Cuma akşamı Kasımpaşa-Konya maçı nefes kesti, galibiyet dört kez el değiştirdi. Cumartesi öğle seansında Malatya-Antalya maçını heyecanla izledim, 32-33 yaşlarında iki futbolcu/menajerin kapışması heyecan vericiydi. Pazar gündüz Assombalonga’nın şovu vardı, genç hakem Kadir Sağlam da umut verdi. Ardından adeta laboratuvarda moleküllerine ayrılıp incelenebilecek bir Alanya-Trabzon maçı izledik. Dün akşam Kadıköy’de çok iyi bir müsabaka izlediğimizi söyleyemem, ama iki sebeple mutlulukla izledim bu maçı.
FENERBAHÇE SAVAŞMALI
Birincisi, Avrupa kupaları bileti kovalayan iki takımın da galibiyet iştahıyla oynamaları. Fenerbahçe’nin perşembe günü Prag’da oynayacağı maç için dün ligde rotasyon yapmasını da olumlu buldum. Evet Slavia ilk maçta Fenerbahçe’yi sürklase etti, ama artık deplasman golü uygulaması olmadığına göre rövanşta 1-0 ya da 2-1 de eşleşmeyi uzatmaya taşımaya yeterli olacak. Bunun için savaşmalı sarı lacivertli takım.
GÖSTERiŞSiZ BiR IŞILTISI VAR
Beni ikinci ve esas mutlu eden detaysa üç genç oyuncunun, Selimcan, Çağtay ve Arda’nın uzun süre sahada olmalarıydı. Selimcan ve Çağtay iyi oynadılar, umut verdiler. Arda içinse ayrı bir parantez açmak lazım: Gösterişsiz bir ışıltısı var genç adamın. Göz alıcı bir sadelik. Faul yaptığı rakibini yerden kaldırıyor. Kendisine faul yapıldığında hemen kalkıp atışı kullanma derdinde. Haksız kazanç peşinde değil. İlk penaltı vuruşu öncesi tüm tribünler onun ismini haykırırken mahcubiyetle yere bakışını da sevdim, gol sonrası Serdar Dursun’u ilk kutlayan olmak için koşturmasını da. Dört gün sonra 17 yaşına giriyormuş genç adam. Umarım önümüzdeki 15-20 yıl onu konuşuruz, onu yazarız. Sadece iyi futbolcu değil, aynı zamanda ahlaklı bir birey, iyi bir vatandaş olarak da faydalı olur Dünya’ya.
NAZAR DEĞMESiN SANA
Arda'yı dün öne çıkaran unsurlardan biri de sorumluluktan kaçmamasıydı. İlk devrede 11 kez ikili mücadele kazanmış. Kendisine 4 faul yapılmış, 4 de başarılı çalım denemesi olmuş. Topu her ayağına aldığında dripling deniyor. Ürkmüyor, cüret ediyor her şeye. Nazar eğmesin sana genç adam.
Beşiktaş’ın bu sezonki oyununun dört ana arteri yani kanı kalpten diğer organlara taşıyan ana damarı var: Pjanic, Ghezzal, Rosier ve Rıdvan... Eğer bu dördü sahada olmazsa kan yine damarları dolaşıyor, ama yavaş ve hedefsiz.
Dün Beşiktaş’ın ana top dağıtıcı dörtlüsünün üçü sahada yoktu, ev sahibi ekip ilk 1 saatte topa sahip olsa da oyunu anlamlandıramadı. Böyle bir maç, ya bir Ghezzal sihriyle ya da bir duran topla çözülecekti. Öyle de oldu. Dünkü maçın 4 dakikalık özeti yapılsa bunun 3 dakikası muhtemelen Ghezzal’in ortalarından üretilen pozisyonlardan ibaret olacaktır.
GEÇEN SEZONLA BAĞ KOPTU
Beşiktaş bu sezon başında kalbini, hem bir numaralı bitiricisi, hem de bir numaralı oyun kurucusu Aboubakar’ı kaybetti. Aboubakar’ın yeri doldurulamadığı için geçen sezonla bağ koptu, Batshuayi-Larin’in de düşük konsantrasyonlu futbolları düşüşü hızlandırdı. Dün santrfor bölgesinde başlayan Güven’den umutluydum ancak genç oyuncunun çeviklik-çabukluk çalışmaları yapması lazım.
