İnsaf edin, işim yiyecek-içecek sektöründe. Bir ömrü bu konuya adamışım. Bana ‘‘sıkı perhiz uygula’’ diyenlere cevabım, kendimi bir günah yuvasındaki papaz gibi hissettiğim.
Ama sonunda diyabet perhizi dışında bir kısıtlama uygulamamama karşılık on iki kilo verdim. Ben insan aklına inanırım. Yine de bir mucizeye inanmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Mucizenin adı, yürüyüş. Düzenli ve tempolu bir yürüyüş.
Ağzının tadını bilmekle oburluk arasında, gerçekte ince bir çizgi var. Yemeyi ve içmeyi seven insanlar, çoğu zaman, bu sevgilerini abartır. Şair Nedim'in ‘‘Yiyelim içelim kam alalım dünyadan’’ mısraını bir hayat şiarı haline getirirler. Yemekler şölenlere, şölenler de Tevfik Fikret'in yağmalanan sofrasına dönüşür. Sonra da gelsin yasaklar!
Aslında her türlü yasağa karşıyım. Yasaklar yaşama sevincini kısıtlamaya yöneliktir. Mutluluğu bir başka alemde arayanlara saygı duyarım, ama en azından onlar arasında saf tutmam. Yaşadığımız dünyanın bir perhiz dünyası olduğu görüşüne katılmam. Gerekçesi ne olursa olsun, hayatı ertelemeyi kabullenemem.
Madem yemeyi içmeyi seviyorum ve her türlü yasağa karşıyım, öyleyse neden bu konuyu gündeme getirdim? Bu sorunun dramatik bir cevabı var. Yiyip içmekten hoşlananları, genellikle 40'lı yaşlarda bir tehlike bekler. O da tıp dilinde ‘‘tip 2’’ diye anılan bir diyabet hastalığı. Diyabet terimine yabancı olanlar için, bunun halk dilindeki adının ‘‘şeker hastalığı’’ olduğunu söyleyeyim.
‘‘Juvenil’’ olarak nitelendirilen ve çocukluktan itibaren görülen diyabet için söylenecek fazla söz yok. Çünkü bu genetik, dolayısıyla kalıtımsal bir hastalık. Ancak ‘‘tip 2’’ diyabet, yukarıda da belirttiğim gibi, daha geç yıllarda ortaya çıkmakta. Genetik faktörler burada da göz ardı edilemezse de, bu geç şeker hastalığı sıklıkla oburluğa ve onun doğal sonucu olan obeziteye, yani şişmanlığı bağlı. Bir başka deyişle, ağız tadı ve oburluk karışımı bir tutumun sonucu. Bu sınıfa giren herkes değilse bile, çoğu kişi hastalık adayı.
GÜNAHIN TAM GÖBEĞİNDE
Yazının gelişiminden kolayca tahmin edileceği üzere, bu satırların yazarı da bu felaketten kaçınabilmiş değil. Sevgili hekim arkadaşlarım, özellikle Lokman Hekim Sağlık Vakfı'ndan Dr. Ayhan Tokgöz ve Hürriyet'ten tanıdığınız Dr. Gündüz Tezmen uzun yıllar bu alanda bana yol gösterdi ve yardımcı oldu. Son dönemlerde ise, bir başka dostum Prof. Dr. Üstün Korugan tedavimi üstlendi. Hepsi de benzer beslenme önerilerinde bulundu ve bilinen ilaçları verdi.
Şimdi kabahati kendi üstüme alarak söyleyeyim: Özellikle beslenme konusundaki tavsiyeleri tam olarak yerine getiremedim. Bilmekle yapabilmek arasındaki bir başka ince çizgiyi çok defa ihlal ettim. Ancak insaf edin, işim yiyecek-içecek sektöründe. Bir ömrü bu konuya adamışım. Bana ‘‘sıkı perhiz uygula’’ diyenlere cevabım, kendimi bir günah yuvasındaki papaz gibi hissettiğim. Etrafımdakilere ‘‘günaha girmeyin’’ diye vaaz veriyorum ama günahın da tam göbeğinde yaşanıyor.
