Paylaş
Geçmişte bir ara İstanbul’da yürüyerek ve arabamla gezerek İstanbul’un farklı yerlerine günübirlik yapılacak rotalar çıkarmıştım. İnsanlar İstanbul’u sadece Taksim veya Sultanahmet’ten ibaret sanıyorlar, büyük haksızlık, her sokağı her köşesi hikayelerle dolu ne kadar yorsakta yağmalasak ta yüzyıllardır yaşanmışlıklarıyla ayakta duran bir şehir bu. Bu hafta sizi genelde sonbaharda gitmeyi sevdiğim ve en son aralık ayı başında güzel bir havada giderek, boğazın kuzey Avrupa yakasında sonbahar renklerini ve İstanbul Boğazı’nın güzelliklerinin izini sürdüğümüz bir geziye çıkarmak istiyorum. Bu rota İstanbul’un akciğerleri sayılan Belgrad ormanları ile başlıyor, ve sonbaharın renkleri dediğinizde gitmeniz gereken birkaç yerden biri. Koruma altındaki orman alanı içinde bulunan kafelerde mola verip, size en yakın su bentine kadar yürüyüş yapabilir ormanın güzelliğini yaşayabilirsiniz.
ANTİK İÇME SUYU KAYNAĞI
Belgrad Ormanı, Çatalca Yarımadası’nın en doğu ucunda, İstanbul ilinin Avrupa Yakası’nda yer alan doğal oluşumlu ağaçlık bölge. Doğusunda İstanbul Boğazı, kuzeyinde ise Karadeniz doğal sınırlarıdır ve kuzeyden gelen yağışları karşılayan ilk bölgedir. Bizans ve Osmanlı döneminde İstanbul’a içmesuyu sağlayan en önemli kaynakken; günümüzde kente sağladığı su kentin gereksiniminin çok altında olduğu için daha çok doğal park, piknik alanı işlevi görüyor. Orman adını, Kanuni Sultan Süleyman’ın Sırbistan seferi dönüşü beraberinde getirdiği Belgradlıların yerleştirildiği Belgrad köyünden alıyor. Köy sakinlerinin su kaynaklarını kirlettiği anlaşılınca padişah buyruğuyla köy taşınmış; bu tarihten sonra ormanın ve barındırdığı su kaynaklarının korunması için ilk kez resmi önlemler alınmıştır. Denizden yüksekliği fazla olmamasına karşın yoğun yağış alan bir bölge olan Belgrad Ormanı, Orta Avrupa ve Akdeniz iklimleri arasında geçiş özelliği gösterir. Ormanın bu niteliği, farklı bitki türlerinin aynı alanda içiçe büyümesine olanak sağlamakta. Ormanın bitki varlığı genel olarak kışın yaprağını döken ağaç ve çalılardan oluşuyor. Sapsız meşe, ormandaki baskın ağaç türüdür. Kuzeye bakan yamaçlarda kayın ve içlerde gürgen ve güney yamaçlarında kestane ağaçlarına rastlanır, diğer ağaç türleri, Kızılağaç, kavak, ıhlamur, akçaağaç, karaağaç, söğüt, üvez Ağaççık, sık görülen çalılar ise; Muşmula, fındık, kızılcık, katır tırnağı, sırım, ladendir.
1956’DA HALKA AÇILDI
Belgrad Ormanı, İstanbul ve çevresinde canlı varlığı açısından da önemli bir bölgedir. Çok sayıda kuş, sürüngen ve memelinin doğal yaşama ortamıdır. Ormana yönelik koruma tedbirleri ve hayvanlar için koyulan av yasaklarıyla, tehlikede olan türler burada rahatça üreme olanağı bulabilmektedir. Su varlığı bakımından da oldukça zengin bir coğrafyası olan Belgrad Ormanları, irili ufaklı pek çok akarsuya ev sahipliği yapmakta. Bu akarsulardan bazılarının önüne Osmanlı döneminde bentler kurulmuştur. Orman sınırları içinde farklı noktalara dağılmış toplam 7 adet tarihî bent bulunmaktadır. Bu bentleri keşfetmek için orman bölgesinde yürüyüşler yapabilirsiniz.
Günümüzde İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü’nün idari sınırları içinde kalan Belgrad Ormanı, 1956 yılında bir mesire ve piknik alanı olarak düzenlenerek halka açılmış ve İstanbulluların kullanımınına sunulmuştur.
