Paylaş
Gelişen ülke paraları geçen haftayı yoğun baskı altında geçirdi. Çin’den gelen olumsuz haberler, Avrupa Merkez Bankası’nın gevşek para politikasını ilave alımlarla daha da gevşetme olasılığı, artan ölçüde çalkantılar içine giren gelişen ülkelerin artık küresel büyümeye de tehdit oluşturmaya aday olması ve tabii ki Fed’in yaklaşan faiz artırım olasılığı ana gündem olunca, Türk lirası dolara karşı dün sabah 2.97’den açılıp 2.9980’e yaklaşıp sonra yeniden 2.9750’ye gerilerken gün sonunda 3 TL’e dokundu. Türkiye gibi bu potansiyel gelişmelere hazırlıksız tüm gelişen ülke paralarında, bu dalgalanma izlendi.
Fed’in faizi ne zaman artıracağı, dün açıklanan veriye çok fazla önem atfedilmesine yol açtı. Nedeni, Temmuz’da yapılan Fed toplantısından çıkan açıklamada ‘işgücü piyasasında biraz daha iyileşme sağlanmasına’ atıfta bulunulması idi. Ağustos başındaki yüksek istihdam verilerinden sonra mali piyasalar gözünü dünkü verilere dikmişti. Gelen sonuç, Fed’in 17 Eylül’de faiz artırımına bir adım daha yaklaştırdı.
Dün açıklanan verilere göre; ABD’de Ağustos ayında işsizlik oranı önceki aydaki yüzde 5.3’den yüzde 5.1’e geriledi. Bu işsizlik oranı, Nisan 2008’den bu yana en düşük orana işaret ediyor. Ayrıca, tarım dışı istihdam artışı da, ağustos ayında 217 bin beklenirken 173 bin olarak açıklandı. Bu artış son aylardaki 200 binlik artışların altında kaldığı için olumsuz gibi görünse de, önceki aylar için açıklanan verilerin epeyce yukarı güncellenmesi bu fotoğrafı değiştiriyor. Haziran ve Temmuz istihdam verileri toplamda 44 bin kişi yükseltildi.
Saatlik ücretlerdeki artış ise aylık yüzde 0.3 artarak yılık yüzde 2.2’ye geldi. Fed Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, geçen hafta Fed’in faiz artırımına geçmek için enflasyonun yüzde 2’ye gelmesini bekleyemeyeceğini söylemesi de hesaba katıldığında, 17 Eylül’de faiz artırım kararının çıkması sürpriz olmayacak.
İşin karmaşık tarafı şu; yaklaşık bir yıl öncesine kadar ana gündemde sadece ABD’de faizlerin ne zaman artırılacağı ve bundan gelişen ülkelerin nasıl etkileneceği tartışılırken, buna şimdi yavaşlayan Çin, parasal genişlemeyi başlatan ve büyütmesi olasılığı olan Avrupa eklendi. Çoklu bir denklem halini aldı. Hem uluslararası piyasalarda doların değeri dalgalanıyor, hem de gelişen ülke paraları.
Çin’deki sorunlu gölge bankacılık ve ekonomideki belirgin yavaşlama, mali piyasadaki son birkaç aydaki sert düşüş, kur rejiminde değişiklik tedirginliği artırıyor. Çin ekonomisindeki büyümede yıllık bir puanlık düşüş, küresel ekonomide yarım puanlık düşüş yaratıyor. Hele ki şimdilik yüzde 7’lik büyüme hedefiyle giden Çin’in ekonomik büyümesinde yüzde 4’e doğru bir düşüşün, küresel ekonomide 1.5 puanlık düşüş getirmesi işten bile değil. Bu koşullarda ABD’nin faiz artırmasının mümkün olmadığı düşüncesi baskın, ama buna karşılık ‘dünyayı biz kurtaramayız’ düşüncesi de seslendiriliyor. Raghuram Rajan gibi “artık normalleşme olmalı” diyen gelişen ülke merkez bankacıları kadar, bizim Merkez Bankası gibi ‘fed faizi artırırsa biz de normalleşiriz’ diye geriden gelenler var.
Gelişen ülkelerin de kendi aralarındaki temelde benzer, ama ekonomik farklılıklar nedeniyle farklılaşan hikâyeleri var.
Türkiye son bir yıldır, yolsuzluk ve rüşvet skandalından politik bir krizin için girdi. Hukukun üstünlüğü, güçler ayrımı gibi kurumlar yerle bir oldu. Seçim sonuçlarını beğenmeyen siyasetçiler parlamentoda uzlaşma ile sağlanabilecek hükümet kurma sürecini baltaladılar. Yeni bir seçimle, zaten kırılganlıkları ve zayıflıkları olan ekonomi, küresel alandaki bu fay kırıklarının da üzerinde gidiyor.
Türkiye’nin, Brezilya’nın, Rusya’nın, Hindistan’ın, Endonezya, Malezya ve Güney Afrika’nın yolsuzluklar, otoriter eğilimler, politik belirsizlikler, düşen emtia ve enerji fiyatları gibi farklı kombinasyonlarda ortaklaşan sorunları var. Tek hikâyede buluşuyorlar; son 7 yılda rehavet yaratan sermaye girişlerindeki yavaşlama ve reformların acil hali. Gelişen ülkeler için sonu bilinen tek sonuç şu; önünde sonunda kendi bahçelerini düzenlemek, reformlara ve kendi politika çerçevelerine dayanmak zorunda kalacaklar.
Paylaş