Paylaş
Çünkü takımlar hazırlık maçlarına eksik ve oturmamış kadrolarıyla çıkıyorlar. Form tutmak için de zaman erken, dolayısıyla sadece Avrupa defterini erken açmak zorunda olanların bu dönemi en az kayıpla atlatmaları gerekiyor, sonrasında zaten her şey kendi doğrusunu buluyor, bulacak... Dolayısıyla böylesi bir zaman diliminde ‘teorik’ görünen ama hayatın pratiğinde daha bir anlam kazanan meselelere uğraşmak daha evla, en azından benim için...
Şunu belirtmeliyim ki, aktaracaklarımdan daha önce Radikal’de yayımlanan ‘Taraftarın siyasallaşması’ başlıklı yazımda da bahsetmiştim ama hafıza tazelenmesi bakımından aynı limana uğramak gerekiyor. İki sezon önce Ankara’da Fenerbahçe’yle Bursaspor’un karşılaştığı ve sarı lacivertlilerin 4-0 kazandığı Türkiye Kupası finali sonrası basın toplantısındayız. Ben yönetimin ısrarla ima ettiği, “Şike operasyonu Fenerbahçe yönetimini belirli güçlerin ele geçirilmesi için ortaya konan bir tezgâhtır” şeklindeki tezlerden yola çıkarak Kaptan Alex de Souza’ya, “Şike davası sence siyasi mi?” sorusunu yöneltiyorum. Kenan (Başaran) da, teknik direktör Aykut Kocaman’a “Başta play-off uygulaması olmak üzere sürekli içinde yer aldığınız sistemin açmazlarını ve yanlışlıkları eleştiriyorsunuz. Böylesi durumlarda mesela futbol adamları olarak grev ya da boykot gibi seçeneklere düşünemez misiniz?” şeklinde bir soru soruyor.
‘TOPLUM DAHA HAZIR DEĞİL’
ALEX benim soruma, “Konuşursam başına ne geleceğini bilmiyorum” şeklinde cevap veriyor özetle, Kocaman da içinde bulundukları toplulukların, yani teknik adam ve futbolcuların, bu tür oluşumlara hazır olmadığını ama böylesi sorular sorulmasının bir başlangıç olabileceğini ifade ediyor. Ve ekliyor: “Bu sorular çoğaldıkça anlayış değişikliği olabilir ve somuta doğru adım atılabilir.” Sazı tekrar ben alıyor ve Kocaman’a, “Toplum henüz hazır diyorsunuz ama Fenerbahçe taraftarı (o dönemi kast ederek) yaklaşık bir yıllık şike süreci boyunca kendi çapında bir hayli siyasallaştı, siyasallaşabileceğini gösterdi, kim bilir belki teknik adamlar ve futbolcular böylesi bir süreçte liderlere ya da motivasyon noktalarına ihtiyaç duyuyordur. Siz ya da başka futbol figürleri bu işi ön ayak olabilir” teklifinde bulunuyorum.
Kocaman meseleye her zamanki serinkanlılığıyla yaklaşıyor: “Süreçlerin çok hızlı gelişmesi durumunda gerçek verimin alınamayabilir. Her türlü hareketin bilinçli bir şekilde, oturmuş bir yapıda gerçekleşmesi daha doğru bir şeydir” diyor.
Bütün bu yaşananları aktardığım ‘Taraftarın siyasallaşması’ başlıklı yazıda, bu konuşmaların ardından şu ifadeleri kaleme almışım: “Evet Kocaman haklı, en ideali her şeyin bilinçli bir şekilde gelişmesi ama insanlık tarihine baktığımızda da özellikle kimi siyasal dönüşümler bazı kıvılcımlarla bambaşka noktalara evriliyor ve ortaya çıkan sonuçlar hiç de kötü olmuyor.”