SU KEMERLERİ
İstanbul’ un su ihtiyacının büyük bir kısmının Belgrad Ormanları’ ndan karşılanabileceği anlaşıldığı dönemde şehre su getirmek için, su kemerleri inşa edilmiştir. Günümüzde görebileceğiniz su kemerleri 1554 – 1654 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Türkiye’ de ormancılık faaliyetlerinin başlamasıyla 1857 yılında Fransa’dan memleketimize getirilen ormancı uzmanı L. Tassy tarafından Belgrad Ormanı’ nın yanındaki Bahçeköy’ de bugünkü İstanbul Üniversitesi Orman fakültesinin olduğu sahada ilk yüksek orman okulunun temeli atılmıştır. Belgrad Ormanı ve hemen yanıbaşındaki Arboretum Türkiye ormancılarının ve öğrencilerinin öğrenme ve tatbikat ormanı olarak büyük öneme sahiptir.
ATATÜRK ARBORETUMU
Belgrad ormanı sonrası hemen yanı başındaki Atatürk Arboretumu’na giderek doğanın keyfini çıkarmaya devam etmek gerek. Arboretumlar bilimsel araştırma ve gözlem amacıyla orijini ve yaşları belli, her biri doğru ve dikkatli bir şekilde bir araya getirilmiş olan çoğunluğu ağaç ve diğer odunsu bitki taksonlarının uygun seçilmiş alanlarda yetiştirilip sergilendiği tabiat parçalarıdır. Başka bir açıdan bakıldığında arboretumlar eğitim ve bilimsel yanları ağır basan bilgi, emek ve sabırla meydana getirilmiş birer canlı bitki müzeleridir.
Bahçeköy’de bulunan Atatürk Arboretumu Sarıyer ilçesinde bulunan floristik zenginliğiyle birçok yerli ve yabancı botanikçinin ilgisini çekmiş bulunan ünlü Belgrad Ormanı’na komşu olarak 296 hektarlık bir orman parçası üzerinde kurulmuştur. Sınırları içinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan Kirazlıbent ile 1916 yılında Neşet Hoca tarafından kurulan Türkiye’nin ilk fidanlığını barındıran Atatürk Arboretumu Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir isletme şefliğidir ve sonbaharda ziyaretçilerine muhteşem manzaralar sunar, bu yüzden buraya yapacağınız ziyarete en az ki saat ayırmalısınız.
RUMELİ FENERİ ve KALESİ
Boğazın girişi ve Karadeniz manzarasının en güzel seyredildiği noktalardan biri olan, İstanbul boğazının Avrupa yakasındaki en uç noktası Rumeli Feneri bugünkü gezimizin en özel durak noktası. Fenerin hemen altında önümüzde bölgenin en büyük balıkçı barınağı ve eşsiz boğaz manzarası ile öğle yemeği molası verebilirsiniz.. İstanbul Boğazı Rumeli Yakası girişinde ilk köyün deniz feneri olan Rumeli Feneri 1856 yılında hizmete girmiş. Denizcilere o günden bu yana ışık tutarak bölgenin simgesi olmuş fener tarihin sessiz tanığı olarak görevine devam ediyor.Rumeli Feneri bilhassa İstanbul’un Avrupa yakasında oturanlar için ideal gezi yerlerinin başında geliyor fakat eminim ki birçok İstanbullu burayı bilmiyor.. Günümüzde Rumeli Feneri şirin ve nostaljik bir balıkçı köyü.
Fransızlar tarafından 1856 da yapılan fener, deniz seviyesinden 58 metre yükseklikte bulunuyor. Kule yapısı üç kademeli olup 30 metre uzunlukta. İlk yıllarında gaz yağı ile çalışan fener, sonraları asetilen gazına çevrilmiş şimdi de otomatik olarak elektrikle çalışırken ışığın görünüş mesafesi 18 mile ulaşmış. Fenerin ilginç bir de hikâyesi var. İlk inşası sırasında kulenin birkaç kez yıkılması üzerine köyün yaşlıları kule sahası içinde bir yatır olduğunu, kulenin bu yüzden yıkıldığını Fransız yapım şirketine söylemişler. Önce türbe yapılıp etrafı çevrilmiş, sonra da bugünkü fener kulesi yapılıp, bitirilmiş. Kule binası içinde bulunan Saltuk Baba Türbesi de ziyaret edilebiliyor.
Köyün kalesi fotoğraf severlerin, köye gelenlerin uğrak noktası. Deniz kıyısında ki kalenin eteklerinde, surlarında, avlusunda dolaşıp burçlarına çıkabilir, surlarında yürürken Karadeniz’i seyredebilirsiniz.
İstanbul Boğazına giriş yapan havayı ilk önce siz soluyacaksınız, sonra İstanbul.
Solunuzda uçsuz bucaksız gibi görünen ufuk hattına sıralanmış gır gır balıkçı motorları, denize bıraktıkları ağların etrafında dört döne dursun, sağınızda köye geldiğinizden beri bir saniye olsun sizi yalnız bırakmayan Fener kulesi ve köyün kaleye bakan cepheli evleri, belki bir taşın üzerinde, belki yemyeşil çimler üzerine oturup seyrinizi bekliyor.
