Kim ne derse desin: Bugün resmen başlayan Dünya Kupası, televizyon şovlarının en güzeli. Tek sorun, her hafta yerine dört yılda bir yayınlanması.
Turnuva boyunca kadınlar İtalyanlar’ın mı yoksa Avustralyalılar’ın mı daha yakışıklı olduğuna karar vermek, erkekler de kendilerini o futbolcuların yerine koyup Litvanyalı mankenlerle gezdiklerini hayal etmek için ekrana kilitlenecek. Hatta korkarım bu yüzden Mavi Marmara bile tali bir olay haline gelebilir. Sonunda kupayı kim kaldırırsa kaldırsın, çocukken yaz tatilinden dönerken hissettiğimize benzeyen bir burukluk kalacak geride: Bir yerlerde hâlâ sürüp giden partiden kovulmuş olduğumuz duygusu. Bütün bunlar televizyon yüzünden olacak. Naklen yayınlar olmasaydı, günümüzde para babasına dönüşmüş futbolcuları sıcak yataklarından kaldırıp doksan dakika top peşinde koşmaya hayatta ikna edemezdik (siz hiç kan ter içinde bir milyarder gördünüz mü?). Sırf stadyumu dolduran bir avuç insanın güzel hatırına bu zahmete pek çoğu katlanmazdı. Bu yüzden günümüzde stadyumlar televizyon stüdyosuna, seyirciler de stüdyo konuklarına dönüşmüş halde. Amigoların konumu bile, Seda Sayan programındaki seyircilere ne zaman alkışlayıp ne zaman susmaları gerektiğini söyleyen kişilerden farksız. Dünyalıların Arda, Nihat ve Hamit’i izleme zevkinden mahrum kalacak olmasıysa futbolumuzdan çok televizyonların meselesi. Bu arada, gönlümün kimden yana olduğunu sorarsanız: Tabii ki Arjantinliyim... Maradona gibi bir yıldız varken başkasını tutmanın caiz olmadığını bilecek kadar tecrübeli bir televizyon çocuğuyum ben.
Tanpınar’ın dizisi yok, festivali var
Reşat Nuri ve Halid Ziya’nin reyting şampiyonu dizileri varsa, Ahmet Hamdi’nin de festivali var! Sonbaharda ikincisi düzenlenecek İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin tanıtım kokteylinde, Can Yayınları’nın karizmatik patronu Can Öz ile futbol muhabbeti yapıyoruz: Meğerse yayıncılar, müzisyenler ve yazarlar tarafından, alternatif bir milli takım kurulmuş bile. Hayko Cepkin, Harun Tekin, Hakan Yel ve Doğu Yücel, Avrupa’daki turnuvalarda Almanlar’la İngilizler’e kök söktürüyormuş. Hemen eski bir kaleci olarak takıma başvurmak istiyorum ama karikatürist Ender Özkahraman’ın Almanya maçında kalede nasıl devleştiğini duymak cesaretimi kırıyor. “Ender ne de olsa Hakkârili...” diyor Can Öz gülerek: “Kendisi panzer görmeye alışık.” Bahçeşehir Üniversitesi’nin terasındaki kokteyl, üç gündür yağan yağmurun çizdiği patetik İstanbul silüetine karşı sürüyor. Yapılan konuşmalardan anlıyoruz ki, hem yazarları hem de toplantılarıyla festival, geçen yılkinden çok daha havalı geçecek. Kadehimi yağmura kaldırıyorum: İster misiniz çılgın bir yapımcı çıkıp “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü dizi yapsın?
Yalnızlık virüsü
Duyduk duymadık demeyin: Âşık olmadan sevişenlere bulaşan bir virüs dünyanın her yerinde kol geziyor! Virüsün halk dilindeki adı: “Yalnızlık”. Uzmanlar önümüzdeki beş yıl içinde virüsten etkilenmeyen çok az kişinin kalacağını üzülerek ifade ediyorlar. İnsanlığı kurtaracak panzehrinse Maslak’taki gökdelenlerden birinin tepesindeki kasada, bir aşk şiirinin içinde saklandığı söyleniyor. Derhal siyahlar kuşanıp kar maskemi takıyorum: Güvenlik kameralarını ve nöbetçileri atlatmam muhtemelen kolay olmayacak ama göreceksiniz, başaracağım.
İncir çekirdeği
“Öğretmen ödev verdi, kitabınızın özetini çıkarıp yollar mısınız?” diye mail atan genç: Gelecekte seni başbakan olarak görmek isterim.