Paylaş
Bu denklemin yeni bir yanı yok elbette. Lakin meseleye kendi coğrafyamızdan baktığımızda sanırım, geçmişin başarısını geleceğe taşımak konusunda özellikle iki takım gözümüze çarpar.
İlki Fatih Terim-Rasim Kara ikilisinin çalıştırdığı ve önce 1991 Akdeniz Oyunları’nda Yunanistan’a finalde 3-1 yenilerek ikinci olan ve yine aynı ikilinin imzasını taşıyan, 1993’teki finalde de Cezayir’i 2-0’la geçerek ‘Akdeniz Oyunları şampiyonu’ unvanıyla buluşan ‘U-21 Milli Takımı’... İkincisi de Abdullah Avcı yönetimindeki U-17 Milli Takımı’dır ki; 2005’te önce ‘Avrupa Şampiyonu’ unvanıyla buluşmuşlar, sonra da ‘Dünya dördüncüsü’ olmuşlardır.
Bu, zaman zaman parlama hikâyeleri malum, bizi hep “Büyüyünce nereye kaybolur bu çocuklar” sorusuyla buluşturur.
Aslında cevap da bellidir: Eğer sisteminiz doğru kurulmuşsa kaybolmazlar, daha da parlarlar. Öyle parlarlar ki, sınırları aşıp dünyanın gözdesi haline gelirler...
EN AZ SEYİRCİLİ TURNUVA
Peki, bütün bu girizgâha neden soyundum?
Cumartesi sabahı ‘U-20 Dünya Kupası’ sonuçlandı.
Finalde Sırbistan, Brezilya gibi bir ekolü uzatmada bulduğu golle 2-1 mağlup etti ve şampiyonluk ipini göğüsledi.
Bu, bir anlamda hafızanın yerine gelmesiydi. Bir mozaik ülke olarak Yugoslavya, her dalda olduğu gibi futbolda da öncüydü.
Tito sonrası birbirleriyle bağlarını koparan, peşi sıra bölündükçe bölünen bu coğrafya, kanlı savaşlara sahne oldu, katliamlar birbirini izledi.
Geçmişin komşuları birbirinin boğazına sarılır vaziyete geldi.
Yaraları, zamanın kapaması bile zor ama spor Balkanlar’ın bu yakasında önemini hiç kaybetmedi, kaybetmiyor da.
Sırbistan’ın şampiyonluğu, geleneğin hatırlanması açısından önemliydi.
Bir önceki turnuvanın yani 2013’ün ev sahibi Türkiye ise 2015’te ortalarda yoktu.
Hoş, söz konusu turnuva sırasında da seyirci ortada yoktu.
Ülkemizde düzenlenen ‘U-20 2013 Dünya Kupası’, maç başı ortalamaları itibariyle organizasyon tarihinin en az seyircili turnuvası olarak ‘Müstesna’ bir yerin sahibi olmuştu.
‘Geçmişin yeteneği geleceğin yıldızı’ bağlamında 2013’ün şampiyonu Fransa, Uruguay’ı penaltılarda mağlup edip ipi göğüslerken final maçı kadrosunda Sanoga, Pogba. Digne, Thauvin gibi isimlere yer veriyordu.
Bir küçük not daha: O takımın bir başka önemli parçası Geoffrey Kondogbia, tam 35 milyon Euro’luk bonservis bedeliyle iki gün önce Monaco’dan Inter’e transfer oldu.
TEK BİR DOĞRU BİLE YOK
Bütün bunlar, şimdinin taşlarını geçmişten örmenin önemi üzerine temel örnekler.
Dünyanın en genç nüfuslarından birine sahip olan ve futbolla yatıp kalkan bu ülke, ne yazık ki bu çok sevdiği oyunda doğru işlere imza atamıyor.
Çünkü ana arterlere, önemli kavşaklara doğru insanları, doğru yöneticileri, doğru vizyonları yerleştiremiyor.
Bildik bir örnek ama tekrarlamakta yarar var; mesela federasyonun ‘Futbol Eğitim Dairesi’nin başına gelenler kısa sürede uçup gidiyorlar ve büyük takımların hocası olmayı seçiyorlar.
Haklılar ya da değiller veyahut sistem onları buna mecbur kılıyor, bilemem lakin çarkın doğru işlemediği gayet açık...
Bu sezondan itibaren yabancı sayısındaki sınırlamanın kalkmasıyla ‘Gençler büyüyünce ne olur’u bırakıp eldeki tabloların bambaşka şekillerde okunması tartışmalarıyla karşı karşıya kalacağız.
Bu yeni oluşum futbolumuzun önünü açar mı kapar mı, doğrusu bunun da net bir cevabı yok. La Liga’sında dünyanın her yöresinden futbolcuların boy gösterdiği İspanya, son dört büyük turnuvanın üçünü ‘Şampiyon’ (bir ‘Dünya’, iki de Avrupa’) unvanıyla kapadı.
Yine benzer şekilde Premier Lig gibi el üstünde bir oluşumun sahibi İngiltere ise her büyük turnuva öncesi, 1966’daki Milli Takımı’nı anmaktan başka bir şey yapamıyor.
Dolayısıyla tek doğru yok, önemli olan kendi doğrunu, ‘doğru dürüst’ bir şekilde bulman...
Daha da ötesi uluslararası futbol ağına bir şekilde dahil olman, aldığın oranda olmasa da belli ölçülerde ihracata katılman.
Yani bir tek Arda Turan’la olmaz bu iş...
Neyse, lig uzun bir maraton, bekleyelim görelim!
Paylaş