Paylaş
Gençlik temalı disütopyalar, önce kitap raflarına sonra da salonlara uğramayı sürdürüyor. ‘Açlık Oyunları’ (‘The Hunger Games’) ve ‘Uyumsuz’dan (‘Divergent’) sonra sahne sırası ‘Labirent: Ölümcül Kaçış’ta (‘The Maze Runner’)... James Darsher’ın çok satmış kitabından yapılan bu uyarlamanın ilk hamlesi bu hafta huzurlarımıza çıkıyor. Öykü kısaca şöyle: Thomas yukarıda doğru hareket eden bir asansörde uyanır. Kendisini yaşıtları karşılar. Burası dev duvarlarla çevreli bir alandır ve tek kapı, gizemli bir labirente bağlıdır. Her ay gelen yeni bir konukla da nüfusun arttığı bu topluluğun içinde Thomas, çıkış yolu aramak gerektiğini düşünür ama ‘Başkaldırı’ olarak nitelenen bu çabası, düzenin bozulmamasını isteyen kimi eski üyeler tarafından hoş karşılanmaz…
Yönetmenliğini Wes Ball’un üstlendiği ‘Labirent: Ölümcül Kaçış’ ilk elde ister istemez akla William Golding’in ünlü klasiği ‘Sineklerin Tanrısı’nı getiriyor. Çocuklar arası hiyerarşi bu kez gençler aşamasına yükseltilmiş sanki (kimi Batılı eleştirmenler çağrışımlar arasına ‘Lost’ dizisini de katmış, ben bu diziye hâkim olmadığım için bu konuda yorum yapamayacağım ayrıca kronolojik açıdan ‘Sineklerin Tanrısı’ daha öncelikli sıradadır!)
Onların korkusu bizim gerçeğimiz!
Öte yandan ‘Açlık Oyunları’ ve ‘Uyumsuz’ da göz önüne alındığında, Batı gençlik edebiyatında yakın geleceğe dair ‘Totaliter rejim’ korkularının kıyıya vurduğunu görüyoruz. Batı’nın edebiyat ve sinema üzerinden soyut olarak ürettiği korkuların, somut olarak yaşatılma çabalarının hâkim olduğu bir coğrafyadan bakıldığında ise işin rengi değişiyor. Mesela bu filmin temel sloganlarından biri olan ‘İsyan güzeldir’, geçen yaza damga vuran ‘Gezi’nin de aşağı yukarı en önemli çıkış noktalarındandı. Toparlarsak onlar hayal ediyor, biz yaşıyoruz…
Sonuç itibariyle ‘Labirent: Ölümcül Kaçış’, belli oranda çekiciliği olan bir yapım. Ama asıl kararı devam filmiyle birlikte parantez kapandığında vereceğiz. Böyle bir durumda da ‘Bekleyelim, görelim’ diyoruz…
Paylaş