Paylaş
Hiç sektirmeden, zaman geçmeden dün hemen hayata geçmeye başladı. Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, uzunca süredir yapılan uyarılara kulak asmayıp, ekonominin koruma kalkanları olmadan küresel bir fırtınanın kucağına düşüvermesine seyirci kalmış oldu. Şimdi de iç belirsizliğe dış belirsizlik eklenmiş oldu.
Cuma günkü New York borsasının sert düşüşü, dünkü küresel fırtınaya açılış idi. Dün önce Çin’de iki aydır toplam yüzde 30 gerileyen Şanghay borsası resmen ilave bir ‘çöküş’ yaşadı; yüzde 8.5 düştü. Ama Japonya’da Nikkei de yüzde 4.6’lık sert bir düşüşle takip etti. Bunu zaman diliminde Avrupa takip etti; yüzde 6-7’lik düşüşler izlenirken, sonra ABD borsaları yeniden yüzde 4’e yakın ama belli bir anda 1000 puana ulaşan düşüşler gösterdi. Küresel piyasalar kavurucu bir fırtınanın içine düştü.
Tüm bunlar, zaten siyasi belirsizlik içinde mali piyasa göstergeleri bozulmaya devam eden Türkiye’ye de sert yansıdı. İçeride TL’deki değer kaybı; döviz sepeti bazında gün içinde yüzde 3.2 olurken, dolarda yüzde 1.4, euroda yüzde 4.8’lik artışlar oldu. Böylece Mayıs sonundan bu yana kur artışı yüzde 15’i buldu; bu yıpratıcı bir artış.
Tahvil faiz artışı ve borsa düşüşü ise görece daha az sertlikte oldu. Örneğin Avrupa borsaları gün içinde yüzde 6-7 düşmüş iken, Türkiye’de BİST endeksindeki düşüş yüzde 4.2’yi gösteriyordu. Birincisi, özellikle borsada hisse değerlerini dolar bazında kıyaslayan oyuncular ‘ucuzladığı’ değerlendirmesinde bulunuyorlar. İkincisi ise hem borsa, hem de tahvil piyasasındaki düşüşün diğer borsalara göre daha sınırlı olmasının nedeni, Türkiye piyasasındaki enstrüman likiditesinin az olması. Hem satmak isteyen karşısında alıcı bulamayabiliyor. Hem de satmak istedikleri kâğıtları, döviz borçlanmalarında teminat olarak rehinli duran oyuncular var. Bunlar da kâğıt likiditesini azaltan unsurlar arasında. Oyuncular, piyasa risklerini azaltmak için kâğıt satamadıkları için döviz alarak risklerini azaltmak istiyorlar. Bu yüzden 2013 ortasından bu yana, mali piyasada döviz kurunun sert hareket etmesinin en temel nedeni bu.
Döviz kuruna karşı TL silahını kullanmak istemeyen bir Merkez Bankası var. Muhtemelen seçimlere giderken faiz artışının siyasetçilere ‘alerjik’ geleceğini düşünerek kaçınıyor. Oysa piyasa faizleri çoktan arttı. Merkez Bankası yine çok geride kaldı. Küresel fırtınanın çıkış nedenleri arasında gelişen ülkelere dair kaygıların da olduğu hesaba katılırsa ‘seyretmenin’ sonu hiç de hayırlı olmayacak. Bu hareketsizlik Türkiye’nin kredi notunun indirilmesine kapı açıyor. Belki de en önemlisi, bu hareketsizlik; Türkiye’nin dış kreditörler nezdindeki risk algısını yükseltiyor. Bunun en iyi göstergesi; Türkiye’nin iflas riskine karşı sigorta poliçesi niteliği olan ‘kredi iflas takası’ (CDS) kontratlarının fiyatı, ‘yatırım sınıfı’ fiyatının çok üzerinde işlem görüyor.
Ne zaman küresel piyasalar karışsa mali piyasalardaki oyuncular “yok yahu, FED bu durumda faiz artıramaz” diyerek atalet içine girmişlerdi. İşin kötü tarafı; bizim Merkez Bankamız gibi merkez bankaları da bu kafada; “Avrupa karıştı, Çin karıştı, petrol fiyatı düştü, dünya karıştı, FED faiz artıramaz, o zaman da biz saadet zincirini bozmayalım, o gün gelsin bakarız” düşüncesiyle kendi bahçelerini düzenlemekten kaçınıyorlar.
Merkez Bankası kurdaki uç noktalara zıplamaları (overshooting) seyrettikçe, gelinen yerler ‘yeni normal’ olmaya başlıyor. Özellikle 180 milyar dolarlık açık pozisyonu olan şirketler kesimi, en ufak kur gerilemesinde döviz alımı için harekete geçiyor. Böylece, ne gelişmiş ülkelerin parasal normalleşmesine, ne de küresel bir mali fırtınaya hazırlıksız olan para otoritesi, TL’den bu kaçışı normalleştiriyor.
İçerideki belirsizliklere ilave olan bu küresel fırtınanın da bize getireceği olumsuzluk şu; artan iç ve dış mali piyasa oynaklığı, hem ülkeye gelen sermayeyi azaltacak, hem de içeride tüketici güvenini daha da aşağı çekecek. Hele ki ‘B planı’ bile olmayan bir politik tablo ve tam gaz yeni bir seçime giden ülkede işlerin daha da belirsiz ve zor olacağı çok açık.
Paylaş