Paylaş
Tanıdık bir ses (evet o, Olivia Colman) Britanya tarihinde 1839-1901 yılları arasında hüküm süren ‘Victoria Dönemi’ni ‘Toplumsal önyargıların hâkim olduğu ve her şeyin kokuştuğu bir zaman dilimi’ şeklinde tasvir ettikten sonra ekliyor: “Ama kimi bilimsel gelişmelerin de devriydi.” İşte bu cümleler eşliğinde açılan ‘Louis Wain’in Renkli Dünyası’ (The Electrical Life of Louis Wain), dönemin ilginç karakterlerinden biri olarak zihinlere kazınan bir ressamın öyküsünü anlatıyor.
İngiliz ressam Louis Wain (sağda) 1860-1930 yılları arasında yaşadı.Çizdiği kedilerde insana özgü duruş ve ifadeler görülür.
Aslında Louis Wain’e sadece ‘ressam’ demek haksızlık; çünkü o beş kız kardeşi ve annesinden oluşan ailesinin tek erkek bireyi olarak ağır bir yük omuzlarına binince para kazanma adına birçok cephede mücadele ediyor. Çizerliğinin yanı sıra mucit ve boksör olma çabaları da var; ama bütün bu heveskâr yapısına karşın beceriksiz ve tutunduğu en önemli dal portre çizerliği. Nitekim yeteneğiyle, Illustrated London News adlı yayın için çizimlere imza atıyor. Gazetenin sahibi William Ingram, tüm tuhaflıklarına rağmen ondaki ışıltıyı fark ediyor ve eserlerini kullanıyor...
YAŞARKEN ANLAŞILMADI
Wain, tüm bu sanatsal ve aileye gelir getirme çabalarını sürdürürken evin küçüklerine ders vermek amacıyla tutulan mürebbiyeleri Emily Richardson’a âşık oluyor. Dönemin sınıfsal yapılanmaları bu türden bir ilişkiye pek sıcak bakmasa da Wain, kendisinden 10 yaş kadar büyük olan Emily’yle evleniyor ve Kuzey Londra’da Hampstead’deki kır evine taşınıyor. Bu mutlu-mesut tabloya bahçede buldukları ve Peter adını verdikleri minik kedi yavrusu da ekleniyor. Çok geçmeden Wain, tatlı ‘pisicik’ üzerinden kediler dünyasına yelken açıyor ve kendine özgü stiliyle onlara yeni bir kimlik kazandırıyor.
Genç İngiliz oyuncu-yönetmen Will Sharpe’ın imzasını taşıyan film, bu nadide kişiliğin hayat öyküsünde dolaşıyor. Film, Louis Wain’in yaşamının bir ya da birkaç bölümüne tanıklık etmektense gençliğinden itibaren ölümüne kadar olan süreyi perdeye taşıyor. Bu anlamda geniş bir yelpazede gezinen biyografik bir çalışma var karşımızda. Hayatındaki trajedilerde savruldukça savrulan, naif kişiliğiyle sanatını sonsuza taşısa da paraya çevirme konusunda tam bir beceriksizlik örneği gösteren bu ressam, ne kendisine ne de sürekli ondan ekonomik yardım bekleyen kız kardeşlerine bir türlü istedikleri standartları sunamıyor. Öte yandan hayatının büyük bölümündeki yalnızlığında ağır basan psikolojik sorunlar nedeniyle ‘şizofreni tanısı’ konulup akıl hastanesine yatırılan Louis Wain, bugünden bakıldığında döneminde elbette tam olarak anlaşılmamış bir sanatçı. Ki yakın zamanda kendisi üzerine araştırma yapan kimi uzmanlar, ressamın şizofren değil otistik olabileceğine dikkat çekmişler. Bu yöndeki tanının en büyük belirtisi olarak da hastalığının ileri kabul edilen evrelerinde sanatsal çabalarının hiç azalmadığını, aksine en iyi eserlerini verdiğini vurgulamışlar.
Öte yandan Wain, çizdikleriyle kedilere özel bir şahsiyet kazandırarak ‘patili dostlar’ın evlerdeki özel yerlerine fazlasıyla alan sağlayan bir sanatçı olarak da anılıyor. Bu öncü yapısıyla da önce İngiltere’de, sonra bir süre çalıştığı ABD’de ve nihayetinde tüm dünyada insanların kedilere bakışını değiştiriyor. Hatta ünlü yazar H.G. Wells, Wain’e ilişkin “Kendine özgü bir kedi tarzı, toplumu ve dünyası yarattı. Louis Wain’in kedileri gibi görünmeyen ve yaşamayan İngiliz kedileri, kendilerinden utanır oldular” demişti.
VAN GOGH’LA BENZEŞİYOR
Senaryosunu Simon Stephenson’la birlikte yazdığı filminde Will Sharpe, bu ilginç hayat öyküsünün kıvrımlarını seyircisine gerekli bir duygusallıkla yeterince aktarıyor. Film, yine stil ve ilginç bir öyküsü olan bir ressamı anlatması bakımından Tim Burton’ın ‘Büyük Gözler’ini de akla getiriyor. Ama Wain’in asıl akrabası, sanatsal olmasa da zihinsel açıdan Van Gogh sanırım...
Oyunculuklara gelince: Benedict Cumberbatch, karakterinin uçuk kaçıklığını son derece başarılı bir şekilde perdeye yansıtırken canlandırdığı ‘gerçek kişilikler galerisi’ne (‘Creation’ / Joseph Hooker, ‘Hawking’ / Stephen Hawking, ‘Van Gogh: Painter With Words’ Vincent Van Gogh, ‘The Imitation Game’ / Alan Turing, ‘The Fifth Estate’ / Julia Assange, ‘The Courier’ Greville Wynne) yeni bir ismi eklemiş oluyor. Sanatçının eşi Emily’de Claire Foy’u, gazete sahibi ‘Sir’ William Ingram’da Toby Jones’u, bir sahnede karşımıza çıkan H.G. Wells’te de Nick Cave’i izliyoruz.
Son olarak bu çizgi dışı ressamı tanımak için “Louis Wain’in Renkli Dünyası”nı kaçırmayın derim.
VE DİĞER SEÇENEKLER...
Trabzon Maçka’da teröristlerin kurduğu pusuda şehit olan Eren Bülbül ve Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik’in yaşamöyküsünü anlatan ‘Kesişme; İyi ki Varsın Eren’i Özer Feyzioğlu yönetmiş; oyuncular İsmail Hacıoğlu, Rahman Beşel, Alayça Öztürk, Mutlunur Lafçı, Emir Çiçek ve Abdülkadir Ömür. Ruh çağırma seansı üzerinden gelişen bir gerilim filmi olan ‘Seans’ (Seance) Simon Barrett imzasını taşıyor; oyuncular Suki Waterhouse, Madisen Beaty, Inanna Sarkis ve Ella Rae Smith. Adam Lipsius’un yönettiği ‘The Last Job: Son Görev’de (The Last Job: Crime Story) ise Richard Dreyfuss, Mina Sorvino, Pruitt Taylor Vince ve Cress Williams başrollerde. ‘Hatıra Kutusu’ (Memory Box) ise Joana Hadjithomas ve Khalil Joreige ikilisinin imzasını taşıyor. Haftanın animasyonları da şöyle: ‘Kaptan Sabertooth ve Minik Korsanlar Kayıp Elmas Peşinde’ (Yön: Marit Moum Aune ve Rasmus A. Sivertsen) ve‘Sword Art Online The Movie Progressive Aria of a Starless Night’ (Yön: Ayako Kono).
‘Kesişme; İyi ki Varsın Eren’
Paylaş