Güven saklanmıyor, gizlenmiyor. Topla kritik noktalarda buluşuyor, sadece bitirmek değil, başlatmak için de çabalıyor. Bence oyunu anlıyor, boşlukları doğru yorumluyor. Ancak çok kritik bir eksiği var: Çok yavaş... Biraz daha hızlanması gerek. Hızla kastım asla uzun mesafe koşuculuğu değil, süratli olmak değil. Çabuk olmak. Çabuk davranmak. Güven hızlı düşünüp, yavaş uygulayan bir futbolcu.
ViDA DAHA ÖNCE DE ATABiLiRDi
Altay’ın Vida’dan 64’te yediği gole de bir parantez açmak lazım... Vida 58’de zaten bomboş pozisyonda bire bir aynı golü atacaktı, top omzuna çarptı. 64’te attı. Çünkü aynen Beşiktaş gibi Altay da alan savunması yapıyor. Lakin golleri alanlar değil, adamlar atıyor!
İddialıyım, Türkiye’de teknik adam ve kadro istikrarı olmayan hiçbir kulüp alan savunmasını beceremez. Onlar kornerlerde havayı savunurken, arkadan gelenler atmaya devam edecekler golleri.
Tisserand, Altay, Szalai, Altay, Szalai, Altay, Nazım, Altay, Tisserand... İkinci yarının büyük bölümünü geride bu pas ritmiyle geçirdi Fenerbahçe. Stoperler ve kaleci kendi aralarında paslaşıyorlar; ancak iki-üç kişilik Slavia baskısına karşı ne yapacaklarına dair tam olarak bir fikirleri yok! Aslında maçın özeti de burada gizli: Fenerbahçe’nin denemeleri var, Siavia’nın fikirleri... Fenerbahçe’nin iyi futbolcuları var, Slavia’nın iyi bir oyunu. Fenerbahçe’nin umudu var, Siavia’nın kurgusu. Zira Fenerbahçe’nin kulübesinde futbolculara abilik yapması için getirilen bir camia evladı var, Slavia Prag’ınsa harika bir teknik direktörü...
Sakın Vitor Pereira ile İsmail Kartal’ı kıyasladığım zannedilmesin. Pereira bence yetersiz bir teknik direktör performansı sergiledi, ancak Fenerbahçe yönetimi onunla yolları ayırıp daha da kötü bir tercih yapmayı başardı! Pereira ile yollar ayrıldığında ligin bitimine daha 21 hafta vardı. Yani kazanılabilecek 63 puan vardı ortada. En azından lig ikinciliği hedeflenebilirdi. Ayrıca Türkiye Kupası ve UEFA Konferans Ligi macerası da sürüyordu. Bir takımın üç cephede de hedefleri sürüyorken, önünde 30 küsur müsabakalık dev bir fikstür varken göreve geçici bir teknik adam getirilmesi tuhaf bir karar. Bu tuhaflığın bedeli de sadece bir ayda üç cephenin bir buçuğunun kaybedilmesiyle ödendi bile...
TRPiSOVSKY’Yi ÖNERMiŞTiM
Slavia önceki sezon en iyi iki oyuncusunu, Soucek ve Coufal’i Premier Lig’e gönderdi. Bu sezon başında yine en iyi iki futbolcusu, Sima ve Zima’yı sattı. Yetmedi, bu Ocak’ta takımın yine en iyi iki futbolcusunu, Stanciu ve Kuchta’yı gönderdi. Belki bugün ellerinde yıldız futbolcular kalmadı, ama çok iyi bir teknik direktörleri var. Bir süre önce bir büyük kulüp başkanı benden teknik direktör önerisi istediğinde ona Trpisovsky’yi söylemiştim. Almamışlardı. Oysa bir futbolcuya 3-4 milyon Euro vermektense, o maaşla üst düzey bir teknik adam istihdam edilmesi, bir takımın kaderini tümüyle değiştirebiliyor. Dünkü sonucun da tek nedeni bu bence: Teknik direktör farkı.
Transfer bir mühendislik işi. Dünya üzerinde bazı büyük kulüpler, kaynaklarını uluslararası oyunculara yatırmayı tercih ederler. Bazılarıysa kendi liginin kaynaklarını da ıskalamaz. Mesela Alman Ligi’nde parlayan hemen her iyi oyuncunun bir sonraki durağının Bayern Münih olacağını biliriz. Fransa’da PSG son dönemde hedef kulüp. İtalya’da da mesela Vlahovic’in rotasının Juventus olması sürpriz değildi hiç kimseye. Çünkü Juventus uzun zamandır Serie A’da sıçrama yapan futbolcuların hedef kulübü.
