Uğur Gürses

Altın ve döviz rezervleri neden azalıyor?

28 Aralık 2016
SON dönemde çok sevdiğim bir söz var: “Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız.”

Bu sözü ilk defa Merkez Bankası’nın eski başkanlarından Durmuş Yılmaz’ın bir konuşmasındaki atıftan duymuştum. Sözün sahibi de, 1930’lu yıllardan eski bir merkez bankacı: Josiah Stamp idi.

Dün Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek şirketlerin önemli bir döviz açığının olduğunu söyleyerek, buna dair sınırlamalar üzerinde çalıştıklarını, mevcut sorunun döviz açık pozisyonun yönetilmesi olduğunu ve özel sektöre nasıl yardımcı olunacağı konusunu çalıştıklarını anlatmış.

2013 ortasından beri göstere göstere gelen ‘kolay para’ döneminin biteceği ‘anonsu’ yapılırken, bunun ilk etkisi olan kur artışını “Geziciler yaptı” diyerek hedef şaşırtılmaya çalışılmıştı. Şimdi, Şimşek gibi çoktan farkında olup da, sonuçlarından kaçınmaya çalışan siyasetçilerin işi zor. Çok uzak değil, 23 Eylül günü Moody’s notumuzu yatırım sınıfından spekülatif sınıfa indirdiğinde; bu daha sıcak bir ‘alarm ziliydi’ ama buna siyasi düzeyde tepki “vız gelir, tırıs gider” biçiminde idi. Ne yazık ki şimdi sonuçlarından kaçınamıyoruz.

O da, döviz kuru artışı oldu; ki bunun da ardında, ülkeye gelen sermaye ile ülkenin ihtiyacı olan döviz miktarı arasındaki farkın açılması var. Nitekim en basit hali ile döviz arz-talep dengesizliği döviz rezervi erimesine yol açtı. OHAL uygulamaları ve mülkiyet haklarına dair kaygılar bunu alttan alta körükledi.

Ankara siyaseti hala bunu ‘ülkeye komplo’, ‘ekonomiye darbe girişimi’ diye anlatarak yönetim hatasını perdelemeye çalışsa da; gerçek bu. 23 Eylül gününden beri Merkez Bankası’nın altın rezervleri 4.2 milyar dolar, döviz rezervleri de 7.6 milyar dolar olmak üzere toplamda 11.9 milyar dolar azaldı. Şimdilik yüzde 10’luk bir azalışa karşılık gelen bu düşüş 11 Kasım’dan bu yana 6 haftadır düzenli biçimde sürüyor.

Ekonomik gerçeklik ve ihtiyaçları önce hafife alıp, sonra da komplo kuramları yazarak ‘dışsallaştırmak’ durumu iyileştirmiyor; daha da kötüleştiriyor.

REZERVLER ERİYOR

2014, 2015 ve 2016’ya 500 tonun üzerinde altın rezervi ile giren Merkez Bankası, yılbaşına göre 16 Aralık itibariyle 137 ton altın rezervi kaybetti.

Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası zamana oynuyor

20 Aralık 2016
MERKEZ Bankası dün faizlere dokunmadı; olasılıkla, kuru artıran nedenlerin kendi kontrolünde olmadığı düşüncesiyle faizi kura tercih etti.

Malum, iktisatta ‘imkansız üçlü’, sermaye hareketleri serbestken ya faizin ya da kurun kontrol edilebileceğini söyler. Merkez Bankası da, kurdan rahatsız olsa da tercihini faizi sabit tutmakta kullanmış oldu.

 

Merkez Bankası sabit tutarken ne dedi?

 

Geçen ay ekonomide toplam talepteki yavaşlamanın enflasyondaki düşüşü desteklediğini söylerken, bu ay açıyı biraz değiştirmiş; düşüş bir tarafa, yavaşlamanın enflasyona kurdan gelen yukarı yönlü etkiyi sınırladığı düşüncesinde. Açıklamada, “Yakın dönemde küresel belirsizliklerdeki artışa bağlı olarak yaşanan döviz kuru hareketleri ve petrol fiyatlarındaki yükseliş enflasyon görünümüne dair yukarı yönlü risk oluşturmaktadır. Öte yandan toplam talep gelişmeleri bu etkileri sınırlamaktadır” deniliyor. Bunun özeti şu; enflasyona kur yükselişinden gelen baskı var, ama ekonomik yavaşlamanın etkisi bunu sınırlıyor.

 

Bu açıyla, Merkez Bankası ‘bekleyelim görelim’ diyor; “Kurul, bu faktörlerin net etkilerinin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi açısından, gelişmelerin yakından takip edilmesinin faydalı olacağını ifade etmiştir.”

 

Yazının Devamını Oku

Bireysel emeklilikte portföy müdahalesi

16 Aralık 2016
BİREYSEL emeklilik sistemi gönüllü başlayan ve işleyen bir sistemdi; burada biriken fonlar çok geçmeden Ankara’da dikkatleri çekiverdi.

 Otomatik katılım sisteminin yılbaşından itibaren uygulamaya geçmesi ile buradan gelecek ilave fonların nereye gideceği, kimin yöneteceğine dair ‘projeler’ havada uçuşmaya başlamıştı.

