Gürsel Aksel’de farklı bir Göztepe izledik: El Maestro, üst üste 4 yenilgi aldıktan sonra geçen hafta İstanbul’da takımını 3-4-3’e döndürmüştü. Kasımpaşa karşısında ikinci yarıda baskılı bir futbol oynamışlar, geriden gelip kazanmayı başarmışlardı.
Trabzon’a karşı da bu oyunu korudular. Yine 3-4-3 oynadılar. İki kanat bek Murat ve Burekovic’in de katkısıyla ileride kalabalıklaşan, daha olumlu ve yaratıcı oynayan bir Göztepe izledik. Dünkü futbolun tek eksiği Halil’in yeteneği idi belki de. Bu oynadıkları oyunu Halil’le puana da çevirebilirlerdi bence.
İLK YARI ÇOK ETKİSİZDİ
İzmir'de Göztepe’nin coşkulu taraftarının da etkisiyle özellikle ilk devrede sezonun en etkisiz Trabzon’unu izledik. İlk devreyi Göztepe şutlarda 8-1, rakip ceza alanında topla oynamada da 11-3 üstünlükle bitirdi. Jahovic biraz daha sakin olsa soyunma odasına galip de gidebilirlerdi. Abdullah Avcı soyunma odasında bir şeyleri değiştirmek zorundaydı, çareyi orta saha geçirgenliğini azaltmakta buldu. 46’da Yusuf Sarı’yı çıkardı, Abdülkadir’i sağa kaydırdı ve merkezi Siopis’le sağlamlaştırdı. İkinci devrede orta sahada daha sert bir Trabzonspor izledik. Abdülkadir’in bir kontra çıkışıyla da hayati bir 3 puan kazandı bordo mavililer.
EZBERLERİ BOZDU
Sezon başından beri Abdullah Avcı’yı ofansif tercihleri üzerinden övüyorduk. Fenerbahçe karşısında merkezde Bakasetas-Abdülkadir’i bir arada başlatması, ilk 11’de beş hücumcuya yer vermesi cesurcaydı. Yedinci haftada Alanya, sekizinci haftada da Kayseri maçlarında skor 1-1’ken sahadaki tek ön liberosunu çıkarıp altı hücumcuya dönmesi cesurdan da fazla... Belki çılgıncaydı. Ama çok büyük keyif veriyordu bu tercihleriyle. Dün sezonun genelindeki davranışının aksine bir hamle yaptı, 46’da Siopis’i soktu ve bu yıl belki de ilk kez pragmatik bir değişiklikle neticeye gitti Avcı. İyi bir maç izledik dün gerçekten Gürsel Aksel’de. Göztepe iyi futboluyla en az 1 puanı hak etti ama futbol böyle. Anlık bir konsantrasyon kaybını dahi affetmiyor.
Pereira yaklaşık dört aydır görevde. Onun Fenerbahçe’sini yedisi hazırlık, dokuzu lig, beşi de Avrupa’da olmak üzere 21 maçta seyrettik. Yani sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yeterli veri var elimizde. Dün Kadıköy’de oynanan müsabakanın neticesinden bağımsız olarak Pereira’nın Fenerbahçesini şöyle özetleyebilirim: Onun A planına saygı duyuyorum. Ama koca bir sezonu, her bir müsabakayı, her bir durumu tek bir taktikle götüremezsiniz. B, C, D planlarınız; yani bir taktikler repertuvarınız olmalı. İlk 21 maç sonunda görünen o ki, Pereira’nın bir B planı neredeyse yok. Ya da A planında gereğinden fazla ısrarcı.
FORMASYONU ASLA ESNETMiYOR
Portekizli hoca, A planını mükemmelleştirmeye çalışıyor. Top rakipteyken savunmayı, top kendilerindeyken hücumu beşlemek istiyor. Samuel ve Ferdi’nin nefesi/ aklı yettiği sürece de uygulayabiliyor bunu. Ancak koca bir sezonun tek bir planla gitme şansı yok. Olympiakos önünde 65’te 3 farkla gerideyken aynı şeyi yapmıştı.
