* * *
Diyelim loş bir odada yatmaktasın. Sımsıkı kapalı perdelerin arasından, cılız bir günışığı.
Neredesin, belli değil.
Günlerden ne, bilmiyorsun.
Ama vücudunda derin bir ağrı.
İstediğimiz kişiyi örnek alıp istemediğimizi tu kaka yapalım.
Hiçbiri önemli değil.
Hayatta tek doğru, hiçbir doğrunun önemli olmadığı.Önemli olan, kendimizi önemli ve değerli hissetmeye duyduğumuz ihtiyaç.
İsterseniz açıkoturumda, rakip siyasetlerin sözcülerini dinleyin. Fikirlerini nasıl savunduklarını.
Hep aynı yerde yanlıyor insan. Herkesin kendi gibi sevmesini istediğinde.
Sanıyoruz ki biz onu nasıl seviyorsak o da bizi aynı şekilde sevecek. Başka yolu yok bunun.
Aynı sözcükler, aynı jestler, aynı sürprizlerle.
Aslında şu dünyada ne kadar insan varsa o kadar da sevme biçimi var, bunu unutuyoruz.
Oysa bizler, küçücük bilincinde varoluşun bütün mirasını taşıyan canlılarız.
Sadece kendi geçmişimiz değil, önceki kuşakların geçmişleri de oluşturuyor hafızamızı.
Bu da bizi hem ayırıyor hem de birleştiriyor. İlk bakışta çelişkili gibi görünse de.
Bu yazıyı okuyamazsın, çünkü insan hayatta bildiğini okur. Okuduğundan da sadece bildiklerini öğrenir.
Yoksa tabii ki sözcükleri algılayabilir, cümleleri doğru sırayla takip edebilirsin. Nitekim, şu an bunu yapıyorsun.
Ama elinde kalan, zaten bildiklerin olacak. Ne bir eksik ne bir fazla. Tıpkı okuduğun diğer yazılarda olduğu gibi.
Çünkü yazarı hakkında bir yorumun var. Gazeten hakkında da hafızan yorumla dolu.
Sana ne söylenirse söylensin zihninde dönüştürüp zaten bildiğin şeylerden biri haline getireceksin.
Dünyada milyonlarca okurun, her gün binlerce kitabı ve gazeteyi okurken yaptığı gibi.
Bu yazıyı okuyamazsın, çünkü okuyacağının ne olduğuna yazıya göz atmadan karar vermiştin.
Tepeyi kuşatansa Suriye lideri Esad değil. Suudi Arabistan Kralı Abdullah.
Ne de olsa adamın kendi malı.
Tam 28 yıl önce bastırmış parayı almış tepeyi.
Kimse de “elin oğluna niye satıyoruz kardeşim şehrin en güzel yerini” dememiş.
Şimdi “biz Müslüman değil miyiz?” ya da “Müslümanlar Türk değil mi?” demeyiniz. Anladınız siz.
Her şey kendimizi evvela Türk mü Kürt mü yoksa Müslüman mı saydığımıza bağlı.
AKP işte bu yüzden bir adım önde. Çünkü Türkler’in en az yarısı “önce Müslüman’ım” diyor. Tıpkı, Kürtler’in yarısının “önce Müslüman’ım” demesi gibi.
Böyle olunca da, AKP’nin yüzde 50 oy alması kaçınılmaz. Haliyle, durumdan memnunlar.
Yaradana sığınıp 15 milyonluk şehrin can damarı köprüleri durdurmak sahiden çılgınlıktı.
Hele isyan etmeyelim diye önceden yüksek sesle duyurmamak, unutulacak gibi değildi.
Saniyesi milyon dolar değerindeki dünya şehrini kilitlemeyi her babayiğit göze alamazdı.
Böyle bir projeye ne New York, ne Moskova ne de Tokyo cesaret edebilirdi.
Hadi ettiler diyelim, ortaya çıkacak kaosun faturası elbet birilerine kesilirdi.
Bizse ilk birkaç gün şikayet ettikten sonra alışmış gibiyiz trafik kıyametine. Arabaya erzak stoklayıp, eş dostla helalleşip hayır duasıyla idare ediyoruz.
Gören hep böyleydik sanır. Ne de olsa uyum yeteneği üst düzeyde bir göçebe ırkın ahvadıyız.
Ağlayan analar, yetim kalmış yavrular, tabuta sarılan eşler, nişanlılar...
Köşe yazarları şehit ailelerinin dramını ballandırarak anlatmaya koyuldular bile.
Yarın da muhtemelen haber bültenleri en acıklı müzikler eşliğinde cenazeleri gösterecek.
Ortaya tam bir toplumsal moral çöküntüsü resmi çıkacak. Her terör örgütünün rüyası olan.
Kaç kez söyledik; arkadaşlar etmeyin, eylemeyin.
Şehit ailelerinin acılarını bu kadar teşhir etmek, terörün olmasını istediği şeydir.
Çünkü terör dediğimiz, sonuçta kanlı bir “PR”, yani halkla ilişkiler faaliyetidir.