Papaza kızmak

Son günlerde siyasal karar mekanizmalarını ellerinde tutanlarda bir papaz düşmanlığı var ki, anlayan beri gelsin. Dört bir yanımızın düşmanla çevrili olduğu psikozundan bir türlü kurtulamıyoruz. Başbakan'ın mesela Bulgaristan ile attığı olumlu adımlar, Cumhurbaşkanımızın görev süresinin neredeyse tamamını yurtdışında temaslarla geçirmesi bile, durumu kurtarmıyor. Genellikle diktatörlüklerin siyasi gerekçesi sayılan bu düşünce, bizde nedense her daim makbul. Bir kere kötü niyet atfetmeye karar verilirse, gerekçe bulmak o kadar zor değil. Yani papaz papazlığını yapıyor. Ama papaza kızıp dinden çıkmamak da bizim atasözümüz.Yukarıdaki paragrafın bir yemek yazısı için garip bir başlangıç oluşturduğunu kabul ediyorum. Yine de suçu üzerime alacak değilim. Yıllardır ucundan kıyısından birtakım faaliyetine katıldığım bir uluslararası kurumdan çıkma noktasına geldiğimiz haberi bu satırları yazmama yol açtı. Türkiye Birleşmiş Milletler'in şemsiyesi altındaki Uluslararası Zeytinyağı Konseyi'ni terk etme kararı almış. Ne yazık!Bilmeyenler için küçük bir açıklama yapayım. Uluslararası Zeytinyağı Konseyi 1956 yılından bu yana dünya zeytin ve zeytinyağı ekonomisinin gelişim için çalışan bir Birleşmiş Milletler kuruluşu. Avrupa Birliği de dahil olmak üzere, tümü zeytin ve zeytinyağı üreticisi bütün ülkeler Konsey'in üyesi. Ayrıca burada sayılamayacak kadar çok sayıda ülkede, konuya duydukları ilgi nedeniyle, ‘‘gözlemci üye’’ sıfatıyla Konsey içinde yer almakta. Konsey, kuruluşundan bu yana zeytin ve zeytinyağı ticaretinin gelişmesi, zeytin üretimine standart oluşturulması, zeytinciliğin ve zeytinyağı üretiminin modernize edilmesi, teknoloji transferi, zeytinyağının uluslararası alanda promosyonu gibi çalışmaları yürütüyor. Acaba vicdan sahibi bir Allah'ın kulu, Türkiye'nin bunlara ihtiyacı olmadığını söyleyebilir mi?ÜSTÜNÜZE DÜŞENİ YAPINŞimdi bazıları, papaza kızma modasından hız ve cesaret alarak, Türkiye'nin yıllık aidatını yüksek bulup bunu gerekçe olarak öne sürerek Uluslararası Zeytinyağı Konseyi'nden çıkılmasını savunuyor. Ege İhracatçılar Birliği'nin bu tavrı, açıklanmaya muhtaç. Nitekim Tariş gibi ciddi bir üretici, bu yaklaşımın arkasında durmuyor. Öteki üreticilerin ise sesinin sedasının çıktığı yok. O yüzden tutumları bilinmiyor. Öte yandan Konsey'in Türkiye'deki temsilcileri rakamları ortaya döküp verdiğimizi nasıl fazlasıyla geri aldığımızı açıklıyor.Türkiye, dünyanın en büyük beş zeytinyağı üreticisinden biridir. Yıllık olara İspanya 602.000 ton, İtalya 451.000 ton, Yunanistan 332.000 ton, Tunus 173.000 ton ve Türkiye 92.000 ton zeytinyağı üretir. Dünyadaki toplam zeytinyağı üretimi ise iki milyon tonu bulmaz. Ayrıca Türkiye yılda 57.000 tonluk bir rakamla ciddi bir zeytinyağı tüketicisidir. Sofralık zeytin üretiminde ise Türkiye hem en büyük üretici, hem de Amerika Birleşik Devletleri'nin hemen arkasından en büyük tüketicidir.Bu sayıların anlamı şu: Biz tükettiğimizden fazla zeytinyağı üreten bir ülkeyiz. Bunu iç ve dış pazarlarda ‘‘bi hakkın’’, yani hakkını vererek değerlendirmek zorundayız. İtalya'da dökme yağ satmakla bir gelecek oluşturamayız. Bunun için de uluslararası platformlarda ciddi bir biçimde var olmamız ve sektörün her kesiminin burada yer alması gerekiyor. Kısacası herkes önce üstüne düşeni yapmalı. Uluslararası Zeytinyağı Konseyi ise böyle bir ortamı zaten oluşturmuş bulunuyor. Bizse, şimdi buradan çıkmaya çalışıyoruz.Anladığım kadarıyla iş siyasi karar mekanizmasının neredeyse son aşamasına gelmiş. Türkiye'yi bir uluslararası platformdan çıkartmak üzereyiz. Böyle yerlerden çıkmak kolay, ama böyle yerlere girmek zordur. ‘‘Türk'ün Türk'ten başka dostu yok’’ ya da ‘‘Biz bize