TRANSFERLERİN İSABET YÜZDESİ ÇOK YÜKSEK
Trabzonspor son dönemde transferde yaptığı hamlelerle Süper Lig’in kaynaklarını en iyi kullanan kulüp konumunda. Bakasetas hep oradaydı ama onu Alanya’dan getiren Trabzon oldu. Visca herkesin gözünün önündeydi, onu da Başakşehir’den Trabzon koparttı. Berat, Siopis, Dorukhan, Yusuf gibi birçok örnek daha ekleyebiliriz bu listeye. Trabzon’un bu yılki zirve hikayesinde transferdeki isabet yüzdesi çok çok önemli bir faktör.
İKİ FUTBOLCUNUN KARİYER ÖYKÜLERİ ÇOK BENZER
Tabii ki tüm bu transferler için de Visca’ya ayrı bir parantez açmak lazım. Süper Lig’in Totti’si gibi görüyordum ben onu. Nasıl Totti pekalâ çok daha zengin takımlarda oynayıp, çok daha büyük maaşlar kazanabilecekken Roma’da kalıp tek bir Serie A şampiyonluğuyla yetindi; Visca’nın da öyküsü biraz öyleydi aslında. Ama 2022’nin başında değişti bu hikâye: Visca’nın Trabzon’a geçişi, adeta Totti’nin Juventus’a geçmesi gibi bir etki yaptı Süper Lig’e. Son üç maçtaki üç galibiyetin, şampiyonluk yolunda çok kritik Galatasaray ve Konya zaferlerinin aslan payını sırtladı Visca.
GALİBİYETİ SONUNA KADAR HAK ETTİ, TEBRİKLER
Tabii ki sezonun en kritik maçına 5 ofansif oyuncuyla çıkıp, 2-0’ı bulana kadar bunlardan birinden dahi feragat etmeyen Abdullah Avcı’yı alkışlıyoruz avuçlarımız patlayıncaya kadar. Cornelius, doldurulması çok zor bir çift kramponun, Sörloth’un kramponlarının içini doldurdu. Abdülkadir’in ilk golde topu bırakışı, Nwakaeme’nin ikinci goldeki dansı muazzam. Bordo mavili ekip her hattıyla formdaydı, maçın hemen her anında akılcıydı, sonuna kadar da hak etti bu galibiyeti. Tebrikler Trabzonspor’a.
Dünkü Kayserispor’un neredeyse bire bir aynısını salı akşamı Türkiye Kupası’nda Kadıköy’de izlemiştik. Salı akşamı Hikmet Karaman, takımı 10 kişi kaldıktan sonra stoper ikilisini Hosseini-Mert Çetin yapmış, ön liberoya Attamah’ı, sol açığa da Cardoso’yu koymuştu. Dün de Galatasaray karşısına neredeyse aynı takımla çıktı. Yine oyunu büyük ölçüde kendi yarı alanlarında kabul ettiler. Yine topu rakiplerine bıraktılar ve hızlı çıkma fırsatı kolladılar.
F.BAHÇE MAÇI GiBi... TOPA SAHiP OLMAK YETMEZ
Yalnız dünün tanıdık gelen tek oyunu Kayseri’ninki değildi. Galatasaray’ın da dünkü görüntüsü aslında büyük ölçüde Fenerbahçe’nin salı akşamını andırıyordu. Yine topa sahip olan taraf İstanbul takımıydı. Ancak topa sahip olmak tabelaya sahip olmak için yeterli değildi. Galatasaraylılar topu genellikle yavaş çevirdiler, 55-65 arasındaki hareketli bölüm dışında yaratıcı değillerdi. Gomis sahadayken ciddi bir tehditti, ancak ona tam anlamıyla ayak uydurabilen başka bir Galatasaraylı çıkmadı sahneye. Galatasaray’ın dünkü görüntüsünü üç ayrı başlıkta inceleyebiliriz:
2010-11’DEKi BARIŞ-AYHAN MUSTAFA SARP GiBi!