Dün de Antwerp gibi son derece kısıtlı bir takıma karşı son 25 dakikaya 2-2 ile girerken aynı şeyi tekrarladı: Oyuncu değiştiriyor ama sağ bekin yerine sağ bek, sağ açığın yerine sağ açık, merkez orta saha yerine merkez orta saha sokuyor. Asla ve asla formasyonunu esnetmeyi, bir savunma ya da orta saha çıkarıp ekstra bir hücumcu sokmayı düşünmüyor.
BEŞiKTAŞ DA AJAX MAÇINDA AYNI HATAYI YAPTI
Dün 25 dakikalığına da olsa bir savunmacıdan ya da bir ön liberodan feragat edemez miydi? Mesela PelkasRossi girerken Berisha-Mesut’tan biri sahada tutulamaz mı?
4 ofansif oyuncunun aynı anda sahada olması yasak mı? Daha önce de söylemiştim: Vitor Pereira’yı 3-4-2-1 üzerinden eleştirmek ne kadar sığ ise, 3-4-2-1’e kutsalmışçasına bağlı olmak ve 1 dakika bile esnetmemek de o derece sığ bir tavır.
Fenerbahçe’nin dünkü bir diğer sorunu da şuydu: Sarı lacivertliler kornerlerde alanı savunuyor. Antwerp 54’te yarım boşluğa koşuyla bomboş bir kafa fırsatı buldu. Almeida atamadı. 62’de aynısını yaptılar. Gerkens attı! Salı akşamı benzer bir hatayı Sporting maçında Beşiktaş yapmıştı. Dün de Fenerbahçe seyretti kornerleri. Üzücü doğrusu
Sporting, dinamik kadrosu, inovatif hocasıyla kolay bir rakip değildi zaten. Amorim 36 yaşında ama şimdiden yeni Mourinho olarak kodlanıyor. Braga’yla 13 maça çıkıp kupa kazandı, Sporting’i ilk sezonunda şampiyon yaptı. Biraz şanssız oldukları Ajax maçını çıkarırsanız bu sezon da kaldıkları yerden devam ediyorlar aslında. İki oyun versiyonları var: İç sahada, kendilerinden zayıf rakiplere karşı oyunu domine ediyorlar. Ancak güçlü bir deplasmana geliyorlarsa geçiş hücumlarında da ustalar. Bu sezon ligde Braga-Porto, Devler Ligi’nde de Dortmund maçında topa daha az sahip olup makyevalist bir top oynamışlardı. Beşiktaş’a karşı da maçın büyük bölümünde benzer bir tuzak kurdular maalesef.
BAŞAKŞEHiR MAÇI GiBi
Beşiktaş’ın sezon başından beri korner karşılamada tercihi alan savunması idi. Elbette alan savunması da saygıdeğer bir yol, ancak bu yöntemi uygulamak için uzun süreli birlikte oynayan bir oyuncu grubunuz olmalı. Golleri alanlar değil, adamlar atıyor...
Başakşehir de hafta sonunda Beşiktaş’a karşı benzer bir arızayı değerlendirmiş, 54’te Stefano Okaka bomboş bir kafa vurmuştu.
İmkânınız varsa o pozisyonu tekrar izleyin, Epureanu ve Chadli de demarke vaziyetteydiler o kornerde. Hatta Başakşehir benzer bir uygulamayı 77’deki kornerde de yapmıştı.
AYNI ZAAFTAN 3 GOL ÇIKARDI
Aradan 4 gün geçti, muhtemelen o maçı izleyen ve bu konuya özel olarak çalışan Ruben Amorim, Beşiktaş’ın bu zaafından bir değil, iki değil, tam üç gol çıkardı. Üç golde de kaptan stoper Coates’e bu kadar rahat kafa vurdurulması gerçekten acı. Sanırım bir kez daha şu hususun altını çizmek gerek: Futbol saha dışında kurgulanan, saha içinde uygulanan bir oyun. Sporting de iyi çalışmış bu kurguya.