GARİPÇE KÖYÜ
Rumeli Fenerine komşu köylerden biri Garipçe köyüne yol üzerinde uğranabilir.
Köy küçük bir vadi içinde kurulu, yer ve konum olarak yalnızlığı, garip görünümünü koruyor. Garipçe Köyü, boğaz’ın Karadeniz girişinde yer alan Rumeli Fenerinden sonra ikinci köyü. Avuç içi gibi küçük bir koyun yamacına ayrı ayrı kurulmuş 60-70 haneli bir yerleşim. Üçüncü boğaz köprüsünün manzarasını seyredebileceğiniz köyün karşısında Poyrazköy var. Köyün kalesi bakımsız.
RUMELİ KAVAĞI
Günün son çay molasını boğaz kenarında Rumeli Kavağında verip, Telli baba’ya uğradıktan sonra Sarıyer ‘de meşhur Sarıyer börekçisinden börek alıp Bursa’ya doğru yola çıkmak bu rotanın olmazsa olmazlarından..
Rumelikavağı, Sarıyer ilçesinin deniz sahilinde balık lokantaları ile ünlüdür, bir dönem bütün İstanbul buraya kalkan balığı yemeye giderdi, Midyecilikte burada çok yapılırdı. Bizanslılar döneminde ismi Hieoron Romelias olan Rumelikavağı bu ismi, kalenin bulunduğu yerdeki Bizans mabedinden alıyordu. Bir diğer söylenceye göre ise çarşı içinde bulunan anıt ağaç hüviyetinde ki çınar, kavak ağaçlarından aldığıdır. Karşısında bulunan Anadolu kavağı le birlikte Rumelikavağı ve kalesi, boğazın dar noktalarından biridir ve gümrük noktalarının kontrol altında tutulması amacıyla 12. yüzyılda, I.Manuel Kommenos tarafından inşa edilen kalenin benzeri yüz yıl kadar sonra karşı Kavakta yani Anadolu Kavağı’nda yapılmıştı. Karşılıklı iki kalenin yapılmasından amaç, karşıdan karşıya zincir çekilerek ticaret gemilerinin geçişini önlemek ve gümrük parası almaktı. Kale, 14. yüzyılda Cenevizlilerin, 1452 yılında da Osmanlıların eline geçti. Günümüzde kalenin sadece kalıntıları bulunmaktadır.
Geçmişte rumların yaşadığı köyde Meryem Ana’ya sunulmuş Theotokos ve Panagia manastırı bulunduğu, Meryem Ana günü olan 15 Ağustos’da büyük bir panayır kurulduğu anlatılır. Ahşap Rumeli Kavağı iskelesi yanındaki küçük kahvehanede oturup boğazdan geçen gemileri seyretmek çok keyiflidir.
TELLİ TABYA ve TELLİ BABA
Rumeli kavağındaki bir diğer durak noktası, Rumelikavağı ile Yenimahalle arasında ki Telli Tabya’dır.
Telli Tabya, Sultan Abdülmecid zamanında(1839-1861) Fransiz mimar Tavsav’a yaptırılmıştır. Bu tabya savunma ve kontrol amaçlı yaptırılmıştır. II.Dünya savaşı sırasında, düşman denizaltılarının boğaz’dan geçişini önlemek amacıyla 1939 yılında, Telli tabya ile Anadolukavağı arasında deniz yüzeyinden deniz dibine doğru çelikten denizaltı mania ağları çekilmiş. Gemilerin geçmesi çin iki hat arasında 50 metrelik bir açık kapı bırakılırmış. Liman kontrol cihazlarının gelişmesi üzerine denizaltı mania ağları 1965 yılında kaldırılmış. Telli tabya’nın üst tarafında yol kenarında Telli Baba adıyla anılan bir yatır ve türbesi vardır. Burada ki mezar yıllar önce, onarılarak türbe haline getirilmiş. Aslında mezarda, Türk balıkcıya aşık olmuş olan bir Rum rahibe kızın bulunduğu söylencesi yaygındır. Rahibe kız, Rumelikavağı’nda ki manastırdan deniz yolu ile kaçarken, kayığının batması üzerine boğularak ölmüş,mezarı üzerine de bir gelin teli konmuştur. Fakat zamanla söylenceler değişikliğe uğramış ve Telli gelin, Telli Baba olup çıkmıştır. Bir başka iddia ise, Telli Tabya’da bekçilik yapan bir ermişin ölmesi üzerine buraya gömülmüş olmasından dolayı buraya Telli Baba denilmiş olmasıdır.
İstanbul’a yapılan üçüncü boğaz köprüsünü ve kuzey İstanbul’un bakir doğasını görebileceğiniz bu farklı İstanbul rotasını belki bir gün sizlerle de yaparız.beni takip edin..
Paylaş