Paylaş
5 üzerinden 3.5 yıldız
Blake Edwards’ın muhteşem komedisi ‘Parti’nin (‘The Party’) giriş bölümünde sakar bir figüranın yarattığı, koca bir seti dağıtan tarif ötesi yıkıma tanıklık ederiz. Peter Sellers filmografisi içinde de özel bir yere sahip olan bu başyapıt, bir parça da sinema dünyasının kendine özgü koridorlarında gezinir. Cem Yılmaz’ın son çalışması ‘Pek Yakında’ da ‘Parti’ye benzer şekilde bir figüranın (‘Altıncı polis’) sette yarattığı tuhaflıklarla açılıyor. Öykü böylesi bir girişle, evet Edwards’ın filmine selam sarkıtıyor ama asıl referansı bir Yavuz Turgul klasiği: ‘Eşkıya.’ Aslında ‘Pek Yakında’ elini hemen belli eden filmlerden; göndermeleri, ana karakterlerinin dünyaları, özlemleri, hayal kırıklıkları, derdi tasası derken genel çizgileri itibariyle Yeşilçam’a bir sevgi, saygı ve de vefa duruşu...
Önce kısaca konu diyelim: Korsan DVD’ci Zafer, karısı Arzu’nun boşanmaktaki ısrarı üzerine kanunsuz işlere veda etme kararı alır. Lakin patronu büyük bir vurgun yapacaktır ve ondan, son defa destek ister. Ve fakat polis baskını sonucu işler karışır. Zafer biraz sinema sevdası ama asıl olarak karısı Arzu’yu yeniden kazanma derdiyle film işine girer. Bir grup eski Yeşilçam’cıyla zamanında çekilememiş bir proje olan ‘Şahikalar: Kötülüğün Sonu’ filmi için kollarını sıvar... Çaktırmadan da filmin kadın başrolünün karısı Arzu’ya verilmesini sağlar...
KADRO ÇOK ÇOK İYİ...
‘Pek Yakında’ her ne kadar ‘Parti’ üzerinden ‘Eşkıya’ya gönderse de genel fotoğrafta galiba en güçlü akrabalığını bir başka Yavuz Turgul yapıtı olan ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’yle kuruyor. Göndermeler, detaylar, ince ara pasları derken etkileyici bir güzelleme olmuş. Öykünün şimdiki zamanla bağı da gayet zekice (‘Korsan DVD’cilik işi). Öte yandan ‘Pek Yakında’, Cem Yılmaz külliyatı ‘Hokkabaz’a yakın duruyor. ‘GORA’, ‘AROG’ ya da ‘Yahşi Batı’da olduğu gibi öykünün adım başı espri patlatma gibi bir derdi (ya da çabası) yok, dolayısıyla böyle bir beklentiyle salona yollanmak isteyenleri uyarmak boynumuzun borcu! Ama şu noktanın da altını çizmek gerek: Film boyunca çok sıkı espriler var (‘Çok sıkılar’ kategorisinde yer almasa da ben ‘Şu ülkede Kore sinemasını biz sevdirmedik mi?’ saptamasını bir hayli beğendim mesela)... Ayrıca Cem Yılmaz’ın kendi geçmişine yaptığı göndermede ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ hatırlatmaları, Sunay Akın’ın kendisini ti’ye alması, ‘Art-house sinema’ ve bu bağlamda festivaller saptamaları vs. filmde aralara serpiştirilmiş onca güzellikten bazılarıydı...
Keza oyuncu kadrosu da hikâyeyi ete kemiğe büründürmede son derece başarılı... Cem Yılmaz’ın performansı üzerine özel bir şeyler söylemeye gerek yok, her zamanki formunda. Tülin Özen gayet iyi, filmin özellikle hüzün tonunu ayarlamada asıl işlevi üstlenmiş ve bu yükün altından rahatlıkla kalkmış. Abartıyor muyum bilmiyorum ama bence Zafer Algöz sinema kariyerinin en iyi performansını ortaya koymuş (ya da açık kapı bırakayım: ‘Yeşilçam romantiği Ahben’de, ‘Salkım Hanımın Taneleri’ndeki Durmuş kalibresinde iş çıkarıyor). Ozan Güven de çok çok başarılı bir tiplemeye imza atıyor. Keza Çağlar Çorumlu ve Özkan Uğur da çizgi üstü performansların sahibi oluyorlar. Cengiz Bozkurt, namı diğer ‘Erdal Bakkal’ da sanırım kariyerindeki en değişik tiplemeyle karşımızda... Kadroya ilişkin belki tek eleştiri öyküde ‘Ustalara saygı’ kabilinden yer alan ve daha geniş bir çerçevesinin dışına taşmasına senaryonun izin vermediği Ayşen Gruda üzerinden yapılabilir...
ÜRÜNLER YERLEŞEMEMİŞ!
Benim için ‘GORA’ ve ‘AROG’un Arif’i, ait olduğumuz toplumun sosyolojik okumalarının ‘modern zamanlardaki en sağlam sinemasal ifadelerinden. Cem Yılmaz, bu tipleme üzerinden popüler kültüre ayna tutmada önemli bir görevin üstesinden geldi. Bu filmler, yaratıcısının gişede de kayda değer rakamlara ulaşmasını sağladı. ‘Pek Yakında’ ise özellikle ‘Sinemamızın 100. Yılı’nda, o klişe deyişiyle ‘Günün mana ve ehemmiyetine uygun’ bir çalışma olmuş. Film yukarıda da altını çizmeye çalıştığım üzere bir sevdanın, tutkunun, vefa borcunun da ifadesi. Kuşkusuz sinematografik açıdan daha iyi olabilirdi ama ne gam hem beklentileri karşılıyor hem de tarihsel açıdan yarına kalacak bir yapıt hüviyetini üzerine geçiriyor. Ön gösterim sonrası eleştirmen muhabbetlerinde film içindeki filmin yani ‘Şahikalar: Kötülüğün Sonu’nun farklı bir ton sunduğuna dair eleştiriler yapıldı. Bense ‘Kick-Ass’ serisine benzettiğim bu bölümün, çok da gözü ve zihni tırmalamayan bir hoşluk olduğu kanaatindeyim... Ve bir mazurat: Filmdeki ‘Ürün Yerleştirme’ çabası kimi zekice kelime oyunlarına rağmen öyküye pek yerleşememiş. Çünkü ne yaparsanız yapın, bu ‘Post-modernist dönem’ kapitalizm çabası açık ofsayttan bir türlü kurtulamıyor... Sonuç? ‘Pek Yakında’ bu özel yılın kendine özgü renklerinden... Kaçırmayın derim...
Paylaş