Doğrusu çok bilmiş yazarların “Ben demiştim” tarzı ısrarlarını pek sevmem ama 21 Mayıs 2012’deki bu metin, sanırım son ‘Gezi Parkı Direnişi’ serüveni boyunca kendini pratikte de var etti (umarım ‘Cadı avcıları’, bu yazıdan yola çıkarak, “Hımm, olayları önceden tezgâhlayanlar arasında sen de varmışsın” demez!) Kimse, “Biraz daha bilinçlenelim, biraz daha konuya hakim olalım” demedi ve kitleler, ağaç kıyımlarından yola çıkarak kendilerini zoraki dayatılan hayat biçimlerine, onca anti-demokratik uygulamaya isyan etti ve sokaklara döküldü. Üstelik bu başkaldırı hareketinde, bilindiği gibi ‘taraftar grupları’ çok önemli bir itici güç olmayı başardılar.
Bu vesileyle ‘Taraftarın siyasallaşması’ndan çok, farklı renklere gönül vermiş toplulukların kendince haksızlığa uğradıkları konularda nasıl işbirliğine gittiklerini, birlikte geleceğe doğru adım attıklarını gördük, umutlandık. Taraftar denen kitle meğerse “Toptan başka bir şeyden anlamazlar topluluğu” değilmiş, vicdanları, sağduyuları güçlü ve gerektiğinde bunu göstermek için ortalığa herkesten önce atılma cesaretini gösterirlermiş.
‘TRİBÜNLERE KARIŞAMAM’
BÜTÜN bu fikir jimnastiğine şunun için soyundum: Üç gün önce Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, bir grup spor yazarıyla iftarda buluştu. Sohbet şeklinde gelişen gecede Orman, konu ‘Gezi eylemleri’ne gelince harekette aktif olarak yer alan Çarşı grubu hakkında yorum yapmaktan kaçınırken, “Biz bir spor kulübüyüz, siyaset yapamayız” dedi. “Ligler başladığında tribünlerde pankart açma gibi eylemler yapılırsa tavrınız ne olur?” sorusuna da Orman, “Benim haberim olmadan hiçbir şekilde büyük bir pankartın tribünlere girmesini olanak yoktur, buna rağmen tribünlerde bazı eylemler olursa yapabileceğim bir şey yok” cevabını verdi. Evet, gerçekten de Sayın Başkan’ın yapabileceği bir şey yok, hem taraftarın göstereceği tepkilere karşı, hem de bu konuda fikir beyan aşamasında. Çünkü gerçekten de koca bir camiayı temsil ediyor ve siyasi bir duruş sergilemesi zor. Öte yandan Beşiktaş yeni bir stat inşasıyla uğraşıyor ve bu konuda, iktidarı hedef almak, bu inşaatın hızla bitirilmesi konusunda sıkıntı sorun yaratabilir.
TERİM DOĞRU SÖYLEMİŞTİ
NEYSE, bütün bunlar bu aşamada birer ayrıntı, ben futbol kültürümüzün bu yaz önemli sınavlardan başarıyla geçtiğini düşünüyorum. Umarım ligler başlayınca bu dostluk görüntüleri kör bir rekabetin, endüstriyel futbolun kendi içinde ortaya koyduğu tezgâhların, nefret söylemlerinin eseri olmaz. Mesela Fatih Terim, geçen sezonun sonuna doğru Beşiktaş’ın TT Arena’yı ortak kullanmaları yönündeki taleplere ilişkin, “Olabilir, geçmişte de üç büyük kulüp yıllarca aynı statları paylaştılar” diyerek önemli bir gerçeğin altını çizmişti. Terim birçok konuda eleştirebiliriz ama futbolun emek yanında, futbolun geçmiş deneyimleri konusunda serinkanlı olduğunu bu açıklamasını da göz önünde bulundurarak teslim etmek durumundayız. Keşke Beşiktaş önümüzdeki sezon iç saha maçlarını sırasıyla Saracoğlu ve TT Arena’da oynasaydı ve ‘İstanbul United’ adına daha fazla umutlansaydık.
Paylaş