Paylaş
Doğru ama eksik. Ekonominin direksiyonunda eski etkisi kalmamış olan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bile “En kötüsü geride kaldı. Şimdi referandum belirsizliği de Türkiye’nin uzun vadeli hükümet yönetim sistemine ilişkin kaygıları da ortadan kalktı. Türkiye artık istikrar bekliyor. İstikrar reformlarla desteklenirse kalıcı güçlü refah artışını getirecek” diyor; toplumun yarısının kaygılarını oy sandıklarına döktüğü günün ertesinde. Bu toplumun yarısını yok sayan bir açı; hem de hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı gibi temel değerlerin kaybının ‘resmiyete’ sokulduğu, tartışmalı bir referandum sonrasında.
Gelişmiş ülkeler, ‘toplumsal sözleşme’ niteliği olan anayasalarında temel demokratik kurumlarına rötuş yaparken nitelikli çoğunluğa dayanırken, Türkiye gibi kutuplaşmış bir ülke “yüzde 50+1” yolunda ilerledi. Marjinal farkla sonuçlanan, ama önemlisi seçim sırasında ‘oyun devam ederken’ yasal kuralın yok sayılması, sonucu tartışmalı kılıyor. Nasıl sonuçlanır bilmiyoruz ama tartışmalı hale gelen bu referandumun, toplumun bir kesiminin gözünde meşruiyetine gölge düştü.
Türkiye gibi ekonomisinin yüzde 60’ının hane halkı tüketim harcamaları, yüzde 30’a yakınının ise yatırım harcamalarına dayandığı bir ülkede, toplumun yarısının istemediği bir siyasal kurumsal değişiklik o kesimin geleceğe dair beklentilerine de, ekonomik kararlarına da yansır. Hele ki GSYH’nın yüzde 62’sini üreten 13 büyük kentte, hani o “yüzde 50+1” olarak bakanların merceği ile bakılırsa çoğunlukla hayır çıkmış durumda ise.
Şurası açık; bu atmosfer içinde, bu anayasa değişikliği tüm itirazlara karşın yürürlüğe girse de 2019’a uzanan süreçte, temel ‘taşıyıcı kolonlar’ olan hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığını sona erdirdiğinden, reform iddiası ekonomide heyecan yaratmaz. Davutoğlu döneminden beri ‘reform’ adı altında topluma sunulan hedeflerin Ankara’nın dehlizlerinde kaybolduğunu da anımsamak gerekiyor. Bunu en iyi bilecek bakan Mehmet Şimşek olmalı.
‘Siyasal istikrar’ olgusunun “yüzde 50+1” olmadığını, kapsayıcılık ve çoğulculuktan geçtiğini de not etmek gerekiyor. İşte bu da artık açık açık IMF gibi kurumların raporlarına da yansıyor.
2017’DE YÜZDE 2.5 BÜYÜR
Hem küresel koşulların bizim gibi ülkeleri daha da sıkıya aldığı bir dönemde, Türkiye de hem yalnızlaşarak içine kapanıyor, hem de toplumun güvensizlik içinde iki ayrı kutup olarak ayrıştığı süreç derinleşiyor. Bu koşullarda ayrışan hane halkının geleceğe bakışı ekonominin bütünü için yüksek büyüme getirmez.
İşte IMF de, Nisan toplantıları öncesinde yayımladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporunda Türkiye’nin 2017 ekonomik büyüme tahmini yüzde 2.5’e düşürdü. Bu oran kasım ayında yüzde 3, şubat ayında ise yüzde 2.9 idi. Şurası açık yüzde 2.5’luk bir büyüme patikası işsizliği artırır.
Türkiye’nin ayrışmasının yansıması IMF raporunda da var. Raporda, “Gelişen ve yükselen Avrupa ekonomilerde ekonomik görünüm görece elverişli; Türkiye haricinde” notu yer alıyor. Rapor, üçüncü çeyrekteki keskin yavaşlamadan sonra, 2017’de yüzde 2.5’luk büyüme sağlayacak ılımlı bir toparlanma öngörüyor. Bunun da güçlü ihracat ve mali teşviklere dayalı olacağını. Yükselen siyasi belirsizlik, güvenlik kaygıları ve TL’nin değer kaybının getirdiği kur kayıplarının artan yükü gibi nedenlerle görünümün “bulutlu” olduğu not edilmiş. Hane halkı olmadan olmuyor.
IMF enflasyonun yıl ortalamasını yüzde 10.1 tahmin ederken, 2018’de de yıllık ortalamanın yüzde 9.1 olacağı not edilmiş. Belli ki IMF, bu para politikası ile enflasyon düşüşü ve TL’de değer kaybının durması konusunda pek umutlu değil.
Bu ekonomik görünüm altında, 2019’daki seçimleri kazanmak isteyen iktidarın reformlara değil, seçim ekonomisine yükleneceği çok açık. Bakan Şimşek’in, hala o koltukta oturacaksa bu yüklenmenin ekonomiye getireceği potansiyel risklere odaklanması hepimiz için iyi olur.
Paylaş