Paylaş
Ariel, sonsuzluk denizinin prenseslerinden biridir. Babası Triton ve 6 kız kardeşiyle birlikte mavi sularda bir hayat sürer. En büyük merakıysa yeryüzü ve onun sahibi konumundaki insan denen muammadır! Lakin babası onların gezegenin en kötü varlıkları olduğunu söyler ve her daim karayla kızları arasına bir mesafe koyar.
Asıl nedense şudur; annelerini bir insan öldürmüştür! Kardeşlerin en küçüğü olan bu güzel sesli denizkızı içinse ‘yukarıdakiler’e ilişkin ilgi bitmeyecek, yasak olması nedeniyle daha da büyüyecektir. Yakın çevresinin tanımıyla ‘insan takıntılı’ Ariel, günün birinde fırtınada suya düşen Prens Eric’i kurtarır ve baygın halde sahile bırakır. Sonrasında prens hayal meyal bir kız tarafından kurtarıldığını iddia eder ama kimseyi inandıramaz. Ariel ise babası tarafından kendilerinden uzaklaştırılan halası Denizler Cadısı Ursula vasıtasıyla karaya çıkmanın ve insan içine karışmanın yolunu bulur; yaptığı anlaşmayla sesini kaybedecek ama insanlar gibi ayakları olacaktır. Ursula’nın planıysa farklıdır, yeğeni üzerinden ağabeyine şantaj yapacak ve hakkı olduğunu iddia ettiği iktidarına kavuşacaktır...
Ariel’in babası Kral Triton’u Javier Bardem canlandırıyor.
Davul yine dengi dengine
Geçen aralıkta vizyona giren ‘Avatar: Suyun Yolu’yla bir hayli ıslanmış ve henüz kuruma faslını yeni bitirmiştik ki yine büyük stüdyo işi bir yapımla tekrar sulara dalıyoruz. Yukarıdaki özetten de hatırlayacağınız gibi bu hafta itibariyle bizi sulara çeken çalışma Hans Christian Andersen’in ünlü masalı ‘Küçük Denizkızı’nın (The Little Mermaid) müzikal formattaki son uyarlaması. Bir Disney yapımı olan 2023 tarihli bu film, yine Disney patentli Ron Clements ve John Musker imzalı 1989 yapımı animasyonu esas alarak çekilmiş. Kuşkusuz yeni filmin asıl hedefinde bu öyküyü daha önce hiç duymayan, izlemeyen seyirciler var. Öte yandan meseleye önceden vâkıf olanlara da yarattığı görsel dünyayla sesleniyor.
Kaç kuşağın belleklerinde yer etmiş özel bir masalı bugünden bakarak eleştirmek, özellikle ‘politik doğruculuk’la ya da ‘sınıfsal’ kriterlerle masaya yatırmak elbette tartışılabilir ama bu çağın insanı olarak ister istemez birtakım şeyler gözünüzü ve mantığınızı tırmalıyor... Özellikle de sualtı dünyasında yaşayan bir denizkızının (Kralın kızı olsa da!) yeryüzüne
el atar atmaz ilk olarak bir prensi kurtarması ve ona âşık olması, ‘elitler elitlere’ yani davul dengi dengine durumu yaratıyor. Ve aslında Triton her ne kadar insanları hedefe koysa da temelde ‘aristokrasi’, ‘soyluluk’ meselesinde insanlardan pek de
farklı davranmıyor!
Küçüklere büyülü bir dünya
Bu arada Andersen’in masalının ‘gerçekçi’ finaliyse sinema uyarlamalarında ‘mutlu son’a dönüştürülüyor, orası da ayrı bir konu. Müzikal formatta izlediğimiz 2023 patentli son yapımın geçmişteki uyarlamalardan en farklı yanı denizkızı Ariel’in Afro-Amerikan olması. Umarım bu seçim “Siyah Elf olur mu” türü bir saçma tartışmaya kapı aralamaz.
