Paylaş
Dün, birçok siyasi cinayeti aydınlatıp, katilleri yakalayan eski bir polis şefiyle konuşuyordum.
‘‘Bazı siyasi cinayetler niçin faili meçhul kalıyor?’’ diye sordum.
‘‘Faili meçhul kalması istendiği için!’’ dedi.
Deneyimli müdür, yeterli birikim ve beceriye sahip Türk polisinin, hiçbir önemli siyasi cinayeti uzun süre faili meçhul bırakmayacağını söylüyordu. Mesleki yaşamı başarılarla dolu polis şefi, tozlu raflara kaldırılan dosyaların ardında, mutlaka karanlık ilişkilerin olduğu inancındaydı.
BİR GARİP AYMAZLIK
Ünlü dedektifin sözlerini dinlerken, Uğur Mumcu Suikastı'nın dosyasını inceleyen bir yetkiliyle yaptığım konuşmayı anımsadım. Yetkili, o dönemdeki siyasi otoritenin, Mumcu'nun katillerinin bulunması için gereken kararlılığı göstermediğini söyleyerek şunları anlatmıştı:
‘‘Mumcu'ya yapılan suikasttan önce, Ankara'daki bazı yabancı temsilcilik görevlilerine de benzer saldırılar düzenlenmişti. Araştırmacı-yazar Uğur Mumcu'yu da aynı ajanların öldürdükleri kanısındaydık. Ancak bu kişiler, diplomatik dokunulmazlıkları olduğundan ellerini kollarını sallayarak ülkelerine döndüler. Oysa cinayetin aydınlatılması ve canilerin yakalanması için, o dönemdeki siyasi iktidarın, tıpkı PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın Suriye'den ayrılması sırasında yapılan baskıya benzer bir girişimi, bu ülkeye de uygulaması gerekiyordu. Maalesef konunun üzerine yeterince gidilemedi. Çünkü karşı taraf, ülkelerindeki rejime muhalif olan grupların topraklarımızı hareket üssü olarak seçtiklerini ve gizli destek aldıklarını iddia ediyordu. Siyasi kararlılık olmayınca, dosya da tozlu raflardaki yerini aldı.’’
Değerli araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu Suikastı'nın özü budur. Dosya faili meçhul kaldığı gibi, yıllar sonra her söylediği yalan olan Abdullah Argun Çetin isimli bir ruh hastası, suikast sanığı olarak yakalandı. Böylece kamuoyunun kafası karıştırıldı.
Aynı garip aymazlık, Çetin Emeç ve Turan Dursun cinayetlerini işlediği bilinen İslami Hareket Örgütü soruşturmasında da yaşandı. Bir ayağı Türkiye'deki karanlık odaklarla, diğer ayağı da malum ülkedeki gizli servislerle bağlantılı olan örgütün soruşturması, bir yere kadar götürüldü ve orada duruldu. Bu ülkede askeri eğitim gördüklerini, patlayıcı madde, silah ve para yardımı aldıklarını itiraf eden teröristlerin ifadelerinin, bazı gizli pazarlıklarda koz olarak kullanıldığı öne sürüldü.
‘‘BURADAN ÖTE GİTME!’’
Ayrıca örgüt elebaşılarının, yurtiçindeki karanlık odaklarla olan bağlantılarıyla geçmişteki ilişkileri de yeterince aydınlatılamadı. Oysa bu ilişkiler tüm detaylarıyla ortaya çıkarılmalıydı.
Belli ki birileri, soruşturmayı yürütenlere, ‘‘Dur bakalım, buradan öte gitme!’’ dediler.
Caniler bulunup cezalandırılmadıkça, yani Türk polisine ‘‘Buradan öte gitme!’’ dendikçe, faili meçhul dosyaların sayısına paralel olarak, tek günahı Atatürkçü olmak, laik, demokratik cumhuriyeti savunmak olan seçkin aydınlarımızı öldürmeye heveslenenlerin sayısı da artıyor.
Böylece Türkiye'yi ortaçağ karanlığına sürükleyerek oluşacak kaotik atmosferde, hayallerindeki çağdışı düzeni kurmak isteyenler güç ve mesafe kazanıyor.
KATİLLER BULUNMALI
Düşünün bir kere, eğer Abdi İpekçi'ler, Çetin Emeç'ler ve Uğur Mumcu'lar yaşamış olsalardı, radikal dinci örgütlenme bu denli rahat bir yayılma ortamı bulabilir miydi? Ortalıkta terör dehşeti kol gezebilir miydi?
Uluslararası çapta bir araştırmacı olan Uğur Mumcu, radikal dinci örgütlenmenin uluslararası dayanaklarını, siyasi ve finansal bağlantılarını en ince ayrıntılarına kadar araştırıp, Türkiye'yi bekleyen tehlikeyi gözler önüne sermez miydi?
Hükümet, terör şehidi Ahmet Taner Kışlalı'nın katillerini en kısa sürede bulup cezalandırmak zorunda. Aksi takdirde ‘‘bazı siyasi cinayetler, faili meçhul kalması istendiği için aydınlanmıyor’’ diyen polis şefi haklı çıkacak.
Paylaş