Maçın kırılma anı, ilk yarının uzatma anlarında iptal edilen Teixeira golü. Eğer o saniyede biraz şanslı olsaydık soyunma odasına tek farkla geride girmek daha farklı bir ikinci devre getirebilirdi. İki farklı geride oynamak zor. Beşiktaş ikinci yarıda çok risk aldı, orta sahalar çok rahat geçildi, karşılıklı pozisyonların olması doğal. Maç teknik olarak ilk 45’te bitmişti zaten.
Avcı, sezon boyunca orta sahasında tek bir kaygı oyuncusuna (Berat’a) yer vermiş, onun önünde beş özgür futbolcuyla oynamıştı. Hamsik’siz ilk maçta hepimiz onun Siopis’le başlayacağını düşündük. Ama yanıldık. Stratejisinden vazgeçmedi, Fenerbahçe karşısına da 5 hücumcuyla çıktı. Onun ödülünü de sadece 10’a 11 olan bölümde değil, 1-0 geride oynadıkları 20 dakikalık süreçte de aldı bence.
PEREIRA BENİ ŞAŞIRTTI
Pereira'nınsa Serdar Aziz’in yokluğunda yaptığı savunma kurgusu enteresandı doğrusu. Hatay ve Olympiakos maçlarında da dün başlayan üçlü oynamış ama Novak sağ, Kim merkez, Szalai sol stoper olarak görev yapmışlardı.
Dün neden aynı üçlüyle farklı bir yerleşim tercih etti, ben çok anlam veremedim. Kim’in sağ stoperde şaşkın durduğunu ve 23 dakikada o iki kartlık pozisyonu yaşamasında yerleşim alışkanlığının bozulmasının rolü olduğunu düşünüyorum ben. Ardından 24’te Bakasetas’ın golü geldi ve ikinci perde başladı maçta... Pereira kart sonrası savunma yerleşimini de düzeltti, Szalai alışık olduğu sol, Novak da sağ stopere geçtiler. Mesut-Rossi, Crespo’nun yanına yaklaştılar ve kalan bölümde 5-3-1 dizilerek 1-1’i savundu Fenerbahçe. Sakatlıklar ve duraksamaların da etkisiyle 45-75 arası nispeten dengeliydi.
TOPU TUTMA ŞANSLARI KALMADI
Ancak Pereira 75’te yaptığı iki değişiklikle kontrolü tamamıyla meslektaşına bıraktı. Tek taraflı üçüncü perde de o dakikada başladı zaten. Son 15’te libero Tisserand’dı. Orta üçlü Gustavo-Crespo-Sosa ile adeta sekizli bir güvenli bloğa döndü Pereira. Ve yalnızca Serdar Dursun’la önde top tutma şansı hiç kalmadı sarı lacivertlilerin. Abdullah Avcı sadece dünkü galibiyet için değil, ilk 9 haftalık performansı için tebrikin büyüğünü hak ediyor. Cesur 11’ler çıkarıyor, hiçbir maçta beraberlikle yetinmiyor. Her değişiklikle içerideki oyunculara skora razı olmadığını kanıtlıyor. 9’uncu haftayı da liderliği hak ederek bitiriyor bence.
Bordo mavililerin attığı 16 gol öncesi atak süresi ortalaması neredeyse 41 saniye. 15 pasla gole gidiyorlar. Hâl böyleyken Trabzon’da bu akşam iki ezeli rakibin iki farklı futbol felsefesinin karşılaşmasına tanık olacağız.
