Paylaş
Kapitalizmin kendine özgü doğasından, sömürge ruhundan, sınıfsal ilişkilerinden vs. her bir şeyinden sıkılanlar, kaçmak isteyenler, kendine yeni bir hayat ve yelken açmayı hedefleyenler için bir zamanlar en önemli ‘arınma’ yeriydi Tibet. Yöre, başta Nepal’deki tarikatlar olmak üzere, özellikle 68 hareketi sonrası revaçtaydı... Bu toplumsal ve sosyolojik refleks, aslına bakılırsa çizgi roman dünyasının ilgisini çok daha önce, en azından bir karakter üzerinden çekmişti. Steve Ditko tarafından 1963’te yaratılan ‘Dr. Strange’di bu karakter. Daha sonra Stan Lee’nin revize ettiği ‘Dr. Strange’, sinemaya ilk kez 1978 tarihli bir televizyon filmiyle uğramıştı. Ayrıca 2007’de bir animasyonla yine kendisini hatırlatmıştı. Lakin asıl buluşma, bu haftadan itibaren salonlarımıza uğrayan filmle gerçekleşiyor. Scott Derrickson imzalı yapım, öyküyü en başından alıyor ve önce kahramanın dönüşümüne, sonra da kötülüğe karşı verdiği mücadeleye odaklanıyor.
Gelelim kısa özete: Stephen Strange, son derece başarılı bir cerrahtır. Konuşma yapmak için bir davete giderken geçirdiği kaza, hayatındaki zorlu devam sayfalarının başlangıcı olacaktır. Ellerindeki sinirler, tedavisi mümkün olmayacak bir şekilde tahrip olmuştur. Hiçbir tedavi, hiçbir bilimsel gelişme derdine derman olmaz. Ta ki aynı dertlerden mustarip olup eski sağlığına kavuşan birinin verdiği tavsiyeye kadar. Çare Katmandu’daki bir tapınaktadır. Burada ‘Kadim Kişi’yle tanışır, öğrencileri arasına katılır ve sihirlerle bezeli mistik kapıları aralar...
Yönetmen Derrickson’ın yanı sıra John Spaihts ve C. Robert Cargill’in kaleme aldığı senaryodan çekilen ‘Dr. Strange’, finali itibariyle bir serinin ilk adımı olarak huzurlarımıza geliyor. Malum, bu tür ‘giriş’ niteliğindeki filmler ana karakterleri tanıtma aşamasında çok vakit kaybederler. Derrickson’ın yapıtı, ‘ilginç’tir, tanıtım yanı daha ilgi çekici ve kulak kabartmaya değer bir yapım olmuş. Buna aslında öykünün ana karakteri Doktor Stephen Strange’in son derece kibirli, küstah kişiliği, mesleğini de bir zafer alanı olarak gören yapısı neden oluyor. Örneğin onun için hastanın beynindeki bir kurşunu çıkarma operasyonu bile şov ve meslektaşlarına yeteneklerini ve kibrini gösterme fırsatı. Geçirdiği kazanın bedenine yaşattıkları da bu açılardan daha travmatik bir duruma neden oluyor. Film, işte bu aşamalarda karakterinin psikolojisini yansıtmada çok başarılı. Öykü, benzer çizgiyi Katmandu-Kamar-Taj’daki tarikat bölümünün bir kısmında da koruyor.
Lakin Dr. Strange’in sihirlerle donatılmış bir mistisizme adım atışının ardından az biraz eğitimle (tamam fazla zeki, çalışkan ve hırslı ama) pek de hâkim olmadığı bir evrende çok daha deneyimli düşmanlara karşı verdiği mücadele pek inandırıcı olmamış, daha doğrusu film bu meseleyi dengeli ve ikna edici bir şekilde aktaramamış. Buna da sanki felsefeye yüklenilmişken aksiyonun da hatırlanıp, “Aa doğru, şimdi de vitesi yükseltmemiz lazım” fikri neden olmuş. Yani aksiyon işi sıkışmış ve aceleye gelmiş gibi.
‘BAK ÇEKİRGE...’
Öte yandan Dr. Strange’le ‘Kadim Kişi’nin ilişkisi öncelikle bizim kuşağın ünlü dizisi ‘Kung-Fu’daki ‘Usta-Çekirge’ ilişkisini andırıyor. Keza ‘The Matrix’teki ‘Morpheus-Neo’ ikilisi de akla geliyor.
Oyunculuklara göz atarsak: ‘Dr. Strange’de Benedict Cumberbatch, üzerine adeta tapınaktaki pelerin gibi oturmuş bir rolde karşımıza geliyor. Karakterin kibri ve küstahlığı, nedense İngiliz aktöre çok yakışmış! ‘Kadim Kişi’de Tilda Swinton tatmin edici bir performans sunarken öykünün kötüsü Kaecilius’ta Mads Mikkelsen, tapınağın koruyucuları Mordo’da Chiwetel Ejiofor, Wong’da Benedict Wong, doktorun kız arkadaşı Christine’de Rachel McAdams gayet iyiler.
