Durun, siz kardeşsiniz...

İki kardeş, bir bar...’ Felix van Groeningen’in son çalışması ‘Belgica’yı kısaca böyle özetlemek mümkün.

Haberin Devamı

‘Çölde Kutup Ayısı’ ve ‘Kırık Çember’ gibi filmleriyle bizde de tanınan Belçikalı yönetmen, son uzun metrajlı adımında her türden müziğe ve insana açık bir bar fikri etrafında yola çıkan (bunun göstergesi de kapıdan gelen herkesi içeri almak) Jo ve ağabeyi Frank’ın büyüme, yükselme ve de nihayetinde çöküş dönemlerini anlatıyor.

 

Filmi etkileyici kılan elbette öyküsü değil; ‘Belgica’ daha çok müzik kullanımı, gece hayatının görsel ifadesi, ‘harbi’ diyalogları ve oyunculuk performanslarıyla ilgi çekici. Hikâyenin kayda değer yanı ise erkeklik hallerine vurgusu. Ama söz konusu barın büyümesiyle birlikte özellikle iki kardeşin arasına giren para ilişkisi (ki bunu ‘iktidar sorunu’ olarak da tarif etmek mümkün), baştaki ideallerden savrulmalarına zemin hazırlıyor. Öte yandan ağabeyin eşiyle, kardeşin de kız arkadaşıyla aralarındaki giderek büyüyen uçurumlar da, söz konusu çöküşü hızlandıran unsurlar olarak beliriyor. Film, belli bir noktadan sonra yoruluyor, bunu kimi Batılı eleştirmenlerin ‘Shakespeare’yen buldukları kardeşler savaşının klişelerle ilerlemesine mi bağlamak lazım bilemiyorum ama bence asıl ‘Belgica’nın kadına bakışında yer yer problemler var. Bu noktada ben de bir klişeye sığınacağım, film giderek eleştiriyor gözüktüğü durumların birer parçasına dönüşüyor.

 

Haberin Devamı

Sonuç? Groeningen’in önceki yapıtları kadar etkileyici olmasa da kayıtsız kalınmayacak bir çalışma ‘Belgica’. Yukarıda bahsettiğim problemleri de ihtiva ettiği göz önüne alınmalı derim. Bu arada filmin müziklerini Gent çıkışlı Soulwax grubunun yaptığını, barda bir ara kulağımıza Türkçe müziğin çalındığını, ‘Belgica’ adlı bara yine Gent’te bulunan ‘Charlatan’ adlı mekânın ilham kaynağı olduğunu da belirtelim.

 

YABANCI OLDUK ŞİMDİ...

 

‘Yabancı, kasabaya gelir ve kaşınan geçmişin yaralarıyla birlikte, o andan itibaren her şey değişir...’ Mete Sözer imzalı ‘Ve Panayır Köyden Gider’, bu klasik western temasını Anadolu’da bir köye uyarlamak istemiş. Özellikle ara karakterleri itibariyle Kusturica sinemasını, ana teması ve müzikleri itibariyle western’i, köyün kendine özgü ahlakı ve kapalılığı itibariyle de David Lynch dünyasını hatırlatan ‘Ve Panayır Köyden Gider’, sanki bu kâğıt üzerindeki fikirleri belli bir ritme, sürekliliğe oturtamamış ve genele yayamamış. Bu haliyle de film, kendi içindeki kimi sahnelerde başarılı olsa da son toplamda fazla eklektik ve bütüne ulaşamamış bir görüntünün ifadesine dönüşmüş.  Filmin oyuncu kadrosunda ise şu isimler var: Cem Davran, Açelya Devrim Yılhan, İlyas Salman, Meral Çetinkaya, Ercüment Balakoğlu, Haluk Yüksel.   

 

Haberin Devamı

‘ŞEYTAN’ BUNUN HER YERİNDE...

 

James Wan imzalı ‘Korku Seansı 2’de ‘paranormal vakalar’ın uzman çifti Ed ve Lorraine Warren, bu kez Kuzey Londra’da yaşanan bir olaya el koyuyor. Film, ister istemez türün klasikleri ‘Şeytan’ ve ‘Kötü Ruh’u hatırlatıyor.   

 

Edward ve Lorraine Warren çifti, bir anlamda Amerika’nın en bilinen ‘Hayalet Avcıları’ydı. İkilinin portföyünde başta ünlü ‘Amityville dehşeti’ olmak üzere birçok ‘Paranormal’ vaka vardı. Böylesi zengin bir malzemeye gerilim sinemasının uzak durması düşünülmezdi, nitekim ‘Amityville olayı’ iki kez beyazperdeye taşındı. Özellikle ‘Testere’ serisinin ilk hamlesiyle tanınan (ilkinde yönetmen, diğer filmlerde ise yapımcıydı) Avustralya asıllı sinemacı James Wan ise, 2013’te çektiği ‘Korku Seansı’yla (‘The Conjuring’) Ed ve Lorraine Warren çiftini öyküsünün en önemli karakterleri olarak sahaya sürdü. 1970’lerde geçen söz konusu yapımda ikili, taşındıkları çiftlik evinde başları tuhaf olaylarla belaya giren Perron ailesine yardımcı oluyordu. 2010’daki ‘Ruhlar Bölgesi’yle eski formuna ulaştığını gösteren Wan, ‘Korku Seansı’nda da kayda değer bir yapıta imza atıyordu. Daha sonra filmin görüntü yönetmeni John R. Leonetti, bu öykünün kimi unsurlarından yola çıkarak bazı sahneleri itibariyle bir hayli tedirgin edici olan ‘Annabelle’i çekti, şimdi ise Wan, ‘Ölüm Seansı 2’de Warren’ları bu kez İngiltere’ye yollayarak yeni bir maceraya yelken açtırıyor.

