Paylaş
İnsanların birbirleriyle empati kurması gerçek ve dengeli ilişkiler geliştirmenin en önemli adımlarından biri, hatta her şeyin başlangıcı sayılabilir. Empati, başkalarının duygularını paylaşma ve anlayabilme farkındalığı şeklinde tanımlanıyor. Günümüzde kişisel koçların, liderlerin, ilişki terapistlerinin sürekli dilinde olan, insan ilişkileriyle ilgili her ortamda yüceltilen ve değer verilen bir kavram oldu. Ancak artık biliminsanları tek başına empatinin sağlıklı olmadığı üzerine tartışmalara başladı. Yale Üniversitesi’nden Profesör Paul Bloom empati üzerine bir kitap yazarak “Nörobilim ve psikolojide yapılan güncel araştırmalar empatinin insanları ayrımcılığa, önyargılı olmaya ittiği, dahası zalimleştirebildiği” iddiasında bulundu. Evet, ben de ilk okuduğumda şaşırdım. Neyse ki Profesör Bloom yalnızca problemi işaret etmiyor, bir çözüm de öneriyor: Empatinin yerine şefkati koymak.
Üzerine düşünüldüğünde mantıklı gelmeye başlayan bir fikir... Empati başkalarının duygularını anlamakla sınırlı kaldığında güzel ancak işler onların duygularını paylaşmaya, hissetmeye döndüğünde karanlık sulara doğru ilerleyebiliyor. Hemen bir örnek: Ofiste bir tartışma yaşayan iş arkadaşınızla empati kuruyorsunuz. Onun öfkesini ve kırgınlığını anlamak için kendinizde o hisleri duyumsamaya başladınız. Şimdi bu duyguları yöneltecek birine ihtiyacınız var ve hedefiniz belli, arkadaşınızın tartıştığı kişi. İşte zorbalık tam buradan başlayabiliyor.
Profesör Bloom empatinin iyi yanlarını elbette es geçmiyor ve asla kötülemiyor. Örneğin “Bir filmdeki başrolle empati kurduğunuzda filmin gerçekliğine çok daha rahat girebilirsiniz” diyor. Katılıyorum, zorluklara göğüs geren başarılı bir insanla empati kurmaya çalışmak mesela onun kabiliyetlerinden feyz almaya ve daha bilinçli bir şekilde yol almaya vesile olabilir. Bu kadarıyla kaldığında güzel fakat düşük titreşimli duygularla kurulduğunda sıkıntı yaratabildiği gibi empatinin ayrımcılığı besleyebilen bir yanı da var. Yani dualitenin iyi bir örneği.
Şefkat, işbirliği gerektiren sosyal ortamlar ve takımlarda empatiden daha çok işe yarıyor.
SİZİ DE KORUYOR
Bloom’un kitabını öne çıkaran Forbes yazarı Christine Comaford ise bilişsel önyargılar bağlamında empatiyi değerlendiriyor ve ‘Benim gibi önyargısı’yla doğrudan ilişkili olduğunu savunuyor. Profesör Bloom, bir videosunda aynı dili konuşan, aynı ten rengindeki, yakın benzerlik taşıyan insanların diğerlerine nazaran daha kolay empati yaratabildiği gerçeğine işaret etmiş ve bunun gruplaşmalara ve bir noktadan sonra ayrılık bilincine fayda ettiğini göstermiş. Dolayısıyla empatiyle kurulan ilişkinin hemen ötesine geçmekte fayda var. Hatta en başında, belki empati bile kurmadan gösterilen şefkatin daha yararlı olacağını söylüyor Profesör Bloom. Şefkat duygusunun tanımlarından biri ‘başkalarının çektiği sıkıntıları fark edince ortaya çıkan yardım etme arzusu’ şeklinde. Burada kendini başkasının duygularının içinde hissetmek yerine mantıklı biçimde yardım arama imkânı ortaya çıkıyor. Şefkatin getirdiği bu sağlıklı mesafe hem kişiyi kendine ait olmayan duygulardan koruyabiliyor hem de eyleme geçmesini ve çözüm bulmasını kolaylaştırıyor.
Şefkat kavramı özellikle eşler arasında değer buluyor. Ofiste tartışan ve öfkesini yenememiş kişi eve geldiğinde kendisiyle empati kurarak ofistekilere sinirlenen, aynı öfkeyi çoğaltan bir eşten aslında fayda görmüyor. Aksine, kendisine sevildiğini söyleyecek ve öfkeyi dindirecek bir enerjiye daha çok ihtiyaç duyuyor. Şefkat, işbirliği gerektiren sosyal ortamlarda ve takımlarda empatiden daha çok işe yarıyor. Comaford hem zorlanan arkadaşlarının durumunu anlayıp destek olabilen hem de moral bozmayıp performansını koruyabilen bir takımın, gücünü şefkatten alabileceğini söylüyor...
Yoğun duygusal karakteriyle bilinen toplumumuz için empati ve şefkat kavramlarının önemini görmek zor değil. Duygusallığımız, birbirimizi anlama ve paylaşma biçimimizi de şekillendiriyor. Anadolu insanlarında yaygın olarak acıyı paylaşma anlayışı, ‘birlikte acı çekme’ şeklinde karşılık buluyor. Biri ağlıyorsa, yanına oturanlarda sızlanıp dertlenmeye başlıyor (2016’da Shaman Durek ile birlikte yazdığımız ‘Uyanış’ kitabındaki bölümlerden biri tam da bunun üzerineydi). Arabesk müziğin böyle zamanlarda yükselmesi de toplumsal göstergelerimizden biri. Ülkenin yaşadığı sıkıntıları toplu bir acı çekme ayinine dönüştürüp sağaltmaya bakıyoruz fakat fayda etmiyor. Aslında sıkıntıların paylaşılmaya değil; çözüme, anlayışa ve sevgiye ihtiyacı var. Birbirimize karşı biraz daha şefkat, hepimize iyi gelecek.
DUYGULARI PAYLAŞMAK: TİTREŞİM ALIŞVERİŞİ
Kadim öğretilere göre insan dört benlikten oluşuyor: Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duygusal... Fiziksel benlik bedenin kendi kendine çalışan düzenini ifade ediyor. Zihinsel benlik akıl-mantık ve hayatta kalma işlerini yönetiyor. Ruhsal benlik hem ruhla hem de gizemli bilinçle ilgili. Duygusal benlikse duyularla algılanan iç ve dış gerçekliğin bedenimizde ve enerji alanımızda yarattığı titreşimleri tasvir ediyor. Empatinin içyüzünü anlayabilmek için duyguların doğasına bakmakta fayda var. İngilizcede ‘emotion’ yani duygu kelimesi için söylenen ‘energy in motion’ yani ‘hareket halindeki enerji’ şeklinde bir tabir vardır. Duyguların, manyetik alanımızı değiştiren titreşimler şeklinde bedenimizde yayıldığı düşüncesine gönderme yapar. Bu titreşimler, başkalarının manyetik alanlarıyla etkileştikçe kişilerin diğerlerinin duygularıyla ilişkilenmeye başlaması anlaşılabilir bir şey.
Paylaş