Çoğu ağzının tadını bilir obur kişinin hayat hikayesindeki komik yan ise bir gün gelip trajediye dönüşüyor. Kandaki şeker, kabul edilemez sınırların üzerine çıkmaya başlıyor ve önce ilaç tedavisine geçiş zorunlu hale geliyor. ‘‘İlacı alırım, yemeğimi de yer, içkimi de içerim’’ demeyin. Çünkü ilaç, böyle durumlarda tedaviye yetmiyor. Sonuçta hastalık ilerliyor ve bir süre sonra hekimler, zorunlu olarak, insülin iğnesi yapmanızı söylüyor. O da bir kurtuluş. Sürekli iğne ile yaşamak ve sıkı bir perhiz hayat tarzı haline geliyor. Kısacası ağzınızın tadı iyiden iyiye kaçıyor. Öte yandan bundan kurtuluş olmadığı da bilinmekte. Çünkü kurallara uymamak, dramatik bir sona koşar adım gitmekle eşanlamlı.
Buna da şükür. Zira hekimler eskiden böyle bir sonun kısa vadede ve kaçınılmaz olduğunu belirtmekte. Günümüzde ise, tedaviyi uygulayarak uzun ve iyi bir hayat sürmek mümkün.
Bugünkü yazıyı kaleme almamın nedenine gelince... Yılbaşından sonra şeker ölçümlerim felaket snırına hayli yakın olduğumu gösteriyordu. Ağızdan alınan ilaçlarla tedavinin ise sınırına gelip dayanmıştım. Galiba artık insülin iğnesi olmam gerekiyordu. Doğrusu kendimde bu düzeni sürdürebilme disiplinini görmediğimden de iğneden korkuyordum.
Korkunun faydasının sınırlı olduğunu bildiğimden bir şubat sabahı erkenden kalktım. Eski eşyalar dolabından spor ayakkabılarımı, şortumu ve tişörtümü giydim. Üzerime bir kısa yağmurluk geçirdim. Doğru Belgrat Ormanı'nın yolunu tuttum.
ALTI KM. YÜRÜYÜŞ
6 kilometrelik parkurun daha ilk bin metresinde dilim dışarı fırladı. İlk yokuşu tırmanmaya başladığımda ciğerlerimin yandığını hissettim. Yokuşun sonuna doğru ise kalbimi çıkmasın diye bastırmaya başladım. Son iki bin metreye geldiğimde, ‘‘homo erectus’’ diye nitelenen ‘‘dik duran insan’’ halinden, daha eski dönemlere özenip, dört ayak üzerine düştüm. Ama her şeye rağmen, parkuru inatla tamamladım. Ertesi gün yine aynı yolu yürüdüm. Bir ertesi gün yine... Ve o gün bugündür bu parkuru İstanbul'da olduğum her gün tekrar yürüyorum. İstanbul dışına çıkarken de valizime ilk koyduğum spor malzemelerim oluyor ve gittiğim yerlerde bir saatlik tempolu yürüyüşümü hiç aksatmıyorum. Bu arada kar yağdı, yağmur sağanak gibi boşandı, bayram oldu, seyran oldu ama sabah yürüyüşümden hiç vazeçmedim.
SEKİZ BEDEN KÜÇÜLDÜM
Sevgili dostlar, aynı ilaçlarla bugün geldiğim nokta normal bir şeker düzeyi. Başlangıçta iki mislinden fazla olan kolesterol ve trigliseritlerim de normal seviyesine indi. Kendimi müthiş diri, dinamik hissediyorum. Diyabet perhizi dışında bir kısıtlama uygulamamama karşılık on iki kilo verdim. Elbiselerim sekiz beden küçüldü.
Tıp ciddi bir bilim dalı. İhtisasım olmayan bu alanda ileri geri konuşmam. Ama bir de yaşadıklarım var. Bu arada aklıma dindar ama aklı daima önemseyen bir Katolik dostumun sözü geldi. O, ‘‘Dünyada mucize yok. Son mucize Hazreti İsa'nın göğe çıkmasıydı, o da iki bin yıl önce oldu’’ derdi. Ben de mucizelere değil, ama insan aklına inanan birisiyim. Yine de bir mucizenin varlığına inanmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Mucizenin adı, yürüyüş. Düzenli ve tempolu bir yürüyüş.
Diyabet, yüksek seyreden kan yağları ve daha bir sürü hastalığınız olmasa bile, hiç olmazsa gün aşırı yürüyün. Sağlığınızı kazanın. Hayat size çok daha güzel görünecek...