Sonuçta, Londra ve New York’taki mücadele sahnelerinde arka plandaki yapıların ve mekânların üçüncü ve dördüncü boyut kazanmasının ve birbirinin içine geçmesinin ister istemez Nolan’ın ‘Inception’ını hatırlattığı ‘Dr. Strange’, ‘Marvel evreni’nin sahaya sürdüğü en yeni karakter olarak tanımlanabilir.
Bu arada uyaralım; filmin kuyruk jeneriğini sonuna kadar izlemeden salonu terk etmeyin, sonraki adımlara ilişkin ipuçları var.
DOKTOR STRANGE
Yönetmen: Scott Derrickson
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Tilda Swinton, Mads Mikkelsen, Chiwetel Ejiofor, Rachel McAdams, Benedict Wong
ABD yapımı
YALANLAR ÜZERİNE KURULAN HAYATLAR
Adana ve Antalya’daki festival serüvenlerini tamamlayan ‘Albüm’, bu haftadan itibaren vizyon turuna başlıyor. Genç yönetmen Mehmet Can Mertoğlu, senaryosunu da kendisinin kaleme aldığı bu ilk uzun metrajlı filminde yalanlar etrafında örülen hayatlara göz atıyor. Çocuk sahibi olamayan ve çözümü evlat edinmekte bulan bir çift. Lakin bu durum onlar için bir sorun (ya da ayıp) ve etrafındakiler anlamasın diye evlatlığı doğal yollardan doğmuş bir çocuk statüsünde hayatlarına sokuyorlar. Bu yalan, onların temel gerçeği haline geliyor. Zamanla bir önemi kalmasa da yalanı sürdürmeye devam ediyorlar.
KÂĞIT ÜZERİNDE PARLAK
Kâğıt üzerinde parlak görünen hikâye perdeye taşındığında da belli bir süre parlaklığını koruyor ama zamanla film kendini tekrara düşüyor ve irtifa kaybediyor. Çokları ‘Albüm’de Roy Andersson ve Rumen sinemasının izlerini buldu ama bana daha çok Yunanlı yönetmen Yorgos Lanthimos’un sarkastik ve absürd anlatımını çağrıştırdı. Tabii daha düşük volümlüsü (Gerçi bana kalırsa bu mizahın daha etkilisini ve ayakları bu topraklar için yere basanını Onur Ünlü yapıyor).
Ayrıca ‘Albüm’ün bence şöyle problemleri var; bir profili deşifre etmek, ikiyüzlülüğün altını çizmek istiyor ama bunu mesela ‘Çoğunluk’ ya da ‘Rüzgârda Salınan Nilüfer’ tadında ya da derinliğinde yapamıyor, bunu yapamayınca da bazı sahneler, anlar karikatürize olmanın ötesine gidemiyor.
ALBÜM
Yönetmen: Mehmet Can Mertoğlu
Oyuncular: Şebnem Bozoklu, Murat Kılıç, Zuhal Gencer Erkaya, Mustafa Ragıp Adıgüzel
Türkiye yapımı
GAZETECİ CEYDA’YI KURTARMAK...
Muhalif bir gazeteci, Ceyda Balaban IŞİD’in elindedir ve ‘Özel Kuvvetler’e bağlı bir tim, sınırötesi operasyonla onu kurtarmak için görev başındadır. Alper Çağlar, 2012’de çevirdiği ‘Dağ’ın devamı gibi görünse de (çünkü o filmin iki ana karakteri yine karşımızdalar) bağımsız bir hikâye barındıran ‘Dağ 2’yle seyircisini yine sıcak çatışma ortamlarına sokuyor.
Çağlar, ilk uzun metrajı çalışması ‘Büşra’yı ayrı bir yere koyarsak, hikâyeyi çok da önemsemeyen, görselliği ön plana çıkaran, daha çok aksiyona göz kırpan iki filmiyle hatırlanan genç kuşak yönetmenlerden. ‘Dağ 2’de bu tavrı devam etse de nispeten hikâyeye de ağırlık vermiş ve sanki ‘Dağ’daki eleştirileri ciddiye aldığını gösterir bir çabaya soyunmuş.
Film, sorunlu Ortadoğu coğrafyasında ‘kendisinin olmayan meseleler’e karışmadan asli görevini yapan bir timin yaşadıklarına odaklanıyor. Tabii iş hikâyeye ağırlık verme isteğiyle bitmiyor, bunu bence dengelerle kurmak ya da sinematografik açıdan da göstermek gerekiyor. ‘Dağ 2’ de temelde görsel şovlara dayalı bir yapım olmuş. Bol bol ağır çekimler eşliğinde özellikle çatışma sahneleri itibariyle şimdiki zaman aksiyon sinemasına göz kırpıyor. Film genel olarak ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ ve ‘Fury’ gibi yapımları akla getirirken timdeki asker sayısının yedi olması hasebiyle ‘Yedi Samuray’a (dolayısıyla ‘Muhteşem Yedili’ye) da selam gönderiyor diyebiliriz.
‘İRONİ’ BU OLSA GEREK!
