TÜRKİYE politik bir krizin içinden geçerken, diğer tarafta farklı hikâyelerden güç alan küresel çalkantılar var.
İçeride bir de bunlara eşlik eden ‘düşük faiz’ takıntısı ile yürüyoruz; bu da ülkenin döviz rezervlerini eritiyor.
Bayram öncesi yayımlanan Merkez Bankası bilanço verilerine göre; döviz rezervleri 118.7 milyar dolara inerek, 30 Kasım 2012’den bu yana en düşük seviyesine geriledi.
Yılbaşından bu yana döviz kuru artışı, Euro ve doların yarı yarıya ağırlıkta olduğu döviz sepetinde yüzde 25 olurken, dolarda yüzde 30’u buldu.
Önceki gün Brezilya’da realin sert değer kaybı gözleri yeniden içinde Türkiye’nin de bulunduğu gelişen ülkeler grubuna çevirdi.
Brezilya’da dolar kuru real karşısında birkaç günde yüzde 8’e yakın yükselerek 4.24’e kadar çıktı. Dün Brezilya Merkez Bankası Başkanı Alexandre Tombini’nin döviz rezervlerini kararlı biçimde kullanacağını söylemesi ile dolar kuru yüzde 5.5 gerileyerek 3.93’e geriledi. Tabii Türk Lirası da, işlem görmese de Brezilya Reali ile beraber değer kaybetti. Dolar karşısında 3.0754’e kadar düştü. Sonra TL’de 3.03’e yükseldi.
Brezilya’da, petrol devi Petrobras’ta Cumhurbaşkanı Roussef’in yakın arkadaşlarına kadar uzanan yolsuzluk skandalı ve buna bağlı olarak Roussef’i alaşağı etmek için parlamentodaki çabalar, petrol fiyatlarındaki düşüşle gelen bütçe sorunlarıyla (ilk çeyrekte geliri 71 milyar dolardan 52 milyar dolara düştü) baş etme çabalarını da baltalıyor. Bu yüzden bir ‘demet’ halinde ekonomi sarsılıyor. Brezilya 9 Eylülde S&P’nin indirimi ile ‘yatırım sınıfı’ kredi notunu kaybetti.
Yellen ‘faiz artırımı bu yıl’ diyor
Brezilya şimdilik, birkaç gün önce düştüğü yere geri döndü ama dışarıdaki hava; gelişen ülkelerin, en başta Türkiye’nin potansiyel yeni çalkantılara açık olduğunu da gösteriyor.
Merkez Bankası dün faizleri değiştirmedi. Seçim öncesi yapması zor. Ya kur artışının getireceği sorunlar? Banka, ‘konuşmazsak mutlu oluruz’ havasında; ekonomiye gelecek kur ve enflasyon hasarına razı olmuş görünüyor. Oysa geçen hafta FED eğer faizleri yükseltseydi en çok rahatlayan Merkez Bankası olacaktı. Faiz artırımını ‘sadeleştirme’ ambalajı içine yerleştirebilecekti. Böylece siyasi hışımdan sakınabilecekti. FED gerekçesi ekonomistlerle, piyasa yapıcısı bankalarla yapılan toplantılarda açıkça söyleniyordu da.
Çoklu faiz oranından piyasaya para verme karmaşasına son vermenin adı sadeleştirme konulmuştu. Dünkü açıklamada, daha önce ‘sadeleştirme’ yol haritasında da belirtildiği gibi piyasa yapıcısı bankalara gecelik vadede yüzde 10.25’den para verilen pencerenin kapatıldığı görülüyor. Bunun etkisi çok düşük; ortalama fonlama faizini çok az (3 baz puan) yukarı çekiyor. Aslında geriye kalan yapılacak iş belli; yüzde 7.50 ile haftalık vadede likidite verilen pencerenin faizi yükseltilmek zorunda. Bunun da en az yüzde 9.50-10 seviyesine gelmesi gerekiyor. Geciktikçe daha sert artışlar gerekecek. Ama bir türlü oraya gelinememesinin nedeninin Beştepe’nin duruşu olduğu biliniyor.