1- Bu orta saha modeli, Torrent’in oynatmak istediği oyuna uygun değil. Galatasaray’ın 2010-11 sezonunda benzer bir orta sahası vardı, BAM diye anılan... O sezon Barış-Ayhan-Mustafa Sarp’ın çabaları saygıdeğerdi ama yaratıcılıkları eksikti, bu sezon da BETA (BerkanTaylan) ikilisinin öyküsü benzer. Berkan-Taylan’la oynanan şey, futbolun BETA sürümü sanki. Bir güncellemeye ihtiyaç var gibi.
2- Üç yerli sınırı elbette Torrent’in elini kısıtlıyor. Berkan-Taylan’ı bu yüzden oynatmak zorunda kalmış olabilir. Ancak dün pekalâ Babel-Van Aanholt yerine Halil-Ömer’le başlayabilirdi İspanyol teknik adam. Böylece merkezde Pulgar-Cicaldau’yu kullanabilirdi.
3- Elbette Galatasaray’ın tek sorunu merkez orta saha değil. Sahada net bir özgüven eksikliği de var. Kerem’in ilk 1 saatte yaptığı top kayıpları bunun net bir göstergesi. Pena ve Gomis’in katılımının bir özgüven artışı sağlayacağı kesin. Dün Gomis sahadayken modu değiştirdi bayağı. Pulgar’ın ilk 11 başlaması da etkileyebilir ritmi.
Malumunuz Ali Koç dönemi Fenerbahçe’si nedense her sezonu iki ayrı bölüm gibi oynuyor: Bu sezon Apertura (açılış) Ligi’nde hoca Vitor Pereira, formasyon 3-4-2-1’di. Clausura (kapanış) Ligi hocasıysa İsmail Kartal. Onun tercih ettiği formasyon 4-2-3-1... Değişen sadece formasyon da değil. Anlayış farklı, oyuncuların pozisyonları farklı, oyun farklı. Her şey bir kez daha sil baştan...
ÜRETiM YAPAMADI, ŞAŞIRTMADI
İsmail Kartal, belli ki Başakşehir maçı 2. yarısındaki silik görüntüden rahatsız olmamış ki Kayseri önüne hemen hemen aynı anlayış ve aynı oyuncularla çıktı: En uçta Berisha, on numarada Ozan, sağ açıkta Samuel’le... Bu oyunculardan kurulu ön taraf Başakşehir maçı 2. devresinde hiçbir şey üretememişti; Kayseri karşısında da şaşırtmadılar. Kayseri’nin çeşitli sebeplerle 10 oyuncusu eksik olmasına, üçüncü kaleciyle sahaya çıkmalarına, oyunu tamamen kendi yarı alanlarında kabul etmelerine rağmen Fenerbahçe 45 dakika boyunca yine herhangi bir üretim yapamadı. Topa sahip oldular ama Mert Hakan’ın bireysel çabaları dışında ön tarafta net bir aksiyonu yoktu sarı-lacivertlilerin.
NET BİR PLAN YOKTU
İkinci devrede Kayseri 10 kişi kalınca İsmail Kartal ön tarafta farklı denemeler yaptı: Önce on numaraya Ozan’ın yerine Pelkas geçti. Sonra Pelkas kanada kaydı, Serdar Dursun’la santrforları ikiledi Kartal. Ardından Samuel’i beke kaydırıp, ön tarafa Rossi enjeksiyonu yaptı. Bu değişiklikler ev sahibi ekibi bir miktar hareketlendirse de ortada net bir oyun aklı yoktu. Net bir plan yoktu. Oyun tamamen kenar ortalarına döndü son yarım saatte. Berisha ve Serdar havada yarım fırsatlar yakalasalar da tehlikeye dönüştüremediler bu ortaları.
TEBRİKLER HİKMET KARAMAN’A
Dün İsmail Kartal takımının can çekişen oyununa kenardan herhangi bir pozitif tesir yapamazken, devre arası yaptığı üç değişiklikle takımını canlandıran Hikmet Karaman’ı tebrik etmek lazım. Durağan Abdülkadir Parmak’ın yerine giren Attamah hareket kattı. Cardoso da kontrataklara can verdi. Ve bu doğru müdahalelerin ödülünü biraz da şansın yardımıyla aldı Hikmet Karaman.
Eğer Pep Guardiola, dün Alanya’da sahaya çıkan iki Guardiolasever hocanın oyununu izleseydi, Atatürk’ün şu vecizesini mırıldanırdı herhalde içinden:
“Beni görmek demek, muhakkak yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız bu kâfidir.”
