Paylaş
Salı akşamı İstanbul Operası, dünyanın en büyük ses sanatçılarından birisini konuk etti. Montserrat Caballe, yine bir ses sanatçısı olan kızı Monserrat Marti ile birlikte İstanbullulara olağanüstü bir gece yaşattı. Borusan‘ın sponsorluğu sayesinde ses dünyasının uç noktalarında gezinilen harika bir konsere tanık olduk. Ünlü ‘diva'nın yanısıra, biraz gergin ve tekniğin ötesine ilk adımlarını atan genç Montserrat Marti‘yi tanıdık, iyi bir şefin neler yapabileceğini gördük ve İstanbul Opera orkestrası ile gurur duyduk.
Benim bildiğim bu Caballe‘nin İstanbul‘daki ikinci konseri. Kendisini ilk dinlediğimde gözlerimin nasıl dolu dolu olduğunu daha önce yazmıştım, ama yinelemekten kendimi alamayacağım. çünkü salı günkü konserde aynı duyguları yaşadım.
Bir ses ancak bu kadar olgun, bu kadar duygu dolu, bu kadar güzel olabilir. Sadece Bizet‘nin Carmen operasından ‘Habanera'yı dinlemek için ile bu konsere gitmeye değerdi. O ne muhteşem bir yorumdu. Caballe adeta notalarla oyun oynadı.
Şimdi şancıları bile kızdırabilecek bir şey söyleyeceğim: Çoğu insan bir şan sanatçısından ses bekler. Oysa tabiat hükmünü icra ediyor ve Montserret Caballe de bütün ölümlüler gibi yaşlanıyor. Ses de zamanla yaşlanmakta. Ama öyle bir an geliyor ki, büyük bir şancıdan artık ses de beklemiyorsunuz. Yorumun gücü, sesin gücünü aşıp gidiyor. O andan başlayarak da bir şancı olmaktan çıkıp bir diva oluyorsunuz.
Montserrat Caballe kulağa değil, doğrudan insanın kalbine sesleniyor. Bunu yapabilen sanatçı sayısı bütün dünyada o kadar az ki! Caballe bunu başaran ender ses sanatçılarından birisi.
Borusan‘ın davetinin bütün ayrıntıları da böyle büyük bir ‘diva'ya yakışır incelikteydi doğrusu. Asım Kocabıyık‘ın ilerleyen yaşına rağmen eşiyle kapıda bütün misafirlerin tek tek elini sıkarak ayakta karşılaması gibi inceliklere çoktandır unutmuştuk. Sonra Borsa‘nın ikramı da çok güzeldi. Bir İstanbullu olarak bu incelikten gurur duyduğumu saklamayacağım. Bence bize yakışanı da buydu. Borusan‘a ayrıntılara gösterdiği özen için de teşekkür borçluyuz.
Gelmiş geçmiş orkestra şeflerinin en büyüklerinden biri, Arturo Toscanini, New York‘ta Metropolitan Operası‘nda bir prova sırasında, temsilin baş kadın oyuncusu -operacı diliyle oyunun prima donna'sı- partisini düzgün söylemeyince birden orkestrayı susturur. Sesi havada kalan kızgın prima donna, ‘bir yıldıza böyle davranamazsınız' deyince Toscanini cevabı yapıştırır: ‘Hanımefendi' der, ‘yıldızlar sadece gökyüzünde bulunur. yeryüzünde ise sahnede partisini iyi veya kötü söyleyen şancılar vardır.'
Bu hikayeyi bilmeme rağmen yine de kendimi tutamayıp ‘Montserrat Caballe, gerçekten büyük bir yıldızdı ve dün akşam İstanbulları mutlu etmek için gökyüzünden yeryüzüne inme alçakgönüllüğünü gösterdi' diyeceğim.
Yanlışlıklar Komedyası
Dünkü yazımı daha yazarken okuyan bir arkadaşım, ‘sayın valim‘ meselesine fena takıldı. ‘Herkes öyle diyor ve öyle yazıyor. Gelenek dediğin bu yaygın kullanım değil mi? diye eleştirdi.
Hiç de değil! Gelenekler yanlışlıklar üzerine oluşturulmaz. En azından bile bile yapılmaz. ‘Galatı meşhur‘ meselesi ayrı bir şey. Hani eskilerin bir sözü vardır ya, ‘yaygın yanlış deyiş, sözün doğrusuna yeğlenir‘ anlamında.
Bizde yanlışlık bundan mı ibaret sanırsınız. Okur yazar olması gereken kesimlerden biri de gazeteciler. Bir kısmının yazdığı muhakkak ta, okuduğu şüpheli. Vali deyince aklıma geldi. Meslektaşlarımızın önemli bir kesimi, hem demokrasi mücahitliğine soyunup hem de boyuna yazılarında önce valiyi, sonra garnizon komutanını, sonra da belediye başkanını anarlar.
Devlet protokolünün böyle olduğunu ben de biliyorum. Ancak biz devlet memuru muyuz, yoksa Resmi Gazete‘de mi yazıyoruz?
Demokrasi kültüründe protokolün seçilmişleri, atanmışların önüne koyduklarını Batı‘da daha ilkokulda öğretiyorlar.
Paylaş