Merkez Bankası ne kadar ‘sadeleştirmeyi’ Godot’u bekler gibi beklerse beklesin, piyasa faizi her zaman olduğu gibi önceden yükseldi. Tahvil faizleri yüzde 11’i, mevduat faizleri yüzde 12’yi, ticari kredi faizlerinin ortalaması yüzde 15’i çoktan geçti. Mali piyasalara ‘verim eğrisini yatay tutacağım’ sözü veren Merkez Bankası’nın durumu kurtarmak bir yana, eşitlemesi için bile gecelik faizleri de en az yüzde 12’ye çekmesi gerekiyor.
Esaslı bir sorunumuz var; geçen ayki toplantıdan bu yana TL’deki değer kaybı sürüyor. Döviz kuru son bir ayda yüzde 6.5 arttı. Merkez Bankası ‘meleklerin cinsiyetini konuşur’ gibi yaptıkça değer kaybı devam ediyor. Öyle ki; dünkü açıklama metninde enflasyondaki bekleyişlerin bozulmasına atıf dahi yapılmıyordu. Döviz kuru artışı geri döndürülemez biçimde ilerledikçe, döviz varlık tutma heveslerini de kaşıyor. İlle dolarizasyon için dolar alınması gerekmiyor; dövizle fiyatlanan ne varsa, en başta ithal otomobil satışlarının artması, konut satışlarının fırlaması sürpriz değil.
Seyredilen kur artışı, hem tüketici güvenini en dip noktaya itiyor, hem de enflasyona yansıyarak hane halkının alım gücünü azaltacak. Döviz borçlusu reel kesim ise fena halde bilanço zararı yazıyor, ödemelerde sorunlar karşılıksız çeklerle ekonomiye yansıyor.
Siyaset tarafı malum, ama Merkez Bankası en büyük kumarını oynuyor. Seçime kadar faiz yükseltmeme tercihini kullanırsa potansiyel kötü sonucu büyütmüş olacak; Türkiye’nin yatırım sınıfı kredi derecesini kaybetmesi. Bu ise dövizdeki yangına körük demek olur.
İyi bayramlar diliyorum.
Ekonomik faaliyetlerdeki işleyişin kalbinde olan kredi ve ödemelere dair gelişmeler, gidişatın yönünü anlamamız için bizlere ışık tutar. Banka kredilerde batıkların artması reel kesimin zorlandığının işaretidir. Ancak bu 3 ay geriden gelir; geri ödenmeyen kredinin banka bilançolarına yansıması en az 3 ay alır. Dolayısıyla bunu ‘dikiz aynasından’ görürüz.
Oysa karşılıksız çek gelişmeleri, izleyen ayın ikinci haftasında yayınlanır. Bu şu açıdan önemli; ticari yaşamda ödemeler zincirleme yürür, durumu iyi olan bir firmanın iş yaptığı taraflardan birinin ödeme zorluğuna girmesi, durumu iyi olan firmaların da nakit akışını bozar, temkinliliğe yol açar. İşte buradaki gelişmeler alarm verici.
2012 Şubatından sonra, kesilen çekler karşılıksız çıktığında artık hürriyeti bağlayıcı hapis cezası uygulanmıyor. Ekonomik suça ekonomik ceza ilkesi geçerli. Bu yüzden, ticari muhatabı tarafından kesilen çekleri kabul eden tacirlerin, onların ticari itibarını ve riskini de baştan ölçmüş olmaları gerekiyor. Artık sadece ticari risk ve itibar terazisi geçerli olduğundan, bankalara ibraz edilen çekler ve karşılıksız çıkan çekler, ekonomik faaliyetin ve bunun yönünün iyi bir göstergesi.
