlüğe sokmak için parlamentonun onayını almak zorundaydı. Karar onbir üyeli Yüksek Mahkeme'nin sekiz üyesinin bu yönde görüş belirtmeleri üzerine alınmıştı.
Kararın gerekçesinde de AB'den ayrılmanın ülkede uygulanmakta olan AB hukukunda köklü bir değişik anlamına geleceği, böyle bir hukuki değişikliğin hükümet tarafından ancak yasama organının vereceği yetkiyle yerine getirilebileceği belirtiliyordu.
Theresa May hükümeti çaresiz konuyu parlamentoya götürmek zorunda kaldı. Hükümetin AB'den çıkma konusunda yetkilendirilmesi önce Avam Kamarası'nda oylandı ve milletvekilleri hükümete bu yetkiyi ezici bir çoğunlukla verdiler.
Sıra şimdi Lordlar Kamarası'na gelmişti. Lordlar Kamarası'nda dün yapılan oylamada, hükümetin herhangi bir değişikliğe uğramadan Avam Kamarası'ndan geçirdiği yasa taslağı reddedildi.
Lordlar Kamarası AB'den çıkılması halinde Birleşik Krallık'ta yaşayan AB vatandaşlarının haklarının nasıl korunacağının yasa taslağında açıklıkla belirtilmesi için gerekli değişikliklerin yapılmasının şart olduğunu belirtti.
Demokrasi sürekli olarak denetim, doğrulama ve kontrol mekanizmalarıyla donatılarak işletildiği zaman ulaşılan sonuç en doğru ve hakkaniyete en uygun haline kavuşabiliyor. Lordlar Kamarası tarafından yapılması istenen değişiklik hükümet tarafından kısa zamanda yapılacak ve değişen yasa taslağı bu defa yeniden Avam Kamarası'na sunulacak.
Avam Kamarası'nda çoğunluğa sahip olan Muhafazakar Parti, gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra yasa taslağını yeniden Avam Kamarası'na gönderdiğinde herhangi bir zorlukla karşılaşılacağını düşünmüyor. Ancak sürecin bu şekilde uzaması Theresa May hükümetinin müzakerelere başlamak için verdiği tarih olan 31 Mart'ın riske girmesine yol açıyor.
Bütün bu mekanizmalar demokratik süreçlerin aslında oldu bittiye getirilmeden, sabırla ve herhangi bir konunun en ince ayrıntısına kadar düşünüldükten sonra yasalara dönüştüğünü gösteriyor. Birleşik Krallık da parlamenter sistemi bu bakımdan en başarılı şekilde uygulayan ülke olarak tanınıyor.
Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden çıkması kararının alınmasına yol açan referandumun yapılmasının üzerinden sekiz ay geçmesine rağmen hükümet hala bu konuda AB ile müzakerelere başlamak için gerekli yetkiyi alamadı. Sürecin uzaması elbette bazı çevreleri rahatsız ediyor, ancak Lordlar Kamarası tarafından yapılması istenen değişiklikle Birleşik Krallık'ta yaşamaya devam edecek AB vatandaşlarının hakları da korunmuş oluyor.
Avrupa Birliği bu yıl önemli sınavları birbiri ardına vereceğe benziyor. Hollanda'da, Fransa'da ve Almanya'da yapılacak seçimler bu ülkelerde iktidar değişimine yol açabilecek ve her bir ülkenin AB ile ilişkilerinde önemli dönüşümler yaşanabilecek.
Bu kadar önemli değişikliklerin öncesindeki Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin nasıl şekilleneceğine ilişkin bir işaret ise henüz görülmüyor. Şimdilik iki taraf da kendi iç meselelerine odaklanmış durumda. Umalım ki iç meseleler ile ilgili gelişmelerin yatıştığı ve kafaların kaldırılıp etrafa bakıldığı anda iş işten geçmiş olmasın.
Paylaş