Paylaş
Kuşkusuz kapıyı Tarantino araladı... Klasik anlatımlarla sıkışmış olduğu düşünülen sinemaya, kurgusal ve biçimsel oyunlarla yeni heyecanlar kattı. Ama çok geçmeden o da eskidi, çünkü kurşunu tek atımlıktı. Bol diyaloglarla süslü stilini, yakın ve uzak geçmişin klasiklerini ‘Post-modernize’ ederek önümüze sürmekten başka bir işlevi kalmamıştı. Üstelik -açtığı demek yanlış olur- hatırlattığı kapıdan teknik ve zanaatkârlık anlamında daha yetenekli isimler geçmeye başladı. Bu toplamın bence en dikkat çekici ismi Alejandro Gonzalez Inarritu’ydu. Meksikalı yönetmen sinemaya, son derece dinamik bir anlatım eşliğinde sınıfsal derinlikle donatılmış ve şiddetle soslandırılmış ‘Paramparça Aşklar’la son derece etkileyici bir giriş yapmıştı. ‘21 Gram’da çıtayı daha yukarılara taşıdı. ‘Babil’, kendini tekrarlamanın göstergesiydi; ‘Biutiful’ ise artık bir yol ayrımına girmeye iyiden iyiye karar verdiğinin. Naçizane benim için ikisi de yönetmen adına geri adım olmasa da yerinde saymanın ifadeleri, öte yandan sırları çabuk dökülen filmlerdi.
Pazar gecesi Akademi’nin dağıttığı ödüllerden dördünün (‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Senaryo’, ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’) sahibi olan son Inarritu filmi ‘Birdman ya da Cahilliğin Umulmayan Erdemi’ (‘Birdman or The Unexpected Virtue of Ignorance’) ise yönetmenin bir kez daha biçimi ön plana çıkardığı, içeriği de ihmal etmediği ama en azından benim için bildik meseleleri hatırlatan bir yapımdan öteye gidemiyor. Ama hakkını teslim etmek lazım, filmin dert edindiği meseleler sanatın ‘şimdiki zaman’daki mevcudiyeti üzerine çok uzun süredir konuştuğumuz şeyler, bu yüzden ‘Birdman’ özel bir alkışı da hak ediyor.
SANAT KİMİN İÇİNDİR?
5 üzerinden 3,5 yıldız
Kısaca konu dersek… 90’lı yıllarda ‘Birdman’ adlı bir süper-kahraman serisinde oynamış ama sonraları gözden düşmüş Riggan Thomson, yeniden ayağa kalkma adına Broadway’de bir oyun sahneye koyar. Raymond Carver’ın ‘What We Talk About When Talk About Love’ adlı kısa öyküsünden gerçekleştirdiği bu uyarlamada başrole de kendisini koyar. Oyundaki diğer erkek karakterlerden birini canlandıran ve yeteneksizliğinden emin olduğu aktörün yerine, yeni bir isim ekibe dahil olur. Bu değişiklik, Mike Shiner adlı yeni oyuncunun ihtiraslı kişiliğinin de etkisiyle perde arkasındaki adrenalini de yükseltecektir. ‘Birdman’, bu temel üzerinde yükselirken ‘sahne tozu’nun ifadesinin naif kalacağı, perde önünde ve gerisinde hiç bitmeyen bir rekabetin, çekişmenin, hırsın izlerini sürüyor. Shiner’ın oyunda rol alan aktrisin sevgilisi olması, daha sonra Thomson’ın kızı Sam’le ilişkiye girmesi, yapımcı Jake’in düzeni ayakta tutma çabaları filmin öne çıkan konu başlıkları! Eski günlerin yâd edicisi konumundaki Birdman da bir nevi Thomson’ın ‘alter-ego’su olarak film boyunca ortalıkta gezinip duruyor.
