Paylaş
Ama dolar kuru açılışta 4.6670, en yüksek 4.9282, kapanışta da 4.5485 oldu. Özetle açılışta 26 kuruş (yüzde 5.6) yükselip, kapanışta da en yüksek noktaya göre kabaca 38 kuruş (yüzde 7.8) düştü. Böyle bir çalkantı olması için ülkede çok ağır bir siyasi ya da toplumsal olay olması gerekirdi. Ama öyle bir durum da yoktu.
Tek ama temelden sarsıcı sorun, yatırımcıların seslendirdiği ve uluslararası finansal basına da manşet olan “Türkiye’nin bir merkez bankası var mı?” sorusu idi. Bunun nedeni de Merkez Bankası’nın kur artışına “kopuşa kadar” epeydir seyirci kalmasıydı.
Merkez Bankası çarşamba akşamüzeri olağanüstü yaptığı toplantı ile faizleri 3 puan artırarak yüzde 16.50’ye yükseltti. Bunu da yine Geç Likidite Penceresi denilen kanalın faizini yükselterek yaptı.
Dün de açılışta 4.5419’dan başlayarak bu satırların yazıldığı saatlerde en yüksek 4.7891’e kadar yüzde 5.4’lük yükseliş oldu. Hala çalkantı devam ediyordu.
Soru şu; ekonomide ve mali piyasalarda fiyatlama yapılamaz yere gelinmesi neden beklendi? Neden ekonomiye ve topluma büyük bir bedel ödetildi?
Öte yandan kurların hala yükseliş eğiliminde olmasının nedeni bu itibar kaybı. Hem geç kalıp ekonominin kur şokuna maruz bırakılması, hem de faiz artışının hala geçici bir pencere olan “geç likidite penceresinde” tutulması.
Faiz artışı hala piyasanın gerisinde. Olasılıkla “nasıl olsa 7 Haziran’da rutin toplantı için yine toplanacağız, o zamana kadar bakarız duruma” bakışı ile geride kalma tercih edilmiş olmalı. Ne yazık ki Merkez Bankası öne geçmek yerine, yine piyasanın gerisinde durmayı tercih ediyor. Önce 4 Haziran’da enflasyonun görülmesi, piyasa tepkisinin ölçülmesi, sonrasında piyasaya bakarak davranma tercihi bugünden apaçık görülüyor.
Kredibilite kaybına yeni bir geride duruş ekleniyor.
Döviz kurundaki “panik atak” seviyesinden düşüş olsa da hala kur baskısı kendini hissettiriyor. Neden mi? Döviz kurunu “arşa” taşıyacak kadar uzun beklediğinizde “zararın neresinden dönsen kazançtır” şiarı ile dövizini alıp çıkan yatırımcı, döviz borcu olan sanayici ve tüccar, şirketler dövizlerini alıp gittiler. Bu kesim olasılıkla yüksek maliyetlerle satın aldıkları dövizleri bozdurmayacaklar. Çünkü ihtiyaç için aldılar. Kurun yüksek bir zirveye yere çıkabileceğini gösterdiğinizde, düştüğü her yer alıcıları davet edecektir. Dün olan da buydu.
Durmaksızın artan döviz kurlarını eli kolu bağlı seyrederken, ekonomide tansiyon çok tehlikeli bir yere taşındı; kredi krizi eşiğine. Bu kadar geç kalarak faiz artışı yaptığınızda, “yangını söndürmeye zamanında gelemeyen itfaiye” algısı güçlenir. “Eski normale” dönemezsiniz.
Merkez Bankası’nın geç kalması geriye ağır bir hasar bıraktı. Çarşamba günü “panik atağın” sonucu “yukarı yüzde 5’lik-aşağı yüzde 7’lik-sonra tekrar yukarı yüzde 5’lik” çalkantı, dalgalı kur rejimi geçmişinde görülmüş bir çalkantı değil. “Yangına izin alarak gelen itfaiyenin”, ekonomik birimlerin ileride karşılaşacakları olası bir çalkantıya yine zamanında gelemeyeceği bakışı hep piyasa hafızasında duracak. Bu yüzden de fiyatlama yapmak hep zor ve pahalı olacak.
Kuralları izleyerek iş yapan kurumlar olduğunda ancak kurumlar eski gücüne kavuşacak. Bunun için de siyasetin ve yönetişimin normalleşmesi gerekiyor.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın Londra’ya yatırımcı toplantısına gideceği haberi dün piyasalara düştü. Belli ki bu bir “hasar onarma” seyahati olacak. Sahi nasıl açıklayacaklar son 1 aylık süreci?
Türkiye’nin ödemeler dengesi finansmanı giderek daha fazla biçimde portföy yatırımları çerçevesinde gelen fonlarla yapılıyor. Burada da kur istikrarını sağlayamayan bir Merkez Bankası ve işlevsiz ekonomi yönetiminin Londra’daki yatırımcılara söyleyeceği ne?
Bu derece görülmemiş bir çalkantıda parasının savrulmasını seyreden bir merkez bankası yönetiminin yeni sözünü artık kimse dinlemez. Sarsıntı sonrasında çöküş eşiğinde faiz artıran merkez bankasına, iş bittikten sonra “bankaya destek mesajı” veren siyasetçiyi de.
Paylaş