Çifte Standartlar Enstitüsü!

YARIN son dönemlerin belki de en ‘düşük yoğunluklu’ derbisine tanıklık edeceğiz.

Haberin Devamı

Malum, TT Arena’ya konuk olarak gelen lider Fenerbahçe’nin 10+3 puanlık bir avantajı var, buna mukabil ev sahibi Galatasaray’ın derdi de ligi en azından ikinci bitirerek önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligi serüvenine ‘grup aşaması’nda başlamak ve en az altı maçlık bir seriyi garantilemek.
İşin ‘derbi’ boyutunda ise her iki takımın hanelerine yazdıracakları yeni bir galibiyetin arayışı var elbet...
Ben ise derbiden çok meselenin Roberto Mancini kısmındayım. Malum, İtalyan teknik adam için başta ‘Galatasaray basını’ olmak üzere, çoktan kalemler kırıldı, iş uygulamaya kaldı.
Arena’da alınacak bir mağlubiyet bu süreci hızlandırabilir, galibiyet ise 49 yaşındaki çalıştırıcıya bakışı değiştirmez; sadece ayrılık fikrini ve eylemini ‘şimdilik’ olması kaydıyla erteler...

Haberin Devamı

Del Bosque, Gerets ve Mancini

Futbol, üst düzeyde oynandığında dünyanın her yerinde sorunlar kuşkusuz aynı kapılara çıkıyor. Büyük takımın derdi de büyük oluyor. Barcelona, Real, Milan, Bayern, Manchester United fark etmiyor.
Bu tür takımların başındaysanız her daim ‘başarı’ sözcüğü size eşlik etmeli. Takım hedeflerden uzaklaştığında teknik direktör koltuğunda oturan kim olursa olsun ‘üç vakte kadar yol görünüyor’dan başka seçenek kalmıyor elde.
Lakin Mancini’ye ilişkin yüklenmenin refleksi farklı: Tıpkı daha önce Del Bosque’ye, Tigana’ya, Schuster’e, Gerets’e ve Rijkaard’a yapılanlar gibi...
Geçmişten de biliyoruz ki ne zaman ‘yabancılar’ kanadında başarısızlık baş gösterir hep aynı oyun sahneye konulur.
Çünkü bu toprakların spor basını da, ‘dış mihrak’ sevmez.
Geldiğinde kısa süreli bir ‘balayı dönemi’ yaşanırken, bu süreçte baştacı edilir; çalıştıkları gazetelerin spor sayfalarında söz konusu teknik adam alabildiğine göklere çıkarılır.
Lakin başarısızlık durumunda ‘cicim ayları’ hemen biter ve karşı propagandaya geçilir. Bunlar zaten bildik ‘teorik meseleler’. İşin somut ayağında; mesela Zico’ya, Löw’e ‘stajyer’ demeler, Del Bosque’ye “İlk kez yurt dışında takım çalıştırıyor” türü ‘derin analizler’, Rijkaard’a “Niye kamp yaptırmıyor, çok large” suçlaması vb. yaklaşımları gördük...

Haberin Devamı

Fatih Terim’e sorulmayan soru

Mancini’ye yönelik suçlamalarda ise “Futbolumuzu aşağılıyor”, “Taktiklerini kâğıda yazıp veriyor” gibi ifadelere rastlıyoruz. Ama galiba en önemli standart sapması iş Mancini olunca “İstifa edecek misiniz” sorusundaki özgürlükte beliriyor.
Fatih Terim’in uzun ‘Galatasaray Teknik Direktörlüğü’ serüveninde bir kere bile bu soruyu sorma ‘lütfunda’ bulunamayanlar, karşılarında Rijkaard ya da Mancini olunca gazeteciliklerini hatırlıyor.
Ben “Terim’e de bu soru mutlaka sorulmalı” demiyorum, sadece gazeteci olarak herkese eşit uzaklıktan bahsediyorum. Neyse, bu mesele burada bitmez elbet.
Mancini gider, bir başka yabancı gelir, aynı film tekrar tekrar vizyona sokulur.
Manchester City’yi 44 yıl sonra Premier Lig şampiyonluğunu kazandırıp tarihe geçen Mancini, kariyerindeki en kötü sayfayla (ki bence öyle değil, Juventus’un olduğu gruptan ilk maçında evinde ‘altı’ yemiş bir takımı ikinci tura çıkarmak bile büyük bir başarıdır) bu topraklardan ayrılır.
Sonra büyük bir takımın başına geçtiğini görürüz. Bir de ileride anılarını kaleme aldığında “Türkiye’deki spor basınını kötüledi” türünden haberler okuruz, olur biter...

Yazarın Tüm Yazıları