AH ŞU ELEŞTİRMENLER
Öte yandan burnundan kıl aldırmayan, kibirli ama kendi doğrularını hiçbir ara sokağa sapmadan dosdoğru söyleyen The New York Times’ın tiyatro eleştirmeni Tabitha Dickinson, filmin önemli ara karakterlerinden. Thomson-Tabitha Dickinson ikilisinin bir barda karşı karşıya geldiği ve birbirlerine nefretlerini kusarken sarf ettikleri ifadeler, aslında eleştirmen-sanatçı dengesinde çok eskilerden beri var olan ama pek de bir yere, bir sonuca varmayan tartışmaların bir özeti adeta. Belki ‘Birdman’in konuya şöyle bir katkısı var: İki tarafın da haklı ve haksız olduğu noktaları son derece net bir biçimde ortaya koyuyor (ama bana kalırsa yakında izleyeceğiz Tim Burton imzalı ‘Big Eyes’da bu mesele daha da sarih).
‘Birdman’in bence asıl sorunu, bitip giden değerlere ağıt gibi görünürken aslında kendisinin de eleştirdiği düzenin bir parçası olmaya doğru yol alan stili. Inarritu, filmi dolayısıyla meselelerin altını çok kalın çizgilerle ve gereksiz ısrarlarla çiziyor. Hedefe koyduğu, evet pırıltılı, gösterişli ama derinliğini yitirmiş bir sanat dünyası. Ama film, gösterişli görselliğiyle ve sürekli çarpıcı olmaya çalışan yönetmenlik hamleleriyle, bana aynı tavrı yeniden üretiyor gibi geldi. Benzer meselelere kafa yormuş ama daha ince perdeden seslenen, daha zarif yapımlar izlediğimizi hatırlıyorum. ‘Birdman’in özel olarak başardığı ise belki şudur: “Bir tiyatro oyununun sergilenme sürecini, sinema görünümlü tiyatro oyunu olarak bize sunması...” Bir de her şeyi tek planmış gibi anlatma meselesinin üstesinden gelmesi...
Bu nasıl espri? Oscar töreni sırasında Sean Penn’in, Inarritu’ya yönelik “Bu o... çocuğuna ‘Green kart’ı kim verdi?” -sözde- esprisi başta sosyal medya olmak üzere her yerde tartışıldı. Inarritu, “Sean’la yaklaşık 10 yıldır yakın dostuz, problem yok” derken Penn, Twitter’da İspanyolca ‘Kalın kafalı’ anlamına gelen ‘Pendejo’ kelimesinden üretilen #Penndejo hashtage’yle tefe konuldu.
Oyunculuklara gelince, eski ‘Batman’ Michael Keaton’a Riggan Thomson rolü çok iyi oturmuş, emektar aktör de karakterinin hakkını vermiş ve uzun süreden beri gördüğümüz en iyi performansını çıkarmış. Ama asıl kayda değer performans bence Mike Shiner’da izlediğimiz Edward Norton’dan geliyor. Ama bu da Norton’ın bugüne kadar yaptıkları düşünülürse elbette şaşırtıcı değil ama yine de kendisi her daim izlemek büyük zevk. Diğer rollerde izlediğimiz Naomi Watts, Emma Stone, Zach Galifianakis, Andrea Riseborough, Amy Ryan; hepsi çok iyi. Sinemayla özel olarak ilgilen ve yaşı yetenlerin hatırladığı, The New York Times’ın 70’lerdeki ünlü sinema eleştirmeni Pauline Kael’i andıran Tabitha’da da İskoç oyuncu Lindsay Duncan kısa, öz ve derin bir iz bırakıyor.
Bu sezonun ön plana çıkan bir diğer filmi ‘Whiplash’ gibi ‘Birdman’ de sanatın saf bir güzellik, iyilik, hoşluk alanı olmadığını hatırlatıyor. Yeteneğin yanında insanüstü bir rekabet ve bitmez tükenmez çekişmeler, sanatsever olarak ilginizi çekiyorsa Inarritu’nun yapıtı kaçmaz diyoruz. Koltuğu altına sıkıştırdığı Oscar’lar da cabası...
Oscar kazandığı kategoriler:
* En İyi Film
* En İyi Yönetmen
* En İyi Senaryo
* En İyi Görüntü Yönetmeni
Birdman
Yönetmen: Alejandro G. Inarritu
Oyuncular: Michael Keaton, Edward Norton, Naomi Watts, Emma Stone, Zach Galifianakis, Andrea Riseborough, Amy Ryan
ABD yapımı
Paylaş