Paylaş
Bu hayallerin başında da ‘Parasız yatılı okul’ sınavlarını kazanmam geliyordu. Girdim, iki aşamalı kapıdan geçtim ve nihayetinde eve gelen kâğıtta yazan kaderimle karşı karşıya kaldım: ‘Sakarya Arifiye Öğretmen Okulu.’ Oysa ben şehrimizin güzide eğitim kurumu Bursa Erkek Lisesi düşüncesiyle yola çıkmıştım. Sonradan anladım ki zaten girdiğim sınavın seçenekleri arasında erkek lisesi yokmuş ve hocalarım, birer eski ‘Köy Enstitülü’ olarak beni kendi geçtikleri yollardan geçmem için bu maceraya sürüklemişler. Hoş sınavını kazandığım kurumun ‘Köy enstitüsü’ kimliği yoktu, orası artık sadece bir ‘Öğretmen lisesi’ydi.
Okula ilk adım attığımda vurulduğum tek şey vardı: Hiçbir lisede görmediğim muhteşem futbol sahası... Ve bu saha, tam altı yıl boyunca oyuna dair sevdamı besleyip durdu. Aynı anda neredeyse altı-yedi maçın oynandığı, top oynarken yatılı okul gelenekleri uyarınca büyük sınıfların küçükleri hep çizgi kenarına ittiği, Sakarya Atatürk’ten bile daha iyi olan zeminiyle okulumuzun o eşsiz sahası...
TAKIMI BERABER KURARIZ
LİSE BİR sonrası yollar yeniden ayrılıp bazılarımız ‘fen’, bazılarımız ‘edebiyat’, bazılarımızın ‘tabii Bilimler’ bölümüne giderken ve bir anlamda kartlar yeniden dağıtılırken yazın boş durmamıştım. İlkokuldan ‘Almancı’ arkadaşımın (Aydın) kendisi için getirdiği ‘Adidas kramponları’na göz koymuş, o gün için Türkiye’de hele hele bir çocuk için bulunmaz bir nimet olan bu değerli hazineleri, “Senin oynayacağın yerin bile yok, bana ver” diyerek ‘nüfusuma’ geçirmiştim.
Kramponlarla başlayan o öğretim yılında diğer şubelerden gelen arkadaşlarla birleşmiş, tam 17 kişilik sınıfımızda gül gibi bir hayata atıldık. Amatör olarak Bursa Orhangazispor’da oynayan ve bu maçlar için hafta sonu ‘Evci’ çıkan Görgün (Özdemir), kramponları görünce yanıma gelmiş, “Takımı birlikte kuralım” demişti. Hoş o kadar da iyi oynamıyordum ama yanları ‘Fıstıki yeşil’ şeritli kramponlar, “Ye kürküm ye” etkisi yaratmıştı. Aramızda bir kız öğrenci (Şükran) vardı ve zaten geriye 16 kişi kalıyordu ve biraz sporla ilgiliyseniz sınıfın sadece futbol değil, basketbol ve voleybol takımlarından da kendinize rahatça yer bulabiliyordunuz. Nitekim Görgün’le takımı yaptık ve ‘11’ (neredeyse yedeksiz) kişilik asıl kadromuzla o yıl (ve de ertesi yıl) final oynadık (ama ikisinde de kaybettik).
Lakin geriye izleri derinden kalacak olan vaka, sömestr tatiline yakın cereyan etti. Bir akşam, yatakhaneye gittiğimde zaten kilidi kolayca açılan eşya dolabımın en alt bölümünde olan kramponlarımın yerinde olmadığını gördüm. Önce bir yerde unuttum sandım, araştırmaya koyuldum; yatakhane, sınıf, tuvaletler, koridorlar, saha; neredeyse her yer.
Yoktu, bulamıyordum. Bütün sınıfı ayağa kaldırdım, diğer sınıflara da sordurdum. Nafile, kaybolmuşlardı. Kim alabilirdi ki, biz bir aileydik ve zaten alan, okul sathında giyemezdi. Sonrasında tatile çıktık, evlerimize yollandık.
FUTBOL SEVDAMA DAİR
TATİL dönüşüydü ve birkaç gün geçmişti. Etütten çıktık, yatakhanelere doğru yollandık. Yatağımın başına geldiğimde battaniyelerin üzerinde bir çıkıntı olduğunu fark ettim. Sanki altta bir şey saklanmıştı. Açtım battaniyeleri, bir de ne göreyim: Kramponlar orada duruyordu.
Hemen elime aldım, şöyle bir kontrol ettim. Sol kramponun arkasındaki logo yoktu, daha doğrusu yırtılmış ve geride küçük bir renkli kısım kalmıştı. Sevindim tabii.
Önemli olan onlarla tekrar buluşmaktı. Ne olduğuna dair o anda bir fikir yürütemedim. Birkaç gün sonra düşüne düşüne şunu buldum: Arkadaşlarımız memleketlerinde turnuvalara katılıyordu; köylerinde, kasabalarında ya da şehirlerinde... Muhtemelen benden istemeye cesaret edemedi, böylesi bir ‘ödünç almayı’ uygun gördü, işi bitince de getirip tekrar yerine koydu.
Yatılı okullar için komik ya da trajik, bu türden anılar bitmez.
Bugünün asıl gündemi elbette Hollanda maçının ardı olacak. Yani yeni bir güne doğacağız ya da futboldaki ‘Değerli’ yalnızlığımızla baş başa kalacağız. Bense bu bayram günü ‘Takımdan ayrı düz koşmak’ ve futbol sevdamın en başlarında yaşadığım bu kendimce unutulmaz hatırayı sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Umarım çok kişisel bulmazsınız! Hepimizin bayramını kutlar, kardeşçe, özgürce, şiddetten ve birbirimizi boğazını sık sık sarılmaktan uzak bir geleceğe spor ailesinin tüm fertleriyle birlikte uzanmayı ümit ederim.
‘YOL’LARIMIZ BURADA BİRLEŞİYOR
GEÇEN hafta aynı zamanda bir ‘Sinema yazarı’ olarak ‘Altın Portakal’ dolayısıyla Antalya’daydım. Bu tür buluşmalar, sadece sinemanın, sanatın konuşulup tartışılmasına değil, derin dostlukların kurulmasına da vesile olur. Hoş benim Şerif (Gören) Abi’yle dostluğum daha eskilere uzanır ama bu yılki festivalde yine onun o güzelim anılarının ilk elden muhatabıydım. Lakin ‘Açılış gecesi’ soyunacağı eyleme dair ilk gün pek renk vermedi. Nihayetinde hepimizin tanık olduğu ‘gösteri’sini sundu. Bilmeyenler için özetleyeyim: Şerif abi, ‘50’nci Yıl Özel Ödülü’nü sinemanın genç isimlerinden Ufuk Bayraktar’dan alırken geceye yaptığı konuşmayla damgasını vurdu: “Asi bir delikanlı olarak girdiğim sinemada sansüre karşıyım, Amerikan tröstlerine, sinema tekellerine, darbeye, işkenceye karşıyım. İçimdeki oto sansüre de karşıyım. Onun için Çarşı’yım.”
Ardından da ceketinin altındaki Çarşı tişörtünü gösterip sahneden indi. ‘Yol’un yönetmenine de böylesi bir çıkış yaraşırdı. Birileri TV’lerde kurdukları darağaçlarında, kendilerince ‘Çarşı’ya kıymaya çalışırlarken Şerif Abi’nin 69 yaşının baharındaki eylemi meselenin en güzel tariflerinden biriydi...
‘Yol’umuz senin ‘yol’undur Şerif Abi!..
Paylaş