Dün sahadaki iki takımdan Pep Guardiola oyununa daha çok benzeyen taraf Alanya’ydı zira.
iKi HOCANIN FELSEFELERi FARKLI
Dün Alanya’da sahaya çıkan iki teknik adamın benzer bir oyun felsefeleri var: Kaleciden başlayarak pasla oyun kurmak istiyorlar. Rakiplerini üstlerine çekmeyi, savunmada bir dengesizlik yaratmayı deniyorlar. Ve rakipleri topa sahipken de üçüncü bölgede pres yapıyorlar. Tabii ki bu oyunu oynamak için ona uygun futbolcularınız olmalı. Dün Alanya’nın savunma göbeğinde Milunovic, Mevlja ya da Awaziem değil 2000’li Furkan’ın seçilmesinin bir sebebi var mesela. Ya da merkezde Novais’le Efkan’ın oynamasının.
ALANYA’NIN MUHTEŞEM PRES DUVARI
Dün Galatasaray neredeyse geriden oyun kurmaya her kalkıştığında Alanya pres duvarına çarptı. Berkan-Taylan ikilisiyle birinci-ikinci bölge geçişi sağlanamadı; oysa mevkidaşları Novais-Efkan mükemmele yakın yaptılar o işi. Torrent’in merkezde Berkan-Taylan tipi oyuncuların sayısını minimize etmediği sürece de Farioli’nin Alanya’ya oynattığı oyunu, yani Guardiola’ya öykünen birinci-ikinci bölge pas geçişini sağlaması mümkün değil.
TORRENT YEPYENi BiR METOT BULMAK ZORUNDA
Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumu anlamak için, sadece son 18 ay içinde, sadece iki pozisyonda yaşanan türbülansı hatırlamak yeterli bence: 2020 yazında Fenerbahçe’de göreve ErBaol Bulut getiriliyor. Takımdaki tüm bekler Dirar, Isla ve Hasan ayrılıyorlar. Dört bek transfer ediliyor: Gökhan, Caner, Nazım, Novak... 2021 yazında göreve bu kez Pereira geliyor. Belözoğlu periyodunda sağ bek kullanılan Ozan dahil hiçbir beki beğenmiyor. Beş bek alternatifinin üçü takımdan ayrılıyor, ikisi yedek oturuyor. Pereira kanat bek olarak devşirme Ferdi ve Samuel’e dönüyor. Şu anda 2022’nin şubat ayındayız. Görevde İsmail Kartal var. Hafta içinde muhabirlerle yaptığı kahvaltıda Ferdi ve Samuel’i bek olarak görmediğini, mecbur kalmadıkça onları açık olarak kullanacağını söylüyor. Ve başkandan bek transferi talep ediyor.
SUÇ ALi KOÇ YÖNETiMiNDE
Bakınız sadece 18 ayda, sadece iki pozisyonda yaşanan kargaşa bile Fenerbahçe’nin bir FUTBOL HAFIZASI, bir organizasyonu, bir kulüp stratejisi olmadığını kanıtlıyor. Bir takıma her gelen teknik adam 20 oyuncu gönderip, 20 oyuncu alamaz. Bir takım teknik adam değişikliği yaşasa dahi bir hafızası olur, hoca değişti yine her seferinde her şeyi sil baştan yapamazsın. Kazanımları yok sayamazsın. Suç bugün Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışan Kartal’da değil. Suç Belözoğlu yönetiminde şampiyonluk yarışı yapan takıma sıfır saygı duyup, Pereira’ya her şeyi yıkıp-yeniden yapma yetkisi veren Ali Koç yönetiminde.
GOL ATSAYDI SÜRPRiZ OLURDU!
Dünkü maçın öyküsünü ise tek bir değişiklikle özetleyebilirim: Fenerbahçe dünkü maça 4-2-3-1 başladı. On numara oynayan İrfan sakatlanınca o pozisyona Ozan Tufan girdi. Orta üçlü Crespo-Sosa-Ozan oldu. Kenarda hem milli takımında hem de son kulübü Tigres’te defalarca ikinci santrfor olarak oynayan Valencia varken, Serdar Dursun’la çift santrfora dönülebilecekken Ozan Tufan oynadı on numara rolünde. Fıkra bu kadar!
Sağ açıkta Samuel’li, on numarada Ozan’lı, en uçta Berisha’lı yetenek küpü(!) Fenerbahçe’nin Başakşehir’e gol atması sürpriz olurdu bence. Atamadılar zaten.