yeteriz’’ sloganlarını çoktan aşmış olmamız gerekirdi. Yoksa bugünün ve yarının dünyasında kendimize biraz zor yer buluruz.SÜT UYUYUNCAGeçtiğimiz hafta perşembe günü Artun Ünsal'ın ‘‘Süt Uyuyunca’’ kitabının yayınlanması onuruna ve Türk peynirlerini tanıtmak üzere Divan Oteli'nde küçük, ama çok zarif ve anlamlı bir davet verildi. Eski sayfa komşum, can dostum Artun Ünsal bir siyaset bilimci olmasına rağmen, -Artun Galatasaray Üniversitesi'nde öğretim üyesidir- yıllardır yemeğe karşı büyük bir ilgi duyar. Kerameti kendinden menkul şeyhlerin aksine yiyecek içecek alanında ciddi çalışmalar yapar. Süt Uyuyunca için yakın dönemde bir tanıtım yazısı yazdığım için uzun uzun tekrarlamayacağım ama, Yapı Kredi Yayınları arasından çıkan bu kitap, Türk peynirciliğinin tek dikkate değer tanıtım eseridir. Herkesin ağzına sakız ettiği ‘‘değerlerimize sahip çıkalım’’ lafını Artun kuvveden fiile çıkardı.Böyle bir kitap için yazarı ile, yayıncıları ile birlikte bir kutlama yemeği düzenlemek ne kadar hoş bir uygulama! Bunu Divan Oteli'nin yapmasına da hiç şaşırmadım doğrusu. Uluslararası otel işletmeciliği bu tür yerel konularla pek ilgili gibi görünmüyor. İş yine dönüp dolaşıp bize düşüyor. Semahat Arsel gibi kendisi de aynı alandaki yayınlara imza atmış ve mutfak kültürümüze gönül vermiş birisinin Türk peynirlerini tanıtmak üzere bir yemek düzenlemekten yüksünmeyeceği de çok açık. Artun'un kitabının yanı sıra, sanki onu doğrulamaktan gurur duyuyormuş gibi, açık büfede sıralanmış ve çoğunun adını bile bilmediğimiz yerel peynirlerimiz ne kadar göğüs kabartıcıydı. Divan'ın Genel Müdürü Kamil Berk de aynı düşüncede olmalı ki, bu yemeğe gazetecilerin ve yayıncıların yanı sıra, Chaine des Rötisseurs'ün bütün yönetim kurulunu davet etmiş. Ben o gün hem Artun Ünsal gibi bir araştırmacımız olmasıyla, hem kitabın kendisi ile, hem böyle bir ‘‘güzel-kitap’’ı yayınlamak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış Yapı Kredi Yayınları yetkilileriyle, hem de böylesine hoş bir daveti akıl edip gerçekleştiren Divan Oteli ile gerçekten gurur duydum.KÜÇÜK BİR TÜRKÇE NOTUAlıntı, İngilizce-Türkçe karışımı bir adla vaftiz edilmiş ‘‘Marketing Türkiye’’ dergisinden. Röportajı yapan meslektaşımız soruyor: ‘‘Star'daki Para Hattı programındaki sponsorluğunuz var. Televizyonu bu kadarla sınırlı tutmanızın nedeni nedir?’’ DHL'in Türkiye'deki ticari ilişkiler direktörü Koray Özbay yanıtlıyor: ‘‘Geçen sene press ve radyo kullanırken bu yıl yine press ağırlıklı olarak televizyonu da kullanmaya başladık.’’‘‘Programındaki’’ sözünde yersiz bir biçimde kullanılan ‘‘ki’’yi kim sünnet etmeli? Bir süredir herkesin ağzındaki ‘‘tabiiki’’ (veya ‘‘tabii ki’’) saçmalığının bir uzantısı mı dersiniz bu uygulama? Pekiyi ya sayın Özbay'ın ısrarla kullandığı ‘‘press’’ sözüne ne demeli? Hadi bir zamanlar ‘‘matbuat’’ yerine ‘‘basın’’ demeye karar verdik. Pek hoş çağrışımlı bir kelime değil ama, yerleşti ve kabul gördü. Onun yerine -herhalde sadece değişiklik olsun diye- Latince ‘‘ortamlar’’ sözcüğünün karşılığı olan ‘‘media’’ demenin alemi var mıydı? Sonra ‘‘ortam’’ anlamındaki ‘‘medium’’ kelimesinin çoğulu olan ‘‘media’’yı, hem de ‘‘medya’’ yazılımı ile, yerleştirmeye çalışmanın suçu kime ait bilemiyorum. Bu saçmalığın meyvesini şimdi genç bir yöneticinin ‘‘press’’ kullanımında görüyoruz.Özgür bir ülkede herkesin saçmalama hakkına saygı duymamak elde değil. Kabul edilemez olan, bireysel saçmalamaların kamuya karşı görev ve sorumluluğu bulunan basında yer alması ve bunun hiç tepki çekmemesi. Böyle bir dua var mı bilmiyorum ama yoksa bile ben edeyim, belki kabul olur: ‘‘Bütün saçmalıklardan ve budalalıklardan Allah'a sığınırım!’’ Amin.
Yazarın Tüm Yazıları