Trabzonspor Teknik Direktörü Abdullah Avcı ile Fenerbahçeli meslektaşı Vitor Pereira bu sezon iki farklı futbol felsefesi benimsediler. Trabzonspor stoperleriyle birlikte rakip yarı alana pasla geçiyor, golleri çoğunlukla sete yerleşerek buluyor. Attığı 16 gol öncesi atak süresi ortalaması neredeyse 41 saniye. 15 pasla gole gidiyorlar. Fenerbahçe’de ikinci dönemini yaşayan Portekizli teknik direktör Pereira ise bir tık daha pragmatik. Direkt oyun aşığı. Kaydettikleri 12 gole ortalama 8 pas ve 27 saniyede gittiler bu sezon. Bugün Trabzon, Fenerbahçe’nin savunma setinde arıza ararken, muhtemelen Pereira’nın gözü de bordo mavililerin tamamlayamadığı hücumlarda olacak.
EN ÇOK AVCI ŞAŞIRTTI
Bu sene belki de spor kamuoyunu en çok şaşırtan hoca Abdullah Avcı... Çok uzun süre çalıştığı Başakşehir’de daha çok güvenli ve pragmatik oyun felsefesiyle başarıya ulaşan deneyimli teknik adam, Trabzon’da hiç alışık olmadığımız kadar fazla risk alıyor. Pozisyon vermekten, gol yemekten çekinmiyor. Yediğinden fazlasını atma odaklı bir strateji benimsiyor. Trabzon kimle oynarsa oynasın giden-gelen, eğlence vaat eden maçlar izliyoruz hep.
TRABZON İLK KEZ HAMSİK’SİZ
Alanya karşısında durum 1-1’ken yaptığı Berat-Gervinho değişikliği çok alışık olmadığımız türdendi mesela. Benzer bir değişikliği Kasımpaşa önünde de yapmıştı, 50’de sahadaki tek defansif orta saha Abdülkadir Parmak sakatlanınca onun yerine Yusuf Sarı’yı sokup Hamsik’i 6 numaraya çekmişti. Tabii ki Abdullah Avcı’nın tüm bu cesur değişiklikleri yapabiliyor olmasının önemli sebeplerinden biri Hamsik’in varlığı. Onun oyun zekası ve görüşü. O olduğunda, onun saha içinde ekstra bir yönetmen gibi davranacağını ve arkadaşlarını doğru yönlendireceğini biliyorsunuz. Bugün Trabzonspor ilk kez Hamsik’siz bir sınav verecek ligde.
YÜKSEK İHTİMAL SİOPİS ÇIKACAK
Hamsik’in yokluğunda Avcı’nın iki farklı opsiyonu var: Birincisi merkezde Berat-Siopis’i ikili kullanmak. Yaratıcılığı sekteye uğratacak ama geçirgenliği de azaltacak bir formül bu. Fenerbahçe’nin geçiş hücumlarında ne kadar etkili olduğu düşünülürse Siopis’in başlama ihtimali yüksek. İkinci ve daha düşük ihtimalli seçenekse merkezi Berat-Abdülkadir Ömür-Bakasetas’la kurmak. Ama bunun geçirgenliği yüksek bir orta saha olacağı da kesin.
Aykut Kocaman, Başakşehir’in başındayken ligde iki kez teknik adam değişikliği yapan takımlarla oynama şanssızlığı yaşadıklarını söylemişti. Hoca değiştiren takımlarda otomatik bir kıpırdanma oluyor ve Başakşehir’in bu dezavantajı yaşadığını iddia ediyordu Aykut Hoca. Dün hikayenin diğer tarafındaydı Başakşehir. Teknik adam değişikliği sonrası kıpırdanan Başakşehirlilerdi bu kez.