2014 yılında bankalara ibraz edilen 23.2 milyon çek yaprağının üzerinde yazan tutarların toplamı tam 601 milyar TL idi. Bunun 673 bin adedi karşılıksız çıktı; üzerindeki tutarların toplamı ise yaklaşık 20 milyar TL idi. Bu kabaca, ibraz edilen çeklerin yüzde 3’ü karşılıksız çıkmış demek.
Türkiye Bankalar Birliği’nin derlediği bilgilere göre; bu yılın ilk 8 ayında bankalara ibraz edilen çek miktarı yüzde 4 gibi düşük oranda artarken, bu çeklerin üzerinde yazan tutarların toplamı yüzde 15.7 arttı. Oysa bu çeklerden karşılıksız çıkanlarının sayısı yüzde 20.8 arttı. Daha fazlası, karşılıksız olanların üzerinde yazan tutarlar yüzde 48.5 arttı. Bu tablo; ticarette alacak tahsillerinde sorunların büyüdüğünü söylüyor. Çeklerin sadece ödeme aracı olarak değil, aynı zamanda ‘vadeli çek’ uygulaması ile taksitlendirme-kredilendirme aracı ve hatta teminat işlevli kullanımı olduğu hesaba katılırsa; birincisi, çekmecelerden yüksek meblağlı çekler bankalara ibraz edilmeye başlanmış, ikincisi de önceki yıla göre fazla sayıda ve yüksek meblağlı çekler karşılıksız çıkmaya başlamış demektir.
8 aylık birikimli veriler, karşılıksız çıkanların ibraz edilenlere oranının çek sayısında yarım puan, çek tutarında ise 1 puana yakın arttığını gösteriyor.
Bir başka dikkat çeken unsur; ibraz edilip karşılıksız işlemi yapılan ama daha sonra ödenen çeklerdeki gelişme ilginç. Karşılıksız çeklerde; karşılıksız işlemi yapıldıktan sonra ödenenlerin oranı, yüzde 30’lardan yüzde 20-25’lere gerilerken, ağustos ayında daha sert biçimde gerileyerek yüzde 8.5’e düştü. Geçen yıl ağustosta, her üç karşılıksız çekin biri, ‘arkası yazıldıktan’ sonra ödenirken, şimdi bu 12’de bire düşmüş. Ödemelerde sorunun iyi bir göstergesi.
Çin’den gelen olumsuz veriler FED’i engellerken karar sonrası dolar 2.97 liraya geriledi.
FAİZ artırma olasılığı yüksek görülen Amerikan Merkez Bankası (FED) dün faizleri artırmadı. FED’in Açık Piyasa Komitesi toplantısı sonrasında yayımlanan açıklamada; işgücü piyasasındaki iyileşmeye eskisine göre daha net işaret edilerek, enflasyonda da komitenin uzun vadeli hedefinin altında seyretmeye devam ettiği vurgulandı. Bunun da enerji fiyatlarındaki düşüşten ve enerji dışı ithalattan kaynaklandığına dikkat çekildi. Ancak asıl nedenin Çin olduğu anlaşılıyor.
Malum, doların güçlenmesi ABD’nin ithalatını ucuzlatıyor. Komitenin açıklamasına yeni eklenen cümlede ise özellikle dışarıdaki gelişmelere işaret ediliyor; ABD dışındaki son finansal ve ekonomik gelişmelerin ekonomik faaliyetleri sınırladığı ve enflasyonu aşağı baskıladığı vurgulanmış. Çok açık; düşük petrol ve Çin’de yuandaki küçük değer kaybı işaret ediliyor. FED faizi ne yapacağına dair metinlerde ise klasik ‘ekonomik büyümeye, işsizliğe ve enflasyona’ bakacağını söyledikten sonra, ilk kez ‘dışarıdaki gelişmelere’ bakacağını da ilave etmiş.