 

‘İşleyen saati’ kurcalama ve bozma potansiyeli olan en yeni hikaye şu; Ankara’daki bürokrat ve siyasetçiler yeni bir ‘buluş’ icat etmişler. O da, bireysel emeklilik şirketlerinde toplanacak fonların kimler tarafından yönetileceğine dair bir kısıtlama ve zorunluluk fikri bu.

 

Perşembe günü “Bireysel Emeklilik Sistemi, Otomatik Katılım Uygulama Esasları” Hazine tarafından yayımlandı. Yayımlanan uygulama esaslarına göre; otomatik katılım sisteminde Temmuz 2017, mevcut bireysel emeklilik sisteminde de Ocak 2018’den başlamak üzere; emeklilik şirketleri, topladıkları fonların yüzde 30’undan fazlasını tek bir portföy yönetim şirketinde yönettiremeyecek.

 

Bu, özellikle mevcutlar için fiilen, ‘elinizdeki fonları en az 4 portföy yönetim şirketine dağıtın’ emri demek.

 

Yazının Devamını Oku

Fed de Donald Trump rüzgârını ciddiye alıyor

15 Aralık 2016
Fed’in çeyrek puanlık faiz artışından öte, asıl ‘tüneldeki ışığı’ öne çıktı; bu da gelecekteki potansiyel faiz adımları idi.

Fed’in çeyrek puanlık faiz artışından öte, asıl ‘tüneldeki ışığı’ öne çıktı; bu da gelecekteki potansiyel faiz adımları idi. Bugünkü görünümde Fed, 2017’de 0.25’lik en az 3 faiz artışı yapacak görünüyor.

 

17 kişiden oluşan Fed başkan ve Açık Piyasa Komitesi üyelerinin 2017 faiz tahminlerinin özeti şöyle: 4 üye 0.50’lik artış, 6 üye 0.75 puanlık artış, 5 üye ise 0.75 puanı aşan faiz artışı öngörüyor. Bu da, 2017 yılsonuna Fed faizinin en düşük yüzde 1.50’ye gelmesi demek. Fed’in ekonomik tahminleri de, bu potansiyel faiz görünümünü destekleyen biçimde oldukça güçlü görünüyor; neredeyse tam istihdam seviyesinde. Öyle ise faiz artışları güçlü gelebilir.

 

2017’ye dair faiz artış görünümünün bu biçimde değişmesi, ABD’deki yüksek getirili tahvil piyasasına kötü haber demek. Aynı zamanda, bizim gibi gelişen ülkelere de. Çünkü bu tablo, ABD 10 yıllık devlet tahvili faizlerinin yüzde 3’ün üzerine doğru hareket etmesine dair beklentileri güçlendirdi.

 

Öyle görünüyor ki; Fed, Trump’ın potansiyel ekonomi politikasına bağlı hemen bir kalibrasyon ayarı yapmaktan çok, piyasanın bu politikalara dair hızlı değişen beklentilerine tepki veriyor. Nitekim Yellen de, Fed üyelerinin tamamının olmasa da bazı üyelerinin maliye politikasında Trump sonrası olası değişikliği hesaba kattığını söylüyor. Öyle ya da böyle, Fed piyasalara ‘aba altından sopayı’ göstermiş oldu; hızlanabiliriz.

 

Yazının Devamını Oku

İstatistiklerde soru yaratan güncelleme

13 Aralık 2016
BİR istatistik kurumu, yaptığı yöntem, baz yıl ve veri güncellemelerinde itibarı en başından mı ‘vestiyere’ bırakır?

Oysa 2007’de yapılan güncellemede böyle olmamıştı. Eldeki fotoğraf şu: İnşaata yapılan ‘enjeksiyonla’ milli gelir artışı yaptık. Tüm göstergelerimiz bir gecede düzeldi; tasarrufların, cari açığın, bütçe açığının milli gelire oranı iyileşti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) milli gelir hesaplama yöntemini ve verileri güncelledi. Sonuçta 2015 sonu itibariyle milli gelirimiz yüzde 19.7 artmış oldu. Dolar bazında da 139 milyar dolarlık bir artışla 718 milyar dolardan 857 milyar dolara çıkıverdik.

 

1998 bazlı milli gelir hesabından, 2009 bazlı hesaplara geçildiği duyuruldu. Yıllarca istatistik kitaplarında okutulacak vahim bir hata yapıldı; küresel ekonomide olması da bir tarafa, ama kendi ekonomisinde yüzde 5’e yakın küçülmenin olduğu bir yılı baz yıl olarak almış TÜİK. “Kız alıp verecek” kadar yakın ilişkide olduğu, kendi istatistiklerini üretirken tüm kılavuzlarını izlediği Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat her gün bangır bangır 2010 bazlı veri yayımlarken hiç mi farkına varmamış?

 

Yapılan güncellemelerde de “acaba?” dedirten unsurlar var.