Ufuk Bayraktar ve Çağlar Ertuğrul’un ilk filmde canlandırdıkları karakterlerle karşımıza geldiği ‘Dağ 2’de gazeteciyi Ahu Türkpençe, tim komutanını da Murat Serezli canlandırıyor. Özel Kuvvetler’e bağlı askerlerin Ezidi ve Türkmenlere yardım ettiği ve IŞİD mensubu gruplarla mücadeleye soyunduğu filme ilişkin basın bülteninde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin desteğiyle gerçek silahların yanı sıra ordunun helikopter ve uçaklarının da kullanıldığı yazıyor. Bu gerçekliğe eyvallah da ‘Muhalif’ gazetelerin ve gazetecilerin pek itibar görmediği bir ortamda, ‘Muhalif’ bir gazeteciyi kurtarmak için yapılan operasyon bana ‘ironi’ gibi geldi!
DAĞ 2
Yönetmen: Alper Çağlar
Oyuncular: Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar, Ahu Türkpençe, Murat Serezli, Murat Arkın, Emir Benderlioğlu, Açelya Özcan, Atılgan Gümüş
Türkiye yapımı
PROBLEMLİ SULARDA YÜZÜYOR...
Orta yaşlı, işinde başarılı kadın... Yalnız yaşadığı evinde bir gece yüzü kar maskeli biri tarafından tecavüze uğruyor. Sorunu polise bildirmektense kendi başına halletmenin yollarını arıyor. Yaşadıklarını çevresiyse (ayrıldığı eşi, en yakın arkadaşı ve kocası) gittiği bir restoranda öğreniyor... Öte yandan taciz mesajları almaya başlıyor...
‘O Kadın’ Türkçe çevirisiyle gösterime giren ‘Elle’, Paul Verhoeven’in imzasını taşıyor. Eski göz ağrılarımızdan ‘Betty Blue’nun yazarı Philippe Djian’ın bir başka romanının (‘Oh...’) uyarlaması olan film, tuhaf bir karışımın ifadesi. Ana karakteri Michele, adeta bir direniş abidesi. Sorunlarıyla başa çıkma yolunda dirayetli bir duruş sergiliyor. Öte yandan zamanında bir gecede 27 kişiyi katletmiş bir babanın kızı. Üstelik polis olay mahalline geldiğinde çekilen bir fotoğraf, onu sanki babasına yardım etmiş gibi göstermiş ve bu travmanın kendisine yıllar boyu yükledikleriyle başa çıkmaya çalışmış. Ayrıca delişmen annesi ve kendi rotasını bulmakta zorlanan oğluyla da uğraşmak durumunda. Tam bu esnada, karşı eve taşınan evli bir adam ilgi alanına giriyor. Bu arada özellikle internet üzerinden gelen taciz mesajları için araştırmaya koyuluyor.
BİZE GÖSTERİLENLE MUAFIZ
Malum, ‘Temel İçgüdü’den de çok iyi biliyoruz ki Verhoeven son derece provokatif bir yönetmendir. Djian’ın romanı senaryo aşamasında ne denli eğilip bükülmüş bilmiyorum ama ‘O Kadın’ bence tehlikeli sularda yüzüyor. Her ne kadar yönetmen kimi söyleşilerinde bu durumu kabul etmese de film bazı noktalarda ‘Tecavüz komedisi’ kimliğine bürünüyor (Zaten yönetmenlerin, “Yok, öyle değil” itirazları meşhurdur. Ama ‘tecrübeli’ bir seyirci olarak şunu söyleyebilirim: Biz, bize gösterilenlerle muafız!)
Kuşkusuz ‘O Kadın’, Verhoeven’in (bu arada kariyeri açısından, Fransızca çektiği ilk film) akıcı anlatımıyla rahatça izleniyor. Michele karakterinde Isabelle Huppert de performansıyla filmi adeta sırtlıyor. Aslında ‘O Kadın’da yer yer iki Haneke filminin izlerini bulmak mümkün; biri ‘Funny Games’, diğeri de Huppert’li ‘La pianiste’.
Sonuç olarak sinemasal olarak izlenmesi keyifli ama içerik olarak problemli bir çalışma gibi geldi bize ‘O Kadın’...
O KADIN
Yönetmen: Paul Verhoeven
Oyuncular: Isabelle Huppert, Laurent Lafitte, Anne Consigny, Charles Berling, Virginie Efira
Fransa-Almanya-Belçika ortak yapımı
DİĞER SEÇENEKLER
Haftanın animasyon seçeneği ‘Troller’, yönetmen olarak Mike Mitchell’in imzasını taşıyor. Filmin Türkçe seslendirmesini Harun Can, Begüm Günceler, İlay Bal, İlham Erdoğan ile Ali Hekimoğlu gibi isimler üstlenmiş. Popüler komedi örneği ‘Geniş Aile: 2: Her Türlü’de ise başrolleri Ufuk Özkan, Fırat Tanış, Bülent Çolak ve Ahmet Sarsılmaz paylaşıyor. Yönetmen Ömer Uğur.
Paylaş