FED’in açıklamasının yanında, ayrıca üç ayda bir ilan edilen ABD ekonomisine dair büyüme, enflasyon ve işsizlik tahminleri yayımlandı. Haziran ayına göre dün yayımlanan eylül tahminlerinde 2015 için ekonomik büyümenin daha yükseğe, yüzde 1.8-2.0’den yüzde 2.0-2.3’e çekildiği gözlendi. 2016 ve 2017 tahminleri ise kabaca binde 1’lik düşüşle sırasıyla yüzde 2.2-2.6 ve 2.0-2.4’e indirilmiş. İşsizlik tahmini ise hazirana göre aşağı çekilmiş; 2015 için yüzde 5.0-5.1 tahmin edilirken, 2016 ve 2017 için yüzde 4.7-4.9 verilmiş.
Enflasyon için (kişisel tüketim tabanlı) 2015’in yüzde 0.3-0.5 arası tahmin yapılırken, 2016’da tahminler binde 1 aşağı çekilerek yüzde 1.5-1.8’e indirilirken, 2017 tahmini yüzde 1.8-2.0’de bırakılmış. Bunun anlamı şu; FED enflasyonun kısa vadede enerji ve ithalat fiyatlarındaki düşüş nedeniyle geçici olduğunu, 2016 ve 2017’de yüzde 2’ye yaklaşacağını düşünüyor.
Dün FED Açık Piyasa Komitesi üyelerinin ‘faiz artırım için uygun zamanlama’ ve ‘tahmini FED faiz seviyesi’ tabloları da ilan edildi. Buna göre, FED’in 17 üyesinden (7’si oy kullanamıyor) 13’ü 2015’de faizlerin artırılması gerekeceğini düşünüyor. 2015’de faiz artırımı yapıldığında faiz nerede olmalı sorusuna verilen yanıtlarda da; FED üyeleri yüzde -0.125 ile yüzde 0.90 aralığında bir tahmin vermişler. Ortanca değer ise yüzde 0.40 olmuş. Dikkat çeken unsur, aşırı ‘güvercin’ bir FED üyesinin ilk kez negatif faiz ‘önerisi’ ya da tahmini yapması oldu. FED’in faiz artırımı kararı alabileceği sadece 2 toplantı kaldı.
EKİM HÂLÂ MASADA
İşte bugün bir belirsizliğin daha sonuna geliniyor; Amerikan Merkez Bankası (FED) bugün akşam saatlerinde faiz artırımı kararı verecek mi? Çok açık iki seçenek kaldı artık; ya bugün ya da en geç Aralık ayında FED faizleri artıracak.
FED’in yakın bir gelecekte faiz artıracağını görenlerin asıl merak ettiği soru; hangi ölçekte ve hangi takvimsel kademede bunu yapacağı. Bence de asıl soru; FED’in bilançosunu, parasal miktarı nasıl ve hangi takvimde küçülteceği, uzun vadede faizleri kestirmek için anahtar nitelikte.
Bugünkü toplantı öncesinde iki kamp belirginleşti; öne çıkanlardan biri, ABD’deki büyük bir fonun yöneticisinin ifade ettiği gibi ‘kırılgan mali piyasaları gerekçe göstererek FED’in bırakın sıkılaşmayı, önce gevşeme yapması gerektiğini’ ileri sürmesi idi. Malum, özellikle ‘hedge fon’ olarak bilinen fonlar, kaldıraçlı mali piyasa riski taşıyorlar. FED’in harekete geçmesi en çok bu fonları etkileyecek. Ayrıca, büyük yatırım bankası Goldman Sachs’ın baş ekonomisti Jan Hatzius da benzer bir talepte bulundu.
Diğer kampta ise FED’in ‘yaptı, yapacak, öteleyebilir’ görünümündeki belirsizliği ortadan kaldırması, yol haritasını da ortaya koyması gerektiğini savunanlar var. Bunların başında da Hindistan Merkez Bankası Başkanı Raghuram Rajan geliyor. Bu kampın talepleri çok yerinde; FED eğer, faiz artırımını düşük dozda yapar ve orta vadede yumuşak bir artış patikasını bugünden belli ederse mali piyasalar o kadar da sarsılmayacak çünkü.