CHADLi FARKI GÖRÜLDÜ
Belözoğlu, Karagümrük’e 3-1 kaybeden savunma dörtlüsünü Lima dışında tümüyle değiştirdi. Caiçara takıma, Epureanu 11’e döndü. Ponck’un sağ beke devşirildiği günlere göre daha tutarlı bir Başakşehir savunması izledik gerçekten de. Emre Hoca’nın yaptığı bir diğer rötuş da merkeze Chadli enjeksiyonuyla pas kalitesini artırmaktı. Orta sahada Tolga-Mahmut-Ndayishimiye’nin ikisinin ilk 11’de başladığı günlere göre bir doz daha yetenekliydi tabii ki bu merkez üçlüsü. Bu dönüşümün ödülünü de ilk 45 dakikada aldılar. Beşiktaş’ı sürekli önde karşıladılar. Sıkça pas hatasına zorladılar ve soyunma odasına da galip gittiler.
ŞAHİN RİSK ALDI
İkinci yarının başında Murat Şahin risk aldı. 46’daki Teixeira-Larin takviyesiyle işler 30 dakikalığına da değişmişti aslında. Batshuayi maç boyunca siyah-beyazlıların en iyisiydi. İlk devrede bir baskısıyla gole yaklaşmıştı, ikinci devrede de yaptığı presle Teixeira’nın golünde rol oynadı. Ancak Beşiktaş’ın 45-85 arası yaptığı gibi atak sürekliliği sağlıyor, oyunu tümüyle rakip yarı alana yığıyorsanız, atakları bir şekilde tamamlamanız gerek. Autla, kornerle, taçla... Ataklarınızı tamamlayamazsanız, geçiş hücumlarıyla fatura ödemeniz doğal. Başakşehir ligin en derin kadrolarından birine sahip. Dün kulübede oturan Gulbrandsen, Zulj, Aleksic ve Ravil’in Süper Lig’de 4 büyük dışında tüm takımlarda ilk 11’de oynayabilecek seviyede olduklarına inanıyorum ben. Zaten Gulbrandsen de geçiş hücumlarıyla büyük fark yarattı, acı bir fatura ödetti Murat Şahin’e.
Dün iki takımın ikişer gol attığı ikinci devrenin bu güzel maçın doğal akışı olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş’ın sahadan puansız ayrılma sebebiyse ilk devredeki temposuzluğuydu.
BİR OFSAYT ANLAŞMAZLIĞI
VAR’ın hayatımıza girmesiyle birlikte yaşanan en önemli değişimlerden biri ofsaytta. Artık yardımcı hakemler kolay kolay bayrak kaldırıp hücum kesmiyorlar, genelde bitmesini bekliyorlar. Ancak Türkiye’de bu konu biraz yanlış anlaşılmış durumda. Dün 14’te Batshuayi’nin düştüğü gibi birkaç metrelik net ofsaytlarda beklememeliler, oyunu kesmeliler. Sakatlık vs. türlü handikabı olabilir o anlamsız beklemenin.
Emre Belözoğlu'nun ggeçen sezon Fenerbahçe'de yarattığı en önemli dönüşüm, ilk 11'deki kaygı oyuncusu sayısını azaltıp gol-asist hayali kuran adam sayısını artırmaktı. Başakşehir'de de bu malzeme var. Orta vadede yaratacağı dönüşüm bu olacaktır muhtemelen. Sergen Yalçın'ın da Beşiktaş'ta aslında bir buçuk yılda ulaştığı konum o.
SERGEN YALÇIN ÖREREK İLERLEMEK İSTİYOR
Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ının çok rahat tanımlanabilir, kolay anlaşılır bir oyunu var. Stoperlerden başlayarak birinci-ikinci ve ikinci-üçüncü bölge geçişini pasla yapmak istiyorlar. Özellikle Welinton’un ilk geçişte kritik bir rolü var. Geçtiğimiz sezon ligin rakip yarı sahada en fazla isabetli pas yapan üçüncü oyuncusunun bir stoper (Welinton) olması büyük iş.
Sergen Yalçın geriden uzun metrajlı vurmayı benimsemiyor, örerek ilerlemek istiyor, bu noktada da Welinton onun için önemli bir aksam. Bu arada geçen sezon Süper Lig’in rakip yarı sahada en fazla isabetli pas yapan diğer iki oyuncusunun Atiba ve Josef olduğunu eklemek gerek.
