Paylaş
Bu sürenin sonunda bölgede başgösteren halk ayaklanmalarının, siyasi gelişmelerin, seçim ya da diğer yöntemlerle yaşanan hükümet değişikliklerinin sonucuna bakılınca ortada sadece bir takım başarısız, çökmüş ve aciz devlet yapıları kaldı. Bugün bu kavramlar Somali, Yemen, Libya gibi ülkeler için sık sık kullanılıyor.
17 Aralık 2010 tarihinde kendini yakarak Tunus'ta eylemlerin başlamasına yol açan Mohammed Bouazizi otokratik rejimlere karşı demokratik başkaldırının simgesi haline geldi. Arap Baharı olarak anılan halk hareketlerinin tetikleyicisi de Tunus'taki bu olay oldu. Bouazizi ölümünden sonra 2011 yılında Sakharov ödülüne layık görüldü, Times Dergisi tarafından da "2011 yılının en önemli şahsiyeti" seçildi.
Tunus'taki halk uyanışını takiben iktidar olan EnNahda isimli siyasi partinin 10. Kongresi 22 Mayıs 2016 tarihinde yapıldı. Kongre partinin geçmişi ve geleceği açısından önemli bir gelişmeyle sonuçlandı. 1960'lı yıllarda dini hareket olarak başlayan ve 1981 yılından itibaren bir siyasi oluşuma dönüşen EnNahda, bu iki özelliği bir arada barındırmakla "siyasi islam"ın da en önemli temsilcisi olarak biliniyordu. 10. Kongre'de delegelerin %93,5 oranındaki bölümünün oylarıyla EnNahda dini ve siyasi faaliyetlerini birbirinden ayırma kararı aldı. Böylelikle de "siyasi islam" ile arasına mesafe koydu.
Arap uyanışının görüldüğü ülkelerin hemen hepsinde iktidara gelen benzeri siyasi oluşumlar çeşitli nedenlerle kısa sürede başarılı hükümet uygulamaları gösteremeyerek iktidarı terk etmek zorunda kaldılar. "Siyasi islam" olarak anılan örnekler iktidar olunca demokratik ve laik yönetim biçimi yerine İslami esaslara dayalı yönetim biçimlerini dayatmak için Anayasa değişiklikleri, kanun değişiklikleri ve benzeri uygulamalarla toplumsal değişim hazırlıkları içine giriyorlar. Onların bu arayışları yaşam tarzlarının değiştirilmesini istemeyen kitlelerin karşı tepkilerine yol açıyor.
Öte yandan, özellikle Irak'ta son on yıldır, Suriye'de ise son beş yıldır yaşanan gelişmelerin ortaya çıkardığı IŞİD "İslam"ı "devlet" ile birleştirerek kendini tanımlamak ve vahşeti temel uygulama haline getirmek suretiyle bazı çevrelerde rağbet gören "ılımlı İslam" gibi tanımlamaların da zorlama olduğu inancını güçlendirdi.
Bugün Tunus örneği Arap halk hareketlerinin başlangıcına örnek olduğu gibi şimdi de İslam aleminde yeni bir dönüşümün yaşandığı ve İslami değerler ile laik siyaset uygulamasının sentezini arama çabalarının odaklandığı bir ülke haline geliyor. Kim bilir, belki de bu özelliğiyle Tunus Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya yeni bir ilham kaynağı olacak.
Türkiye son on yılda bu gelişmeleri yakından izleyen ve etkileyen bir ülke olmanın yanı sıra kendi içinde de toplumsal dönüşüm yaşayan bir ülke oldu.
17 Aralık 2004 tarihi, Arap Baharı'nın başlangıç tarihinden tam altı yıl önce Türkiye için yeni bir sürecin başlangıcını oluşturmuştu. Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine başlamasına yönelik karar bu tarihte alınmış ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştı.
Bu kararın açıklanması sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Türkiye'yi demokratikleşme ve çağdaşlaşma yolunda önemli bir ilham kaynağı olarak gören Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki ülkeler için de büyük bir heyecan kaynağı olmuştu.
Türkiye'nin AB ile yakınlaşması bölgemizi AB ile komşu yapıyor, evrensel değerlerin Türkiye üzerinden bölge ülkelerine yansıması için önemli bir fırsat doğuyordu. Bu durum hem Doğu için hem Batı için bulunmaz bir sentez fırsatıydı. Türkiye yakın komşu coğrafyasına bir ilham kaynağı oluşturuyordu.
Acaba Türkiye bu fırsatı iyi değerlendirebildi mi? Aradan geçen yıllar boyunca Türkiye ilham kaynağı olma özelliğini sürdürülebilir kıldı mı?
Kadir Has Üniversitesi'nin geleneksel yıllık Türk Dış Politikası Kamuoyu Algı Araştırması bazı önemli ipuçları veriyor.
Örneğin, 2015 yılında Türkiye'yi bir İslam ülkesi olarak algılayanların oranı %45,5 iken bir Avrupa ülkesi olarak algılayanların oranı %26,4 idi.
2016 yılında Türkiye'yi bir Avrupa ülkesi olarak algılayanların oranı %31,8'e yükselmiş, İslam ülkesi olarak algılayanların oranı ise %37,5'e gerilemiş.
2015'te halkın %42,4'ü Türkiye'nin AB üyesi olmasını isterken 2016'da bu oran %61,8'e yükselmiş.
Türkiye'nin AB üyesi olmasıyla birlikte hangi konularda ilerleme sağlanacağı sorusuna verilen yanıtlarda birinci sırada ekonomik düzeyin yükseleceği, ikinci sırada demokrasinin gelişeceği, üçüncü sırada da insan haklarının yaygınlaşacağı dile getiriliyor.
Ankete katılanların %19,8'i AB üyeliğinin alternatifi olarak NATO ve ABD ile ilişkilerin geliştirilmesini belirtirken, %19,7'si AB üyeliğinin alternatifinin bulunmadığını dile getiriyor.
Demek ki halkın yaklaşık %40'ı Türkiye'nin batı yöneliminin, Avrupa Birliği, NATO ve ABD ile ilişkilerinin önemsenmesini düşünüyor ve bunların alternatifi olmadığı gibi ancak kendi içlerinde birbirlerinin alternatifi olabileceklerine inanıyor. Türkiye'nin İslam Konferansı Örgütü içindeki rolünün artırılmasını düşünenlerin oranı ise %17,6.
Nihayet, ankete katılanların %67,5'i Türkiye'nin müslüman ülkelere örnek ya da rol model olabileceğini düşünüyor.
Bulgular Türkiye halkının batı yönelimini sürdürme yanlısı olduğuna, Türkiye için AB üyeliği dışında bir alternatif görmediğine, bu seçeneği Türkiye'nin ekonomik gelişimi, demokratikleşmesi ve insan haklarının yaygınlaşması açısından önemsediğine işaret ediyor.
Açıkçası, Türkiye halkı ülkenin AB üyeliği için hükümetlerin daha fazla çaba göstermesi gerektiğini hissediyor. Bu doğrultunun sürmesinin de Türkiye'nin komşu coğrafyası için örnek olmasına yardımcı olacağına inanıyor.
Ankete katılanlar arasında Türkiye'nin dış politikasını başarılı bulanların oranı %34 iken başarısız bulanların %38,7 olduğu dikkati çekiyor. Türkiye'deki kamuoyunun hissiyatının ve düşüncelerinin önemsenmesi gerekiyor.
Paylaş