Dün Financial Times’ın 30 ekonomistle yaptığı ankete göre, 14 ekonomist faiz artırım kararının bugün geleceğini beklerken, 4’ü Ekimde, 9’u ise Aralıkta olacağını tahmin ediyor. FED başkanı Janet Yellen ise Temmuz ayında yaptığı bir konuşmada, ekonomideki gelişmeler FED’in beklediği gibi sürerse ‘yıl içinde bir noktada’ faiz artırımının uygun olacağı vurgusu yapmıştı.
Bu kararı en çok merak edenler, gelişmekte olan ülkelerdeki politikacılar, merkez bankaları ve bu ülkelerle ilgili olanlar. Rajan gibi çok itibarlı merkez bankacılar ‘bir an önce belli olsun, sis dağılsın’ havasında iken, herhalde sadece bizim ülkemizde görülen, ABD için değil ama bizim için ‘ötelesin’ kampı daha var. Kamuoyuna ‘tüm iyi işlerin politik iradenin aldığı kararlarla olduğu’ temasını yayan politikacılar, işler kötüye gitmeye başlayınca FED’in ötelemesinde çare ve umut arıyorlar.
2013 Mayıs ortasından itibaren şu biliniyordu; artık FED sıkılaşmaya doğru gidiyordu. Ülkemizde ekonomiyi yöneten politikacılar, ‘o günün hiç gelmeyeceği’ havasında herhangi bir politika önlemi almadan ekonomi politikasını akışa bıraktılar. Şimdi sonuna yaklaşıyoruz.
Ekonomide işlerin yolunda olmadığının en belirgin örneği tuhaf önerilerin birden bire ortalığa dökülmesidir. İki yıldan fazladır yapılan uyarılara karşın, düne kadar ‘ekonomimiz mükemmel’ güzellemesi yapan kimi kesimler, bir gecede ‘devlet bize ucuz para versin, zor durumdayız’ deyiveriyorlar.
Ya da, ekonomide temmuz ve ağustos aylarındaki belirginleşen yavaşlık, bunu daha da derinleştirecek siyasi belirsizlik ve çatışmasızlık ortamının bozulması yetmezmiş gibi, üretim ve gelir kaybına yol açacak öneriler geliyor. Yaklaşan Kurban Bayramı tatilini 9 güne çıkarmak için 21-22 Eylül günlerini tatile çevirme planları ortaya atıldı. Eylül ayında çalışma günü sayısı yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle zaten 2.5 iş günü azalacaktı. Buna 2 iş günü daha ilave edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu, Bakanlar Kurulu kararı çıkarma niyeti olduğunu açıkladı; “Önümüzde Kurban Bayramı var. Ben Kültür ve Turizm Bakanı olarak tatilin birleştirilmesini istiyorum. Bakanlar Kurulu’nda Başbakanımıza arzımız olacak. Sanıyorum ki inşallah gereği yapılır” diyordu.
Bu teklif hayata geçerse 2.5 iş günü kaybedilecek. Böylece, kayıp 2.5 işgünü; yıllık kabaca 252 iş günü üzerinden hesap yapılırsa milli gelirde de kabaca yüzde 1 kayıp demek. Tabii ki kâğıt üzerindeki gibi birebir bu kadar kayıp olmayacak. Ancak fikir vermesi açısından önemli bir üretim ve gelir kaybı olacağı çok açık.
Bakan Topçu tatil uzatmasını “iş turizmi” açısından faydası olacağını düşündüğü için istemiş. Belli ki atanmış bakanın kafası karışık. İç turizme düşük bir katkısı olabilir belki ama ‘iş’ kısmına zararı olacağını kabinede koltuğuna en yakın ekonomi bakanlarından birine sorabilirdi.
