Paylaş
üyük usta Ridley Scott filmografisindeki en parlak noktalardan biri olan ‘Gladyatör’ün (2000) izlerini sürüyor ve ‘Gladyatör II’ (Gladiator II) adlı devam adımında ilkindekine benzer bir rotayı tekrarlıyor. Önce öykü diyelim...
Maximus’un ölümünden 16 yıl sonrasındayız. Roma’da ikiz imparatorlar Geta ve Caracalla iktidardadır ve General Marcus Acacius, fetih amacıyla Afrika ülkesi Numidya’yı kuşatır. Maximus’un oğlu Lucius Verus ise bambaşka bir kimlikle bu topraklarda büyümüş, evlenmiş ve iyi bir asker olmuştur. Saldırı sırasında eşi Arishat’ı kaybeder, esir düşer ve köle olarak Roma’ya götürülür. Burada karşısına çıkan tacir Macrinus’un sunduğu seçeneği değerlendirmeye çalışır: Gladyatör olarak Kolezyum’da kendisini gösterecek ve günü geldiğinde Acacius’u öldürerek eşinin intikamını alacaktır.
Görüldüğü gibi ikinci hamle ilkinin ana karakteri Maximus’un geçtiği dönemeçler üzerinden bu kez Lucius’a bir yol haritası çiziyor. Ridley Scott’ın daha önce de birlikte çalıştığı David Scarpa’nın kaleme aldığı senaryo ön planda bir başkaldırı ve isyan hikâyesi anlatırken arkadaysa ana resmi tamamlayan iktidar, güç ilişkileri ve toplumsal dinamikleri perdeye taşıyor. Roma artık çürümüşlüğün bir ifadesine dönüşmüştür. Ana karakter Lucius’u hareket geçiren en önemli itici güç intikam hissi ve öfkesidir. Nefret duyduğu Roma’ya gider ve karşısında tıpkı babasının mücadele ettiği kötülerin ve değerlerin bütününü bulur. ‘Gladyatör’de sorunun kaynağı Commodus’tu, buradaki kötülüğün adresi olarak ortak imparatorlar Geta ve Caracalla’yı görüyoruz. Bu denkleme sonradan kölelikten tacirliğe geçmiş olan yani sınıf atlayan Macrinus da katılıyor. Öte yandan ilk filmden bu hikâyeye taşınan iki karakterden biri olan Lucius’un annesi Lucilla (diğer karakter de senatör Gracchus), eşi General Acacius’un yönetimindeki 5 bin askerle darbe yaparak yönetimi ele geçirme planlarına yönelmiş durumda. Yıllar sonra ortaya çıkan oğlu ve onun kocasını öldürme gayesi öykünün bize sunduğu açmazlardan.Denzel Washington kötülükle dolu bir karakteri, Makyavelist Macrinus’u canlandırıyor.
‘Gladyatör II’yi tüm Ridley Scott yapıtları gibi iki temel noktadan ele almak gerekiyor; anlattıkları ve görsel üslup. İlki gibi Antik Roma’da biçimlenen öykü toplumsal çürümeye, kitlelerin uyutulması adına o dönemin gösteri sporu olan Kolezyum’daki gladyatör dövüşlerinin öne çıkarılmasına, iktidarın gününü gün ederken halktan kopukluğuna ve kendi ihtirasları adına çoğu gencecik askerlerin fetih uğruna cepheye sürülmelerine ve burada manasızca ölmelerine vurgu yapıyor (aslında bu yanıyla ‘Gladyatör II’, Coppola’nın ‘Megalopolis’iyle benzer sularda yüzüyor).
Hayal gücünü zorluyor
Görsel yapıya gelince; Scott çoğu kez zamanını aşan öncü bir vizyoner olmuştur, ilk filmi ‘Düellocular’dan (The Duellists/1977) bu yana her yeni projesinde yakın dövüş sahnelerindeki hâkimiyetini, savaş sahnelerindeki üstün maharetini, atmosfer yaratmadaki ustalığını gösterir. ‘Gladyatör II’de girişteki savaş sahnesinden başlamak üzere Kolezyum’daki dövüş sekanslarında Scott’ın kendine özgü tarzının yansımalarını görmek mümkün. Ayrıca vahşi babunlarla, gergedanla, köpekbalıklarıyla hayal gücünü zorlayan kısımlar da cabası.
İşin anlatılanlar cephesine gelince; ‘Gladyatör II’ Roma’yı dönemin ‘süper gücü’ olarak ele alıyor ve kuşkusuz günümüze göndermeler yapıyor (bunu bizatihi Ridley Scott dillendirmiş) ama siyasi manzarayı, iktidarı, senatoyu, konsülleri de karikatür düzeyinde bir görüntüyle veriyor. Bu elbette filmi derin sulara taşıyamıyor ama öte yandan Scott ve senaristinin haklı oldukları bir nokta var; başta Trump olmak üzere günümüzün tüm modern tiranları aynı filmde olduğu gibi son derece karikatürize kişilikler.
