Paylaş
'Yaşumu derya kılur gelmez kenara ah kim
Ol dür-i yek-dane benzer, bahr seyranın sever'
Yukarıdaki beyit on altıncı yüzyılın İstanbullu şairlerinden Aşki’ye ait.
Şair burada biricik sevgilisinin kıyıya gelmeyip kendisini gözyaşlarına boğduğunu söylerken 'bahr seyranı' diye bir şeyden bahsediyor.
Şimdilerde pek kullanılan bir deyim değil ama, o zamanlar 'bahr seyranı' İstanbul’un belli başlı ince zevklerinden, zarif eğlencelerinden biriymiş. Bunun Türkçesi de 'denizi seyretmek'.
Boğaziçi ile ilgili yazılarımın şimdilik sonuncusuna böyle bir giriş yaparak 'bahr seyranı'nı mısralarında ölümsüzleştiren İstanbullu şair Aşki’yi anmak istedim.
* * *
Güzel bir yaz günü Boğaz kıyısında otururken gördüğüm çöplerden yola çıkıp bir yazı yazmıştım.
Meğer anlık bir izlenim derin bir yaranın yüzeyde görülen küçücük kabuğuymuş. Bunu Boğaziçi’nin kiri pası ile ilgili kuruluşlarla yaptığım görüşmelerde açıkca gördüm. Görüşmelerin sonucunda öğrendiklerimin bir kısmını hafta boyunca bu sayfalarda sizlerle paylaştım.
* * *
Şimdi işe bir noktalı virgül koymanın vakti geldi diye düşünüyorum.
Söze tespitle başlayalım: İstanbul’un eşsiz güzellikteki boğazı pis. O kadar pis ki, hızlı akıntı bile bu görünümü kapatamıyor.
Ayşen Gür, dünkü yazısında 'İstanbul kokuyor' demiş. Kokudan kasti misk vü amber değil tabii. O kokuşmuşluktan ne yazık ki Boğaziçi de payına düşeni fazlasıyla almakta.
Üstelik, uzman kişilerin söylediğine göre, bu pislik bizim gözle gördüğümüz. Bir de gözle görülmeyen kimyasal, radyoaktif ve benzeri kirlilik mevcut. O belki birincisinden daha vahim.
Ehemden mühime -yani daha az önemliden daha çok önemliye- doğru gidelim.
İşten anlayanlar, denizin denizden kirletilmesinin toplam kirlilik içinde payının düşük olduğunu söylüyor. Ancak en çok göze çarpanlardan biri bu pislik.
Yasalar bunun takibini esasında 'sergüvenlik' diye bir örgüte vermiş. Örgüt de içişleri bakanlığına bağlanmış.
Anlaşılan o ki, İstanbul’da bu işi sergüvenlik büyükşehir belediyesine bırakmış. Orasının da bir itirazı olmadığı cevap mektubundan belli.
Belediye, mektubunda denizcilere 'şöyle yapın, böyle yapın' diye talimat verdiğini, daha ulaşamadıklarına da yakın zamanda ulaşıp talimatları aktaracağını söylüyor.
İyi de, ben şu soruyu sormuştum ve cevabını hala alabilmiş değilim: İstanbul’da sintine, raspa, balat suyu gibi artıkların bırakılabileceği medeni bir yer varmı? Varsa burası hizmete açık mı? Açıksa, tam kapasite ile çalıştırılıyor mu? Ayrıca bu tesis İstanbul için yeterli mi? Yeterli değilse, genişletilmesi veya yenilerinin yapımı düşünülüyor mu?
Yoksa, tuvalet yapmadan ortalığı kirletmeyin diye bağırıp çağırmanın faydası olduğu mu sanılmakta?
* * *
Büyükşehir Belediyesi, denizlerin denizden kirletilmesi ile ilgili tekne ve personelinden söz etmiş cevabi mektubunda.