Filmde kamera arkasına Rob Marshall geçmiş. Malum kendisi ‘Chicago’, ‘Nine’, ‘Mary Poppins: Sihirli Dadı’ gibi müzikallerin yönetmenidir, dolayısıyla yine bildiği ‘sularda’ yüzmüş ve ortaya izlenmeye değer bir yapıt koymuş. Ama bu zaten bildiğimiz bir masal olduğu için konunun pek de çarpıcı bir yanı yok. Görsellik, sualtı çekimleri, bilgisayar efektleri derken ‘Küçük Deniz Kızı’ izleniyor ama yine de 135 dakikalık süresinin fazla olduğunu söylemem lazım.
Ana karaktere müzisyen-oyuncu Halle Bailey hayat verirken Kral Triton’da Javier Bardem, Ariel’i Faust’vari numaralarla kandıran cadı Ursula’da da Melissa McCarthy
bilinçli şekilde karikatürize edilmiş dokunuşlarla dolu kompozisyonlar çiziyor. Filmin en gönül alan ekibiyse yengeç Sebastian, balık Flounder ve denizkuşu Scuttle’dan oluşan üçlü. Bu takıma sesleriniyse sırasıyla Daveed Diggs, Jacob Tremblay ve Awkwafina veriyor.
Sonuç olarak 2023 yapımı ‘Küçük Deniz Kızı’ kuşkusuz minik seyirciler için büyülü bir dünya sunuyor ama onlarla birlikte salonun yolunu tutacak yaşı daha büyükçe seyirci için bence daha fazla numarası olmalıydı! Bu haliyle yeni versiyon geçmişte pazar sabahları TV’de izlediğimiz çocuk filmlerine benzemiş.
Hayat onları erken büyütmüş!
Güney Dakota’da Pine Ridge Kızılderili Koruma Bölgesi’nde hayatlarını sürdüren iki karakter; biri 23 yaşındaki Bill, diğeri 12 yaşındaki Matho… Farklı yaşlarda olsalar da dertleri aynı: Hayata tutunmak. Çocukluklarını ya da gençliklerini yaşayamadan büyümek ve para kazanmak zorundadırlar. Bill, iki ayrı sevgilisinden birer çocuk sahibidir ve geçinmek için bakımını üstlendiği Beast adlı kaniş cinsi köpeğinin doğurmasını beklemektedir çünkü bebeklerini satıp zengin olacaktır. Matho ise uyuşturucu (meth) satıcılığına başlar.
‘American Honey’nin yıldızlarından Riley Keough’un filmin çekimleri sırasında tanıştığı Oglala Lakotalarına mensup iki Kızılderilinin öykülerinden ilham alarak Gina Gammell’la birlikte çektiği ‘Savaş Atı’ (War Pony), modern dünyada savrulan Kızılderili halklarından iki gencin hüzünlü öyküsünü gerçekçi bir dille anlatıyor. Başlarda asıl kıvamını bulmakta zorlanan film, sonrasında toparlanıyor ve Robin Hood’vari bir havada son noktayı koyuyor. İki farklı koldan, birbirinden bağımsız akan bir öykü yapısına sahip yapımın, Kızılderili toplumu ekseninde biçimlense de sınıfsal nedenlerden dolayı erken büyümek zorunda kalan tüm çocukların dertlerinin bir ifadesi olduğunu belirtmek lazım…
Diğer seçenekler...
Uyku problemi çeken bir kadının katıldığı terapi programında katılımcılar kaybolmaya başlar. Calvin Mori McCarthy’nin yönettiği ‘Conjuring: Şeytan Ayini’nde (Conjuring: The Beyond) Victorio Grace Borrello, Steve Larkin ve Jon Meggison başrolleri paylaşıyor. ‘Cin Hikâyeleri Kayıp Bebek’ (Yön: Kemal Danacı) ve ‘İşaretliler: Kurban’ (Yön: Bülent Terzioğlu) da haftanın yerli gerilimleri. ‘Kaygısız Baş’ adlı komediyi de Taha Ulukaya yönetmiş.
Paylaş