Paylaş
Futbolla ilişkimiz maalesef o babanın ‘şefkati’ boyutunun ötesine geçemedi. Malum 100 yılı geçkin sevdamızda ortada tarihsel açıdan bir başarı yok, uluslararası arenada iz bırakan zaferlerimizin derinliği bir elin parmaklarına bile varmıyor. Hoş bu türden ‘somut’ verilerimiz olmayabilir, ayrıca bu oyunu sevmek için başarı tek bir kriter değildir amma velakin mesele iç sulardaki hesaplaşmaya gelince tek kriter olarak önümüze başarı ve ‘Ne yaparsan yap ama kazan’ kültürü sürülüyor ve bütün dert biraz da buradan kaynaklanıyor.
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN
Geçen hafta bu sütunlarda derbi öncesinin en favori konularından biri olan ev sahibi takımın, şampiyon olan konuk takımı alkışlama meselesine değinirken mesele hakkında görüş bildiren Beşiktaş efsanesi Metin Tekin’in, “Alkışlamaya gerek yok, saldırmayalım yeter” şeklindeki ifadelerine yer vermiştim. Sevgili Tekin ne yazık ki haklı çıktı, saldırmayı bırakın özellikle sahada bir savaş görüntüsü vardı ve tribünlerde de ‘Görmek istemediğimiz onca utanç tablosu’.
Konuk takımın siyahi oyuncularını ‘Muz’ göstererek ırkçılığın daniskasına soyunan insan müsveddesi mi ararsınız (bir de “Hayatım boyunca ayrımcılıkla mücadele ettim” türünden savunucusu var ki, evlere şenlik), elindeki ‘yabancı madde’yi Sabri’ye hedefleyip kendi oyuncusu Hasan Ali’yi nişanlayan nefret sembolünü mü ya da Arena’da Volkan’a atılan rakı şişesinin rövanşını ucu kesilmiş viski şişesiyle almaya çalışan bir başka insanlığını kaybetmişi mi? (Lüften o temel argümanı dillendirmeyin, evet ben de biliyorum ki bunlar sadece bir tarafın problemleri değil, bir gün Saracoğlu’nda, öteki gün Arena’da, daha öteki gün başka yerlerde bütün bunlar oluyor; zaten mesele de biz siz değil hepimiziz). Keşke o bilinin deyimiyle olanlar sadece sahada kalsaydı. Derbi sonrası Türkiye’nin birçok yerinde şiddet olayları yaşanırken en kötüsü de Edirnekapı Metrobüs Durağı’nda yaşandı ve futbol terörü gencecik bir insanı, Burak Yıldırım’ı aramızdan alıp gitti.
Şimdi hepimiz ağıtlar yakıyoruz. Sanki sorumlusu biz değiliz gibi… Onca nefret ögesini, İngilizlerin deyimiyle bu ‘Güzel oyun’un gerçekleri gibi göstermeyi şiar edinen futbol kamuoyu, yöneticisi, taraftarı, oyuncusu ve ne yazık ki medyasıyla “Niye böyle olduk?’un cevabını aramaya çalışıyor. Oysa cevabın kendilerinde olduğu o denli aşikâr ki…
Rahmetli Burak kardeşim, daha önce bu yolda verilen kurbanlar (yeri gelmişken isimlerini analım; Beşiktaş taraftarı Oktay Akdemir, Leeds taraftarları Christopher Loftus ve Kevin Speight, Beşiktaş taraftarı Cihat Aktaş) gibi “Durup yeniden düşünme, tüm eski argümanları rafa kaldırma zamanıdır” diyor ama bunu anlayıp bambaşka bir kimlikle yola çıkar mıyız şüpheli. Ayrıca insanın doğasına da aykırı ama başka çaremiz de yok. Onların aziz hatıraları böyle davranmaktan başta bir şeye işaret etmiyor.
ÖFKE KONTROLÜ HERKESE LAZIM
Peki temel uğraşımız ne olacak? İçimizdeki nefret tohumlarını, yanlış kaynaklardan beslenen futbol sevdamızı nasıl törpüleyecek, ‘kendi doğamızla’, genlerimizle nasıl oynayacağız da farklı bir yolun yordamın peşine düşeceğiz? Doğrusu ben de bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var, bir an önce ‘Ergen zihniyeti’nden kurtulup büyümeyi seçmek. Mesela hayatın diğer alanlarında kazık kadar adam olmayı beceren, iş kuran, onlarca insanın ekmek kapısı olmanın üstesinden gelen başta yöneticiler olmak üzere futbolun bütün bileşenleri, ‘Bir türlü büyümeyen çocuk’ halet-i ruhiyesiyle hesaplaşmalı.
Ergenliğini aşamamış futbolcu kimlikleri, bu mesleğin bir iş kapısı olduğu ve bir gün bir takımın, diğer bir başka gün bir başka takımın formasını giymenin kabul edilmesi gerçeğini anlayan profillerle yer değiştirmeli.
Rakibin boğazına sarılan futbolcu tiplemelerinin, provokasyona yönelen oyuncu modellerinin yerini psikolojik sorunlarından arınmış, gerçek anlamda lider karakterli futbolcular almalı. ‘Öfke kontrolü’ en şanlısından en yolun başında olana tavsiye edilmeli, sık sık ifade edilen, “Bizi bitirmeye çalışıyorlar, yolumuzu kesiyorlar, hakemler anlaşmış, bize tavır almış, saha içi ve dışında aşılmaz güçlüklerimiz var” söylemleri, kendi camialarına hoş görünmek için yapılmış açıklamalar terk edilmeli, futbolun temel gerçeklerinden başa gerçeklere sığınılmamalı.
BERABER EĞLENENLER
Biliyorum, bütün bu söylediklerim fazla ‘Öğreten adam’ tadında oldu ama gerçekten başka bir dünya kurmak mümkün ve bu dünyanın yolu, böylesi mantıklartan geçiyor. “Onlar İngiliz, alkışlayabilir” demekle ancak meselelerin üstünü ört bas edebiliriz. Kuyt’ları, Eboue’leri, Meireles’leri, Riera’ları bize benzetmekle ancak ‘kötülüğün doğasını’ onlara buradayken aşılayabiliriz, sonrasında çekip giderler ve biz yine kendi dertlerimizle baş başa kalırız. Yine Metin Tekin’den örnek vereceğim, NTV Spor’da pazartesi akşamı “Biz Fenerbahçeli arkadaşlarla yensek de yenilsek de maç sonunda defalarca beraber eğlendiğimizi hatırlarım” diyordu. Bize ve şimdiki zamanımıza ne kadar uzak bir tablo değil mi? İyi ama Drogba’yla Webo derbi sonrası birlikte eğlenmişler. Ne yani şimdi G.Saray taraftarı, ‘Biricik sevgilisi Drogba’yı “Bize gol atanla niye eğleniyorsun?” diye tefe mi koyacak. Koymayacak tabii ki. Önemli olan her türlü durumda mantığını ve insanlığını yitirmemek, sağ olsun ‘Fildişili efsane’ de bu türden bir akıl, ilim ve irfan timsali.
Tesis kolay ya insan!
2020 Olimpiyat Oyunları’na talibiz. Alırsak birçok tesisi o zamana yetiştirmeye çalışacağız. Bence yetişir ama o zamana kadar ‘Önemli olan kazanmak değil katılmak’ şiarıyla beslenen olimpiyatlara uygun insan modelini yetiştirebilecek miyiz? Asıl derdimiz bu olmalı…
Paylaş