Ortada uçuşan bir takım rakamlar var. Öte yandan denizin denizden kirliliği de devam etmekte.
Öyleyse soru: Bu tekneler ve personel görevin başarılması için yeterli mi?
Yeterliyse deniz niye denizden kirletilmeye devam ediliyor? Değilse, bunlarda bir arttırıma gidilmesi düşünülmüyor mu? Yoksa bizim bilmediğimiz bir takım engeller mi var?
* * *
Bir de nezaketen midir nedir, anlayamadığım bir sebeple, açıkça dile getirilmeyen bir sorun var.
Bu kesilen cezalar Maliye kanalıyla merkezi hükümetin hazinesine irat mı kaydediliyor, yoksa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne irat mı oluyor?
* * *
İstanbul Boğazını temizlemek için alınmış deniz süpürgeleri yeterli mi? Deniztemiz’in süpürgeleriyle birlikte bu işi yapmaya yetiyorlar mı?
Sorunun cevabı 'evet' ise Boğaz niye kirli? Cevap 'hayır' ise, ne yapılması düşünülüyor?
* * *
Sahil yolları yapılırken, iddia edildiği üzere, Boğaz’ın doğal akıntıları ve bu üzden de doğal denge değiştirilmiş mi oldu? Bunun sorumlusu kim?
* * *
Boğaz’ın ve genelde denizin kirliliği ile mücadele için sivil toplum kuruluşları ile Büyükşehir Belediyesi nasıl bir işbirliği yapıyor?
Özellikle çocukların ve gençlerin bilinçlendirilmesi amacıyla yapılmış ne gibi bir girişim -veya girişimler- mevcut?
* * *
Nihayet dere islahları gibi dev bir meselede anlaşılan o ki, belediyenin parası bu işleri yapmaya asla yetmiyor ve yetmiyecek de.
Bu soru da İstanbul milletvekillerine: Büyükşehir Belediyesi açık seçik rakamlarla meseleyi ortaya döküyor. Adeta feryat ediyor. Peki sizin bu konuda merkezi siyasal otorite içinde bir şeyler yapmanız gerekmiyor mu? Gerekiyorsa ne yapıyorsunuz?
* * *
Madem laf dönüp dolaşıp devlete, hükümete ve merkezi siyasal otoriteye geldi, ben de sözü onlarla bağlayayım.
Yukarıda Büyükşehir Beledeyise’ne sayısız soru sorup cevap istedim.
Aslında ilk yazıda da vardı bu sorular. Ama Hürriyet İstanbul’un birinci sayfadan manşette duyurduğu bu çığlığa sadece Büyükşehir Belediyesi kulak verdi, cevap yolladı. Bugün eksik kaldığını düşündüğüm soruları tekrar Büyükşehir Belediyesi’ne sormaktayım.
Peki, bu işlerin tek yetkilisi ve sorumlusu belediye mi?
İstanbul’un bütün gelirini belediye topluyor da, bütün giderini onun yapmasını mı bekliyoruz?
Devletin, hükümetin bu işlerde hiç bir sorumluluk payı yok mu?
Varsa sergüvenlikten, valilikten niye bir 'tık' bile yok?
Yoksa onlar gazete okumaz mı?
* * *
Merak etmeyin okumasına pekala okurlar da, bu tür küçük yerel işleri önemsemezler. Devletlilerimiz devletin ali meseleleriyle meşgul.
Herhalde 'Vatandaş ürür, devleti ali’nin gemisi bildiği yolda yürür' diye düşünmekteler.
Süleyman Demirel’in bir gün ağzından kaçırdığı gibi, 'küçük işlere İhsan Sabri Bey bakıyor'!
İstanbul’un İhsan Sabri’si Ali Müfit Bey.
Cevabınıza teşekkürler...
Ama lütfen yukarıdaki sorulara da kısaca 'evet' 'hayır' formu içinde bir cevap verin.
Bari sizin sesinizi duyup teselli bulalım.
Paylaş