 

Haberin Devamı

Yine 70’lerde Kuzey Londra’daki Enfield’de yaşanan vakada, kocası tarafından terk edilen ve dört çocuğuyla baş başa kalan bir kadının evine musallat olan bir iblisin özellikle ailenin küçük kızı Janet üzerinden yaptıklarına odaklanan filmde, Warren’lar bir noktadan sonra devreye giriyor ve aileyle birlikte mücadele ediyor.

 

YİNE HIRİSTİYANLIK TEMALARI

 

‘Ölüm Seansı 2’ bence zamanın Londra tasviri, Elvis şarkıları, Amerika’daki geniş çiftlik evlerine göre bir hayli küçük sayılabilecek bir işçi sınıfı evinde kurduğu atmosferle takdire şayan. Öte yandan bu tür filmler, doğaları gereği her daim aynı kapılara çıkıyor, yani William Friedkin’in ‘The Exorcist’ine (‘Şeytan’/1973) ve Tobe Hooper’ın ‘Poltergeist’ına (‘Kötü Ruh’/1982). Ayrıca bir başka kaçınılmaz yazgı daha var; o da öykülerin arka planının her daim Hıristiyan terminolojisine yakın durması. ‘The Exorcist’te olayın içine direkt bir din adamı dahil oluyordu, ‘Korku Seansı’ serisinde ise rahipler bir tür ‘gözlemci’ gibi davranıyorlar ama özellikle Ed Warren, en zor durumlarda hep yanında taşıdığı haça sığınıyor. “Madem öyküde ‘Şeytan’ ve ‘İblisler’ var, dinden başka sığınacak liman ya da meseleyi çözecek argüman var mı ki?” demek mümkün elbette ama bu da önümüze benzer yapıdaki filmlerin gelmesine yol açıyor (ki ilk ‘Korku Seansı’nda evi saldırıya uğrayan ailenin dinle pek bir ilişkisi yoktu ama nihayetinde ‘şeytan çıkarma’ işi için Vatikan’dan görüş alma yoluna gidiyorlardı).

 

Haberin Devamı

Sonuç itibariyle ‘Korku Seansı’ yine dön dolaş Hıristiyanlık meselesine giriyor ama dediğim gibi atmosfer ve kimi gerilimli sahneler itibariyle izleniyor. Son olarak oyunculuklar da gayet iyi, yalnız Vera Farmiga hafiften yaşlanmaya başlamış gibi...

 

LA FONTAİNE’E SEVGİ VE SAYGILARLA...

 

Bu sezon gösterime giren kimi animasyonlar vesilesiyle de yazmıştık; bu tür yapımlar her yaştan çocuklara seslendiği ölçüde kabul görürler, geride bıraktıkları sinemasal izler daha derin olur. Mesela yakın zaman önce izlediğimiz ‘yarı animasyon’ (!) ‘Orman Çocuğu’ işte böylesi bir yapımdı; Rudyard Kipling’in metnini son derece etkileyici bir görsellik ve yaşı bir hayli büyük (!) çocukları da içine çekecek bir içerikle huzurumuza getirmişti.Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘Zootropolis: Hayvanlar Şehri’ (‘Zootopia’) de benzer türde bir yapım olmuş. Konu kısaca şöyle: Judy Hopps (ki kendisi bir tavşandır), kökleri itibariyle yırtıcı ya da evcil, fark etmez; bütün hayvanların eşit şekilde, dostça yaşadığı ‘Zootropolis’ adlı kentsel oluşumda polis olarak görevine başlamıştır. ‘Çaylak’ olması nedeniyle şefi ondan trafik cezalarını kesmesini istese de Hopps, zaman içinde çok önemli bir olayın aydınlatılması için çabalayacaktır.Byron Howard ve Rich Moore’un ortaklaşa yönettiği ‘Zootropolis’, baştaki karakter tanıtımı bölümü aşıldıktan sonra gayet bir dedektiflik filmine dönüşüyor ve seyircisini bir esrar perdesinin etrafına çekiyor. Hayvanlar üzerinden insanlık durumlarına vurgu yapan film, ince gören esprileri ve zekice göndermeleriyle ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Filmin Türkçe seslendirmesinde Cem Yılmaz, Hopps’un en yakın dostu Nick Wilde karakterine (ki o da bir tilkidir) hayat veriyor. La Fontaine’in şimdiki zaman uzantısı olarak da tanımlanabilecek ‘Zootropolis’, bence sezonun en başarılı animasyonlarından biri olmuş, kaçırmayın derim.  

 

Haberin Devamı

DİĞER SEÇENEKLER

 

Bu haftanın gösterime giren diğer filmleri ise şöyle: ‘Sihirbazlar Çetesi 2’ (Yön: Jon M. Chu), ‘Fırtınalı Hayatlar’ (Yön: Michael Grandage), ‘Ki & Ka: Kim Kadın Kim Koca’ (Yön: R. Balki), ‘Özel Kargo’ (Yön: Max Adams), ‘Sekerat: Son’
(Yön: Şeyda Şen).

Yazarın Tüm Yazıları