RAVİL, BELÖZOĞLU'NUN DA VAZGEÇİLMEZİ OLACAK
Aslında Emre Belözoğlu da 10 maçlık Fenerbahçe periyodunda benzer bir anlayış benimsemişti. Erol Bulut dönemine göre topla oynama yüzdesini 10 puan artırmış, bir büyük takım davranışı sergiletmişti sarı-lacivertlilere. Başakşehir de Aykut Kocaman’la geriden pasla çıkan bir takımdı. Bence bu çıkışta en kritik adam genç Ravil Tagir. 2003 doğumlu stoper bu sezon 5 maça başladı, muhtemelen Belözoğlu'nun da vazgeçilmezi olacak.
Bence Belözoğlu daha önce birlikte oynadığı Epureanu’nun da deneyiminden faydalanmak isteyecektir. Moldovalı stoper, Kocaman döneminde gözden düşmüştü bu sene.
Yedinci dakikaydı. Korner kullanıyorlardı. Savunma planımıza baktım. Dörtlü iki hat halinde alan savunması yapıyorduk. İlk hattımız doğal olarak bekliyor; Çağlarlar Merihler, esas adamlarımız o hatta. İkinci hattaysa eşleşmeler oluşmuş: 1,98’lik Uldrikis’le Berat eşleşmiş. 1,87’lik Gutkovskis’i de 1,73’lük Kerem savunuyor.
İlk 20’de 6 korner kullandılar, üçünde vurdular. İkisi tehlikeli oldu. Birini çizgiden çıkardık. Hemen her kornerde Gutkovskis ve Uldrikis’ten biri temas ettiler topa. Ki biz bu Letonya takımından Türkiye’de de iki duran top golü yemiştik. Ve o iki duran topta da indiren adam Uldrikis’ti.
iLK YARIDA BERBATTIK
Letonya bu grupta 8 maç oynadı. Hollanda’ya karşı iki maçta yüzde 22 ve 24, Norveç’e karşı yüzde 30, bize karşı yüzde 36, Karadağ’a karşı yüzde 38 ve 39 topla oynamışlardı. Norveç’e karşı bütün bir maçta iki, Hollanda’ya karşı dört şut fırsatı bulmuşlardı. Bize karşıysa dün ilk devrede yüzde 65 topla oynadılar. Toplam değeri 8 milyon Euro olan Letonya, 300 milyonluk Türkiye’ye karşı ilk devrede yüzde 65 topa sahip oldu. Çünkü topu bir türlü yere indiremedik. Seri pas trafiği yakalayamadık. Havada üstünler. Ve biz de kazandığımız topları anlamsız şekilde şişirdik.
Bu berbat ilk devrenin sonunda muhakkak 2-3 değişiklik yaparız diye umduk. Olmadı. Sol açığımız Kerem, rakip sağ bek Savalnieks’i ilk devrede yıldızlaştırmıştı. İkinci devrede de golü öyle yedik. Zeki kötü bir devre oynadı. Orkun da öyle. Ama hepsi başladılar ikinci yarıya. Nihayet 65’te oyuncu değişikliği yapmayı akıl ettik. Maça da o dakikada başladık ancak.
SERDAR’I DEVREYE SOKUNCA...
65’te 4-4-2’ye dönüşle birlikte büyük takım davranışı sergilemeye başladık. Beklerimiz hücumu kalabalıklaştırdı, risk aldık. Letonya stoperleriyle baş edebilecek bir adamı, Serdar Dursun’u devreye sokunca önde top tutmaya başladık. Şu son yarım saati görünce ah vah ediyor insan: Kadıköy’de de son yarım saatte 4-42’ye dönemez miydik? Şu korkunç kaygılı ruh halinden çıkabilmemiz için Letonya’da dibe vurmamız mı gerekliydi? Keşke son 5 maçta şu riskleri alabilseydik cesaretle.