Geçen hafta açıklanan milli gelir verilerinden hareketle, eldeki üçüncü çeyrek büyüme verilerini de görece daha iyimser yorumlayarak şu rahatça söylenebilir; Türkiye’nin 2015 milli geliri yaklaşık 700 milyar dolar olacak. Bu, 2014’deki 799 milyar dolara göre, önemli bir satın alma gücü kaybı kadar, uluslararası karşılaştırmalarda da sert bir sıra kaybı demek olacak. Bunun nedeni, yavaşlayan ekonomi ve dolar kurundaki sert yükseliş. Bu yüzden de, 2014’de 10 bin 390 dolar olan kişi başı milli gelir de, 2015 sonunda muhtemelen 8 bin 930 dolar seviyesine kadar düşecek. Bu, 2009’daki seviyesinin biraz üzeri demek. TL bazında reel milli gelir ise büyük bir olasılıkla 2015’in tamamında yüzde 2.5 gibi büyümüş olacak.
Kongreden çıkan ekonomi kadrosu
Ekonomide iş yapanlar da, risk alanlar da bu temel bilgiyi hesaba katmak durumundalar. Döviz kuru aşırı yükseldiğinde, ‘devlet bizim zararımızı karşılasın’ diye ortaya çıkan iş adamlarının basiretli oldukları söylenebilir mi?
Türk Ticaret Kanunu’nda bile ‘basiretli tüccar’ tanımı yapılmış. Ticaretle uğraşanın bilgi, deneyim ve öngörü ile hareket etmesi veri kabul ediliyor. Böylece yasanın ruhunda, tüccarın ticari yaşamda karşılaştığı olumsuz durumu bir başkasına karşı mağduriyet ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacağı vurgusu var.
Bunu en iyi bilmesi gerekenlerin başında gelen İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar, ‘hem dış etkiler, hem de içerideki sıcak gelişmelerle’ kurların yükseldiğin, siyasi iklimin netleşmesi ile bu seviyelerin bir miktar düşeceğini söyleyip reel sektöre destek istemiş. Destek de şu; döviz borçlusu olan ve kısa vadede ödemesi gelen, kur artışı nedeniyle kur zararı olan şirketlere 2.70 kur üzerinden döviz satışı yapılması. Çağlar, bunu söylemeden “biz bu 35 milyar doları borçlanırken, kur bu düzeylerde değildi. Birçok iş adamı hesabını 2.50’ye göre yaptı. Bugün ise dolar 3 lirayı aştı” diyor. Bu transferin bedelinin de 3.5 milyar dolar olduğunu hesaplamış. İkinci öneri de, mikro işletmeler için Halkbank üzerinden yüzde 50 faiz indirimli kredi imkânını Türkiye’deki tüm şahıs firmalarına sağlanması.
2013 ortasından itibaren ekonomideki kırılganlıklara işaret edenler ‘kara tablo çiziyorlar’ diye karalanırken, Çağlar gibi iş örgütlerinin başında olanların görevi de bu tür uyarılara ‘acaba bu kırılganlıklar bize, işimize ne getirir?’ sorgulamasını yapmak değil miydi? Oysa ne yazık ki, TÜSİAD gibi uyarıları yapanlar ‘işinize bakın’, ‘böyle yapacaksınız siyasete, bir partiye girin’ diye karşılanırken, hatta ‘hainlikle’ de suçlanırlarken, o sıralarda aralarında Çağlar’ın da bulunduğu bir kesim ‘güzelleme’ ile meşgul idi.
Ocak ayında EBRD Türkiye’nin ekonomik büyümesine dair tahminini, “Türkiye’yi daha az Rus turistin ziyaret edeceği beklentisinin bunda kısmen etkili olduğunu” belirterek yüzde 3.2’den yüzde 3’e indirdiğinde, İTO Başkanı Çağlar “spekülasyon ile gerçeği çarpıtamazlar” diyerek karşılıyor, ‘Daha az Rus turist geleceği beklentisinin art niyetli’ olduğunu anlatıyordu. Peki, sonra ne oldu? Ocak-Temmuz döneminde birikimli olarak geçen yıla göre 588 bin Rus turist az geldi. Net turizm gelirlerinde de 7 ayda 1.3 milyar dolar kayıp var. Şimdi büyüme tahminleri yüzde 2.5-3 arasına çekildi.