Bu arada öykü Lucius’u başlarda bir intikam olgusu üzerinden sahaya sürerken bir noktadan sonra ana karakteri büyükbabasının ‘Roma Cumhuriyeti’ fikrini hatırlatıyor ve ahaliye şu soruyu soruyor: “Bu hayali birlikte inşa etmeye cesaret edebilir miyiz?” Film bu gibi yanlarında seyirciye arınma hissi ve geçmişteki örneklerde olduğu gibi (mesela ‘Spartacus’) dayanışma, devrim ruhu aşılamaya çalışıyor ama bunu son derece naifçe yapıyor.
Öte yandan bu yakadan bakıldığında anlatılanlarda ‘Kahpe Roma’ izlerini bulmak, kimi akışlar itibariyle de ‘Gladyatör II’ye Cüneyt Arkın filmlerinin (‘Battal Gazi’, ‘Malkoçoğlu’, ‘Kara Murat’ vs.) teknolojik açıdan halledilmiş ve inandırıcılık kazandırılmış hali demek mümkün. Batılı bir eleştirmen de söz konusu durumu “Monty Python’ın dönem hicivlerinin daha ciddi bir versiyonu” şeklinde ifade etmiş.
Oyunculuklara gelince; Virgil şiirlerinden alıntılar yapan ‘şair ruhlu gladyatör’ Lucius’ta Paul Mescal karakterinin öfkesini, nefretini, intikam hissini başarıyla yansıtıyor ama Maximus’taki Russell Crowe olmadığı kesin. Kimi karelerde Marlon Brando’yu ama genel olarak Burt Reynolds’ı andıran Pedro Pascal da vicdanlı General Acacius’ta gayet iyi ama genel kadronun en iyisi elbette Denzel Washington. Usta aktör filmde Makyavelist Macrinus’u canlandırırken 2002’de kendisine ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü kazandıran ‘Training Day’deki Alonzo gibi kötülükle dolu bir karaktere hayat veriyor. Lucilla’da Connie Nielsen’i izlerken ortak imparatorlardan Geta’da Joseph Quinn, Caracalla’da da Fred Hechinger karşımıza geliyor. Ben filmde en çok Lucius’un şehre girerken yoldaki bir takta kurdun emzirdiği Remus-Romulus figürlerini görmesi üzerine yaptığı Roma yorumunu beğendim ve sanki iki imparator karakteriyle Remus ve Romulus’a da göndermede bulunulduğunu düşündüm. Bir de film Roma-Galya savaşından sonra yenilenlere ilişkin ifade edilen o ünlü “Kaybedenin vay haline” cümlesini Acacius’a söyletiyor.
Nihayetinde 2000 tarihli ‘Gladyatör’ 50’li-60’lı yılların kılıçlı-sandaletli filmlerin ruhunu ve sinemanın seyirciyi alıp götüren özünü yeniden hatırlatan, destansı bir başyapıttı. ‘Gladyatör II’ gösterişli kostümlere, kalabalık sahnelere ve yer yer içinde kaybolduğunuz etkileyici anlara sahip. Ama ilkinin özgünlüğünden, gücünden ve görkeminden uzak bir çaba olmuş.
Filmin bence en önemli yanıysa 87 yaşındaki bir yönetmenin elinden çıkması. Ridley Scott hâlâ böylesi dinamik, heyecan verici yanları olan, görkemli olmayı hedefleyen bir işe imza atmayı sürdürüyor. Bu son derece takdir edilesi bir çaba...Rosinante
Ve diğer seçenekler
◊ Bir yandan işini kaybeden, öte yandan ev sorununu çözmekte zorlanan bir çift... Ayşe ve Salih, ekonomik dertlerin çevrelediği bir hayat düzleminde doğduğundan beri hiç konuşmayan oğulları Emre’nin de derdine derman olabilmek için çabalamaktadır. Sonunda motosikletle yolcu taşıma işi imdatlarına yetişmiş gibi görünür ama... Baran Gündüzalp imzasını taşıyan ‘Rosinante’, modern Türkiye’de yoksullaştırılan kitleler üzerine bir hikâye anlatırken De Sica klasiği ‘Bisiklet Hırsızları’na da göndermelerde bulunuyor. Filmde başrolleri Nilay Erdönmez, Fatih Sönmez, Can Demir ve Sedat Kalkavan paylaşıyor.
◊ Farklı sorunları olan altı kişinin ünlü bir psikiyatrdan aldığı randevunun çakışması üzerine gelişen süreci anlatan ‘Takıntılar’ı Yunus Nihat Özcan yönetmiş. Fransız yazar Laurent Baffie’nin ‘Toc Toc’ adlı oyunundan uyarlanan yapımda Seda Bakan, Ecem Erkek, Sarp Akkaya, Bora Akkaş, Çiçek Dilligil, Özge Özberk va Zafer Algöz gibi isimler rol alıyor.
◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Nemlizade’ (Yön: Selçuk Aydemir), ‘Zir-i Cin 3: Cin Düğümü’
(Yön: Burak Küçük).
Paylaş