 

Milli geliri 2015’te yüzde 20 zıplatan güncellemelerde, ‘buna ne sebep oldu?’ diye bakınca, üretim bazlı olarak bunun neredeyse üçte birinin inşaattan geldiği görülüyor: 2015 milli gelirine, eski verilerle milli gelirin yüzde 4.4’ünü oluşturan inşaat sektöründen, güncellenen üretim verisi olarak 104.7 milyar TL ilave edilmiş. İkinci ve üçüncü büyük ilave imalat sanayi ve ticaretten.

 

Yazının Devamını Oku

Nedenlere değil sonuçlara tedavi

9 Aralık 2016
BAŞBAKAN Binali Yıldırım’ın önceki gün açıkladığı ‘önlem paketinde’ yer alan sayı, “250 milyar TL’lik kredi garantisi” idi; ekonomiye değil ama gazete sayfalarında güzel ‘anons etkisi’ yarattı.

İşin doğrusu ‘dağ fare doğurdu’; ekonomi çevrelerinde ‘soruna adresleyen’ bir adım olarak görülmedi açıklanan maddeler.

 

İster bu karar, ister kamu kuruluşlarının varlıklarını TL’de ve kamu bankalarında tutması kararı tek bir sonuca götürüyor; nedene yönelik değil sonuca yönelik önlemler. Hastalığa değil, semptoma yönelik adımlar, ana sorunu çözmüyor.

 

En ‘etli-butlu’ görünen 250 milyar TL’lik kredi garantisi, çoktan “KOBİ’lere kredi akacak” diye anlatılmaya başlandı bile. Oysa bu mekanizmayla sağlanmaya çalışılan, mali derecelemesi uygun ama teminat açığı olan şirketlere sınırlı bir kredi kefaleti.

 

Kredi Garanti Fonu’na (KGF) verilen Hazine garantisinin limitinin 250 milyar TL olarak duyuruldu. KGF ile ilgili Başbakan’ın açıkladığı diğer ayrıntılar zaten Bakanlar Kurulu Kararı olarak 22 Kasım tarihli Resmi Gazete’de çoktan yayınlanmıştı.

 

Yazının Devamını Oku

Pastayı büyütecek PISA’da ağır seyir

6 Aralık 2016
TÜRKİYE’nin sorunlarının çözümünü dolar kur-faiz oranı terazisinde arayan siyasetçiler ve iş kesimi, birkaç haftaya kalmadan yine ‘ekonomi zirvelerinde’ konuşacaklar; “Türkiye katma değerli üretim yapmalı, kilo başı ihracat bedelimiz şu kadar dolar olmalı” diyerek. Oysa bunu sağlayacak ‘malzeme’, verimlilik ve nitelikli işgücü. İşgücünün de en büyük donanımı eğitim; bilimsel bilgi ve teknoloji, ölçme, test etme, iş bilme, sorun çözme, icat çıkarma üzerine kurulu.

İşte bu ‘altyapıyı’ da aynı ‘cetvelle’ ölçen 70 ülkenin 15 yaşındaki çocuklarının bilim, matematik ve okuma bilgisini ölçen test, her üç yılda bir yapılan OECD bünyesindeki PISA testi.

 

İşte dün yayımlanan ve her dakika ‘ne yapabiliriz?’ diye sorgulanacak, akıldan çıkarılmayacak bir belge olarak; 500 sayfalık PISA raporunun ilk kopyalanacağı yer sadece Milli Eğitim Bakanı’nın değil, ekonomi bakanlarının da tableti olmalı.

 

PISA 2015 sonuçları pek de iç açıcı değil; OECD’de sondan ikinci sıradalar.

 

2015 sonuçlarına göre, öğrencilerimizin ortalama puanları 2012’ye göre çok düşmüş: Bilimde 38, okumada 47, matematikte ise 28 puan düşmüş.

 

Yazının Devamını Oku

Ticarette ulusal paralar çalışır mı?

4 Aralık 2016
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün üç ülkeye, ithalat yapan tarafın karşı tarafın parası ile ödeme yapmalarını önerdiğini açıkladı. Türkiye, Rusya, Çin ve İran’ a bunu önermiş; Çin ve İran makul karşılamış. Peki bu mümkün mü? Çalışır mı?

Öneriye göre, örneğin Türkiye Rusya’dan gaz ithal ederken bedelini Ruble ile ödeyecek. Rusya da bizden sebze alırken TL ödeyecek. Hayata geçerse; alım yapan, alım yaptığı pazarın parasıyla ödeyecek.

 

Önce duruma bakalım.

 

Türkiye 2015 yılında bu üç ülkeden toplam 51.4 milyar dolarlık ithalat yaparken, 9.7 milyar dolarlık ihracat yapmış. Sonuç hesabında; 41.7 milyar dolarlık net ticaret açığı vermişiz. Yani üç ülkeyle ticarette, net ithalatçıyız.

 

Buradan hareketle, madem net ithalatçıyız ve ödemeleri de karşı ülkenin parasıyla yapacağız; bu açık veri iken, Türkiye’de ithalatçıların her yıl yaklaşık 17 milyar dolar karşılığı Ruble, 22.5 milyar dolarlık Yuan ve 2.5 milyar dolarlık Riyal ihtiyacı olacak.

 

Yazının Devamını Oku